Kent ve Çocuk: “Bir Şehircilik Girişimi”

2015'ten bu yana farklı farklı kentleri gezip çocukları hayal ettikleri kentleri tasarlamaları için eğlenceli methodlarla yönlendiren "şehircilik girişimi" Kent ve Çocuk'la keyifli bir sohbet gerçekleştirdik.

Kent ve Çocuk, 2015’ten beri düzenledikleri atölyelerde, şehircilik methodlarını, çocukların hayal ettikleri mekanları planlamaları için yeniden kurguluyor, çoğunlukla geri dönüştürülmüş materyaller kullanarak çocukların yaşadıkları mekanları maketlerle, çizimlerle tasarlamalarını sağlıyor. Şimdiye kadar İstanbul, Ankara, İzmir, Muş ve Erivan’da atölyeler düzenlemiş ekipten Başak İncekara ve Gizem Kıygı ile çocuklarla birlikte tasarım yapma deneyimlerini konuştuk.

Ekin Bozkurt: Kent ve Çocuk nasıl başladı? Kuruluş hikayeniz nedir?

Gizem Kıygı: Kent ve Çocuk’un aslında çok uzun bir hikayesi var. Her projenin kendine ait bir hikayesi olur ya; onun da kendine ait, bizim yaşamlarımızla bitişen bir hikayesi var. Biz Mimar Sinan Şehir ve Bölge Planlama bölümüne aynı dönemde girmiş ve aynı dönemde mezun olmuş iki meslektaşız. Öğrenciyken grup çalışmalarında da zaten birlikte çalışıyorduk. Bölümümüz bize çocuklar özelinde bir perspektif sunmasa da, genel olarak kent planlamada farklı grupların katılımı üzerine birçok ders alıp, bunu düşünsel anlamda geliştirecek çalışmalar yapma fırsatımız olmuştu. Ben üniversiteden bu yana aynı zamanda 1 Umut Derneği’nin de gönüllüsüydüm, orada mahalle çalışmalarına katılıyordum ve mahalle çalışmalarında da çocuklarla çalışma fırsatım olmuştu. Onlarla da bu formatta değil ama daha farklı formatlarda atölyeler yapmıştık. Deneyim kazanıp bir aşamaya geldikten sonra 2015 yılında Başak’la bir araya geldik ve “kenti çocuk bakışından algılayabileceğimiz bir formata yönlenebilir miyiz?” diye kendi deneyimlerimiz üzerinden düşünmeye başladık. “Bunu nasıl yapabiliriz?”, “atölye çalışmalarımızı, kendi mesleki metodolojimizi çocuklar özelinde nasıl kullanabiliriz?” diye birlikte konuştuk. Bunun sonucunda da Kent ve Çocuk’u oluşturduk.

Kent ve Çocuk bir şehircilik girişimi. Temelimizi de Anayasa’nın 56. maddesi oluşturuyor. Madde bize: “Herkes sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir.”diyor. Biz bunu bir çocuk hakkı olarak kabul ediyoruz. Şu ana kadar şehircilik çalışmalarına çocuk açısından yaklaşılabilecek bir perspektif geliştirmede deneyim oluşturmaya çalıştık. Bunu da, planlamanın, mekan disiplinlerinin, bu konuda yapılmış ya da yapılacak uygulamaların içine katma amacı taşıyoruz.

Başak İncekara: İkimizin de daha önce yaptığı şeylerin birbiriyle kesişmesi bizi bir araya getirdi. Gizem zaten çocuklarla birlikte çeşitli atölye deneyimlerinde bulunmuştu. Benim çocuklarla çok fazla deneyimim yoktu ancak kendi yüksek lisans tezimde uzmanlaşmak istediğim konu çocuklarla ilgiliydi. Daha öncesinde de gençlerle çeşitli atölyeler yapma fırsatı bulmuştum ve çok keyif aldığım birşeydi. 2015 yılında da Gizem’le bir gün oturduk, konuştuk ve “güçlerimizi birleştirip neler yapabiliriz?” diye baktık. Şehir plancıları olarak da gördüğümüz en önemli konulardan bir tanesi çocukların kendilerini kent içinde ifade edebilecekleri yeterli alan olmaması, kentlerde çocuklara ayrılan alanların giderek küçülmesi, bunun kent için çok önemli bir sorun olmasıydı. Bunu üzerine Kent ve Çocuk’u kurduk. Ekibimiz 5 kişilik. Hepimiz farklı disiplinlerden geliyoruz. Mimar, şehir plancısı, peyzaj mimarı, kent tarihçisi var.


İstanbul Çocuk ve Gençlik Bienali


İstanbul Çocuk ve Gençlik Bienali

“Siz şimdi küçük şehir plancılarısınız. Kendi gördüğünüz sorunlar üzerinden, hayalleriniz üzerinden nasıl bir kurgu yaratırdınız?”


Atölyelerinizden ilki olan “Kendimi Tanıyorum, Kentimi Tanıyorum” atölyenizden biraz bahseder misiniz? Şimdiye kadar hangi semtlerde / kentlerde çalıştınız?

Başak: “Kendimi Tanıyorum, Kentimi Tanıyorum” atölyesi bizim ilk kurguladığımız atölyeydi. Kevin Lynch’in metodolojisi üzerine kurduğumuz bir atölyeydi. İlk olarak çocuklara kentin fiziksel olarak hangi öğelerden oluştuğunu tanımlayıp, onların kendi kentlerini oluşturabilecekleri bazı temel bilgileri onlara verip, kendi kentlerini yaratmalarını istedik. Atölyemiz de küçük bir anlatıyla başlıyor, daha sonrasında çocukların iki saatliğine de olsa kendi kentlerini yaratabilmeleri için bir imkan sağlıyordu. Bu noktada da maket üzerinden, üç boyut üzerinden çalıştık. Çünkü çocukların bu konuda kendilerini ifade etmeleri malzemelerle daha kolay oluyor. Çok çeşitli malzeme vermek istedik onlara ki çizim yapabilen çizim yapsın, üç boyutlu maket yapabilen maket yapsın, herkes kendini ifade edebileceği bir malzeme bulsun istedik.

Gizem: Öğrencilik yıllarımızdan referansla, masanın başında büyük bir grup olarak bir eskiz etrafında toplandık –çünkü planlama birlikte birşeylerin kurgulandığı bir disiplin- “çocuklar birlikte bir karar mekanizması kurabiliyorlar mı ve bunu en eğlenceli şekilde nasıl kurabilirler?” görmek istedik. Sözel ifade çocuklar için bir ifade yöntemi ama çizmek, maketle birşeyleri kurgulamak onlar için daha eğlenceli ve yaratıcılıklarını, hayal güçlerini daha iyi ortaya koyabilecekleri bir yöntem.

Atölyemiz “Şehir plancısı ne yapar?” sorusuyla başlıyor. Şehir planlamanın ne olduğunu da tanımlıyoruz onlara. Sonra onlara diyoruz ki, “siz şimdi küçük şehir plancılarısınız. İstanbul (ya da gittiğimiz başka bir kent / başka bir mahalle) sizin ellerinizde. Kendi deneyimleriniz, gördüğünüz sorunlar üzerinden, hayalleriniz üzerinden nasıl bir kurgu yaratırdınız?” Onlar kurguladıktan sonra da tasarladığımız kente hep beraber bakıyoruz ve bazı konularda ortak karar alma alanları açmaya çalışıyoruz. Mesela yollar çiziyorlar. “Peki bu yol bu eve vardı. Bu ev de arkadaşının evi, arkadaşın tasarladı. Bu yolun buradan geçmesinde onun izni var mı?” Ya da mesela bir toplu alan yapılacak, “Bu kamusal alan / meydan nerede olmalı?”, “Herkese yakın mı olmalı?”, “Şuraya denk gelmeli mi?” gibi tartışma alanları açmaya çalışıyoruz. Tartışma alanının esnekliği çocuk grubuna göre değişebiliyor. Çocukların kendi hayat deneyimiyle, kenti deneyimleme şekilleriyle çok ilişkili gelişiyor. Atölye o yüzden çok interaktif bir süreç. İlk aşamada onlardan ziyade bizim için çok öğretici. Alanlar açmaya çalışıyoruz, açamadığımız noktada tıkanıklıkların sebeplerini düşünmeye başlıyoruz: “Biz neden böyle düşünüyoruz? Neden çocuklar bunu bizden farklı düşünüyor?”. Sonrasında da kendi aramızda değerlendirmelerde bulunuyoruz. O anlamda “Kendimi Tanıyorum, Kentimi Tanıyorum” bizim de kendimizi tanıdığımız bir alan. Biz plancıyız ve mekana bizim baktığımız gibi hiç kimse bakmıyor. Çocuklar hiç bakmıyor. Mekan gibi herkesi bağlayan bir şeyi anlama ve anlatma noktasında mesleki deformasyonlarımız var. Dolayısıyla “bu dili nerede ortaklaştırabiliriz?” diye baktığımızda bu interaktif süreç bize kendimizi tanıma ve sınırlarımızı görme fırsatı verdi.

“Nerelerde atölyeler yaptınız?” sorusuna da değinecek olursak, psikolojik danışmanlık merkezlerinde, görece daha üst orta sınıf diyebileceğimiz çocuklarla da çalıştık; gecekondu mahallelerindeki çocuklarla da çalıştık; köy okullarındaki çocuklarla da çalıştık. Onların verdikleri farklı izleklerden “Mahallede şunu deneyimleyen çocuktan şöyle bir üretim çıkar.”, “Üst orta segmentte, şu mekanları kullanan çocuklardan şu deneyimler ortaya çıkar.” gibi bir genellemeye gitmeden, biz kendi fikri tıkanıklıklarımızı anlamaya çalıştık. 

“Kendimi Tanıyorum, Kentimi Tanıyorum” Atölyesi, İstanbul

“Çocuklara kentin seslerinden bir kolaj hazırladık ve hep beraber onlarla birlikte o sesleri gözümüz kapalı dinledik.”


Bu atölyeyi izleyen, farklı temalarda başka atölyeleriniz de oldu. Onlardan da bahseder misiniz?

Gizem: Hrant Dink Vakfı’nın Ermenistan-Türkiye Seyahat Fonu kapsamında bir proje yazdık. Bu uzun soluklu bir proje. Projenin adı: Biriktirilmiş Mekanlar – Hafızanın ve Çocukluğun Kentleri. Burada, “göç odaklı bir mekanda, çocuklar ve büyükler göçle mekana gelen katmanları nasıl deneyimliyorlar?” bunu ölçmeye çalışıyoruz. Çünkü, -ilk sorunun da belki kısmi cevabı olabilir- biz kendi aramızda bu süreci tartışırken, kendi öğrenme deneyimimizde, çocukluğumuzun ne kadar etkili olduğunu gördük. Çocukluk çok fiziksel bir dönem. Bizim ölçek algısını, güvenlik algısını, mekana dair sınır algısını kurduğumuz bir dönem aslında. Hayatta mekanla bağ kurmak açısından baktığımızda çok önemli bir dönem. Erivan, göç örüntülerini biraz daha ölçümleyebileceğimiz kentlerden birisi. Orada bir atölye çalışması yaptık. “Kendimi tanıyorum, kentimi tanıyorum” atölyesini yine orada da gerçekleştirdik. Ama bundan farklı olarak, orada gezerken kentin seslerini kaydettik. Çocuklara kentin seslerinden bir kolaj hazırladık ve hep beraber onlarla birlikte o sesleri gözümüz kapalı dinledik. Çok kısmi yönlendirmelerle, “Şimdi kentten yükseliyorsun, yukarı doğru çıkıyorsun, ağaçlar küçülüyor, kuşların yanından kentine bakıyorsun; nasıl bir kent görüyorsun?” gibi yönlendirmelerle onların mekanı düşünmesini sağladık.

Başak: Aslında orada ilk atölyeye giriş olarak çocukların kente ölçek olarak biraz daha yukarıdan bakmalarını hedefledik. Sadece bulundukları yeri değil, kentin bütününü algılamaları amacımızdı. Ve kentin bütününü hayal ettikten sonra, kendileri bir kuş olup uçup yükseldikten sonra, konmak için bir yer seçmelerini istedik. Bunun cevapları bizim için değerliydi çünkü söyleyecekleri cevaplar bu çocukların kendi bağ kurdukları, deneyimleyebildikleri, belleklerinde anılar biriktirdikleri mekanlara referans verecekti. Orada da bunları almaya çalıştık çocuklardan: “Çocuklar için kentin hangi alanı önemli? Erivan çocukların gözünde hangi noktalarda öne çıkıyor?” gibi.

Gizem: Bu da bizi aslında kendi aramızda da şaşırtan bir çalışma oldu. Çünkü biz sesleri topladık, biriktirdik ve Erivan’da bir kafede oturduk, seslerin kolajını yaptık; gözümüz kapalı dinliyoruz: Çocuklara küçük de olsa yönlendirmeler vereceğiz ve bu yönlendirmeleri nasıl referanslarla vermeliyiz diye düşünüyoruz. Çünkü çocuğun hayal dünyası o kadar geniş ki o seslerden bambaşka şeyler düşünebilir. Bu arada biz de gözümüzü kapadığımızda bambaşka şeyler düşünüyoruz: örneğin ben gözümü kapadığımda, çok inşaat yoğun bir kent olmamasına rağmen, dört günden beri onu deneyimliyor olmama rağmen, Erivan’daki seslerinin hepsi bana -bir İstanbullu olarak- inşaat seslerini çağrıştırdı.

Başak: Mesela benim için rüzgar olan ses Gizem için inşaat sesi olabildi.

Gizem: “Bu referansı nasıl vereceğiz? Çocuklar için somut bir referans veriyor muyuz? Vermiyor muyuz?” diye bayağı kendi aramızda tartıştık. Ama sonrasında, Erivan’dan yani kentten referans veren çocuk sayısı çok az oldu. Onlar bambaşka bir kent kurgusu, bambaşka bir hayalgücü anlattılar bize. Aslında bu da günün sonunda bize birşey söylüyor. Çalışmalarımızı hiçbir zaman şöyle değerlendirmiyoruz: “Biz çocuklardan bunu bekliyorduk, ama bu gelmedi.” Bu bir sorun, ama bizim açımızdan bir sorun. “Biz niye onlardan bunu bekledik? Onlar bize beklediğimizin aksine ne söylüyorlar?” üzerine düşündüğümüzde, o hayalgücü bize de kapı açıyor. Biz de böyle düşündüğümüzde kısmen oraya girmeye başlıyoruz.

Başak: Aslında atölye temel olarak onlara birşey vermek ve onlardan birşey beklemek dışında, onların bize ne söylediğini anlayabilmek üzerine kuruluydu.


Biriktirilmiş Mekanlar – Hafızanın ve Çocukluğun Kentleri Atölyesi, Erivan


Biriktirilmiş Mekanlar – Hafızanın ve Çocukluğun Kentleri Atölyesi, Erivan

Atölyelerde sizi şaşırtan tasarımlar çıktı mı peki?

Başak: Evet çok fazla çıktı hem de. Çok ekstrem, değişik tasarımlar yapan çocuklar da oldu ama beni en çok şaşırtan, bir mahallede yaptığımız atölyede, çocukların sanki birer şehir plancısıymış gibi bütün donatılara sahip bir mahalle tasarlamasıydı. Sağlık ocağından otobüs durağına, bankına, sokak adlarına kadar, bütün detaylarıyla tasarlayabildiler. Şehir plancısı olarak kendimi sorguladım (gülüşmeler).

Gizem: Beni de şaşırtan ilk atölyedeki çalışmamızdı. Daha “üst-orta sınıf” diyebileceğimiz bir çocuk grubuyla çalıştık. Çocuklardan bir tanesinin deneyimi daha çok alışveriş merkezi ya da kapalı site gibi bizim şehircilik literatüründe çok da çocuğa ya da insan ölçeğine uymayan mekanlar olarak tanımladığımız mekanlarda vakit geçiren bir çocuktu. İşte ön yargıyla bakmamak bu yüzden çok önemli. Çocuk kendi deneyimine göre orada bir alışveriş merkezi, kapalı site kurdu ama hayalgücü o kadar geniş ki “ben bunları kente yaptım, yerleştirdim ama bunun altında koskocaman bir eğlence kompleksi var.” dedi.

Farklı yaş gruplarından çocuklarla çalışmak farklı yöntemler gerektiriyordur herhalde? Bu farklı dönemlerdeki davranış biçimlerine uyum sağlamak sizin için zor oluyor mu? Çocuk psikologlarıyla beraber çalıştığınız atölyeler de vardı sanırım?

Başak: İlk atölyemizi çocuk psikologlarıyla birlikte yapmıştık, onlarla kurgulamıştık. En temelde, “Çocuklara nasıl yaklaşmalıyız? Dikkat etmemiz gerekenler nelerdir?” gibi sorularla, çocuk psikologlarıyla birlikte bir deneme atölyesi yaptık diyebiliriz. Onun geri bildirimlerini alarak diğer atölyeleri düzenledik.

Gizem: Biz 7 – 11 yaş arası çalışıyoruz. Çünkü psikologlardan aldığımız bildirimlere göre 7-11 yaş çocuğun üç boyutlu olarak kendini daha net ifade edebildiği, ya da şöyle söyleyelim, bizim çocuğu daha net algılayabildiğimiz bir dönem. Bu dönemde çocukların motor becerileri ve ifade güçleri daha gelişmiş oluyor. Aslında okul öncesiyle yani 7 yaş altıyla da çalışmak istiyoruz ama şu anki deneyimimiz buna yeterli değil. Mahallelerde yaptığımız çalışmalarda 7-11 yaş sınırını koyuyoruz. Ama orada çok organik bir yaşam var. Yani, 7-11 yaş gelsin diye duyuru yaptığımızda sadece o yaş aralığı gelmiyor, daha küçük yaştaki çocuklar da geliyorlar.

Bu arada şunu da söyleyelim: geri dönüştürülebilir malzemeler kullanmak bizim için önemli. Çünkü biz bir etkinlik formu yapıyoruz ama bu geri dönüştürülebilir malzemeyle her atölyenin sonunda çocuklara diyoruz ki: “Bakın bunlar yumurta kabı, yapıştırıcı, karton, kağıt, boya kalemi. Bunlar sizin elinizde zaten var. Eğer bu oyundan keyif aldıysanız, bunu evinizde de arkadaşlarınızla oynayabilirsiniz.” Çocuk oynar mı oynamaz mı, onu çok takip etme şansımız olmadı; ama ellerindeki malzemeyle böyle bir imkan olduğunu onlara söylemek önemli bir şey.

Daha küçük yaştaki çocuklar da geliyorlar, onlar daha başka üretimler yapıyorlar ya da onlarla iletişim biçimimiz daha başka oluyor. Bir de 11 yaştan sonrası, erken ergenlik olarak adlandırılan bir dönem var. O dönemle de gene bu mahallelerdeki atölyeler vasıtasıyla çalışma fırsatımız oldu. Her yaş grubunun yapılan çalışmalara yaklaşımı farklı oluyor. Zor mu? Zor. Bizi bu anlamda çok zorlayan atölye çalışmalarımız oldu. Çünkü erişemediğimiz, o anki ifadesini, öfkesini kontrol edemediğimiz çocuklar da oldu. Bir anda çocuğun dünyasına girip, her şeyi full otoriteyle kurgulayıp, onu devam ettirmek gibi bir durum söz konusu olmuyor. Zaten atölye çalışmalarının interaktifliği de yaratıcılığı da buradan geliyor. Önemli olan değerlendirmelerde bulunabilmek.

Başak: Mesela “Kendimi tanıyorum, kentimi tanıyorum” atölyesini 5 yaş altı çocuk grubuyla yapmak çok mümkün değil. Her atölyenin farklı yaş grubuna göre yeniden kurgulanması gerekiyor. Çünkü onların kullanacakları malzemeler, yapabilecekleri şeyler daha farklı. 5 yaş altı çocuk grubu farklı bileşenleri birbiriyle ilişkili olarak algılayamıyor.

Örneğin Ankara atölyesi gerçekten zorlandığımız bir atölyeydi.


Yeşilova Höyüğü Ziyaretçi Merkezi, İzmir


Yeşilova Höyüğü Ziyaretçi Merkezi, İzmir

“Çocuklar o yıkıntıların arasında küçücük bir yeşil alana bizi götürdüler ve dediler ki: “Burası bizim kuş gözlem alanımız.”


Gizem:
Şehir Plancıları Odası Ankara Şubesi, Ankara/Altındağ Mahallesi’nde bir çalışma için bizi davet etti. Mahalle mekansal olarak çok zorlayıcıydı. Çünkü kentsel dönüşümle komple yıkılmış. Biz de yıkıntıların ortasında bir parkta çok kalabalık bir çocuk grubuyla –Normalde herkesle ilgilenebildiğimiz sağlıklı bir atölye çalışmasını maksimum 20 kişiyle yapıyoruz. – çalıştık. Sayı 50’ye vardı. Ve mülteci çocuklar da olduğu için dil sorunumuz da vardı. Mülteci çocukların çoğu Türkçe bilmiyorlardı. Bu bizim için önemli bir açmazdı. Çevirmenler vardı ama çocuklarla birebir iletişim kurabileceğimiz bir nokta yakalayabilmek biraz zordu. Mesela o atölyede çocuklar, birbirleriyle olan iletişimi, kendi hayatlarında olan çelişkiyi, çatışmayı atölye alanına da taşıdılar. O çelişki-çatışma ortamını kontrol etmeye çalışmak bizim için baya zorlayıcı oldu. Ama döndüğümüzde de mesela şunu dedik: “Bir grubun mekanına gidiyoruz. Orası bir mahalle. Oranın kendine ait bir yaşam kurgusu ve örüntüsü var. Biz oraya dışarıdan geliyoruz. Bizim fiziksel zararla ilgili algılarımız tamamen bizim kendi bireysel deneyimimizden geliyor. Dolayısıyla çocukların hayat içerisindeki çelişki ve çatışmalarını iki saatlik bir atölyede değiştiremeyiz. Bu çelişki ve çatışmaların içinde kendimizi otoriterleştirmeden ve çocukları nesneleştirmeden, geçirdiğimiz zamanın sınırlarını tartarak, kendi içimizde bunun zararlarını, dezavantajlarını görüp, olumlamaya da gitmeden, “avantajlarını nasıl görebiliriz?” diye kendi aramızda bir değerlendirme yaptık.

Başak: Bir de haritalama üzerine kurguladığımız atölyeler var. Burada da aslında çocukların kendi mekanlarını bize tanıtmalarını ve bizi gezdirmelerini istiyoruz. Bunu Ankara atölyesinde de uyguladık. O atölyelerde bizi şaşırtan şeylerle karşılaştık. Örneğin çocuklar o yıkıntıların arasında küçücük bir yeşil alana bizi götürdüler ve dediler ki: “Burası bizim kuş gözlem alanımız.” Normalde oraya baksam hiç aklımdan geçmez çocukların orayı bu amaçla kullandığı. Kenti çocukların gözünden tanımak adına bu harita atölyelerini oldukça önemli buluyorum. Yine Muş’ta üç farklı köyde düzenlediğimiz atölyelerde haritalama çalışması yaptık ve her biri aslında bizi şaşırtan atölyelerdi. Çünkü çocuklar mekanı çok farkı algılıyor ve her ne kadar onların gözünden görmeye çalışsak da bu zamana kadar aslında tam olarak görmemişiz. Çok farklı şeylerle karşılaşıyoruz.

Gizem: Harita çalışmalarına genel olarak çocuklar tarafından büyük bir ilgi var.

Başak: En çok eğlendikleri atölye o oluyor.

Gizem: Bulmaca gibi, onlar gezerken hava fotoğrafı veriyoruz ellerine. Hava fotoğrafını görmek onları çok heyecanlandırıyor. Ellerinde kalemlerle işaretlemeye başlıyorlar.


Kuş Gözlem Alanı, Ankara


Harita çalışması, Ankara, Muş

Son zamanlarda çocuklarla birlikte yapılan “mimarlık ve kent” konulu atölyelerde bir artış var. Sizce bu artış neye bağlanabilir?

Başak: Öncelikle, dünyadaki kent alanındaki gelişmeler çocuklara odaklanmaya başladı. Özellikle çocuk dostu kentler yaklaşımının dünyada çok öne çıkmasıyla beraber, çocukların kentteki yeri daha önem verilen bir konu haline geldi. Çocuk oyun alanlarının nasıl olduğu, ne kadar yeterli olduğu, yaşam kalitesini de belirleyen kriterlerden bir tanesi. Türkiye de bu akımı biraz geriden de olsa takip ediyor. Belediyelerde de çocuk dostu kentlerin bir mevzu haline gelmesi, çocukların kentteki yerinin daha ön plana çıkmasını sağlamış olabilir diye düşünüyorum. Bir de ilk sorunun cevabı olarak da söylediğimiz gibi, çocuklara ayrılan mekanlar gittikçe küçülüyor ne yazık ki ve çocukları sadece kendi oyun oynayabilecekleri küçük oyun alanlarına sıkıştırmak da çok doğru olmuyor. Sadece oyun alanlarının çocukların kendilerini ifade edebileceği yerler olması dışında, bu çocuk dostu kent yaklaşımıyla beraber tüm kentin çocuklar için bir ifade yeri olması, tüm kentin onlara ifade edebilmesi biraz daha mevzu haline geldi.

“Çocukların tüm tasarım süreçlerinde yer alabilecekleri alanlar yaratmak istiyoruz.”


Çocukların zihnindeki kent imajı ve kente dair kurdukları hayaller, tasarımlar kentten kente, ülkeden ülkeye, semtten semte karşılaştırınca nasıl değişiyor?

Başak: Farklı şehirlerden bahsedersek, her şehrin zaten iklimi, coğrafyası, bina tipolojileri, sokak dokularına kadar her şeyi birbirinden farklı. Buradaki bir çocuğun yaptığı tasarımla tabii ki Muş’taki bir çocuğun yaptığı tasarım bu anlamda birbirinden farklılaşıyor.

Farklı sosyo-ekonomik yapılardan gelen çocukların da tasarımlarında değişim oluyor.

Gizem: Aslında mekanla kurulan deneyim ne kadar farklılaşıyorsa o deneyim üzerinden bir şeyler çıkartma eğilimi var. Ama onların dünyasında herşeyi yorumlama kapasitesi o kadar geniş ki… Mesela bizim görmediğimiz, Başak’ın az önce bahsettiği o kuş gözlem yeri, bir yetişkin dünyası içerisinde bir boşluk olarak tanımlanabilecek bir yer.

Başak: Evet, büyük ihtimalle oraya bunu bilmeden bir tasarım yapacak olsan, orayı hiçbir şekilde öyle algılamazsın ve buna yönelik bir tasarım yapmazsın.

Gizem: O çocukların hayatında hayvanlar önemli. Çocukların hayatında o hayvanlarla kurdukları ilişkiler önemli. Ve bunu bir deneyime çevirebilecekleri mekanı kendi kendilerine üretmişler.

Bir de bu atölyelerin haricinde “Park Dedektifi” diye bir projeniz var sanırım. Orada ne yapıyorsunuz?

Başak: “Park Dedektifi” sitemiz için tasarladığımız bir bölüm. Yakında yayına girecek. Şu anda #parkdedektifi etiketiyle veri topluyoruz. Karşılaştığımız farklı parklara yönelik, hem bizim gözlemlerimizi paylaşabileceğimiz, hem de harita üzerinde çocukların nerede park olduğunu görebileceği bir veritabanı.

Gizem: Aslında bizim çalışmalarımızın üç ayağı var: Atölyelerle olan çalışmamız ilk ayağıydı. Çünkü çocukları tanımaya ihtiyacımız vardı. Bu atölye çalışmaları bu anlamda bize çok büyük bir deneyim birikimi sağladı. Bu biriktirdiğimiz deneyimi bir şekilde gündem edebilmeyi istiyoruz; çocuk ve kentle ilgili birçok konuyu kapsayan bir format oluşturmaya çalışıyoruz ve bunu site üzerinden yapmak istiyoruz. Yani çocuk=park bakışından biraz rahatsızız. Çünkü, Başak’ın da dediği gibi çocuğun kentte kullanabileceği her mekandaki, güvenlik meselesi, çocuğun kaliteli vakit geçiriyor olması, kaliteli yerlerde eğitim görüyor olması, hizmetlere erişebilirliği, bizim dert edindiğimiz konular. Ve bu konuda çalışan diğer kurumlarla da işbirlikleri yaparak bu deneyimleri paylaşabileceğimiz bir site kurgusu hazırlıyoruz. Sadece park alanını konu eden değil, oranın erişilebilirliğini, güvenliğini, çevre ilişkilerini de konu eden bir format hazırlayıp, standartlardan da yardım alıp, bunu gündeme taşıyabileceğimiz bir proje kurguluyoruz. Onun dışında bir de uygulama tarafı var bu işin.

Başak: Bizim asıl dert edindiğimiz konu bu. Atölyeler yapıyoruz; ama uygulama en çok öne çıkan kısım diyebiliriz. Çünkü eğer kent mekanında bir değişim yaratmak istiyorsak, bunları uygulayabileceğimiz alanların olması lazım. Diğer türlü sadece bilgi toplamak ve o bilgiyi yaymak kadarıyla kalıyor. Özellikle, çocukların tüm tasarım süreçlerinde yer alabilecekleri alanlar yaratmak istiyoruz.

Gizem: “Katılım” çok popüler bir kavram. Ama çok da prestijli olmasından kaynaklanan bir kavramın içinin boşaltılması durumu var. Çocuğa dair bir mekanda, çocuğa duvarın rengini sormak da bir katılım konusu ediliyor; ama bunu daha fazla genişletebileceğimiz bir uygulama alanı yaratmak bizim nihai hedefimiz. Meslek alanımızın ve kentlerimizin buna ihtiyacı olduğunu düşünüyoruz. Hepimizin buna ihtiyacı var. O yüzden uygulama alanını da bu anlamda değiştirecek bir kurgu yapmak istiyoruz.

Başka planlarınız, eklemek istediğiniz şeyler var mı?

Gizem: Bu atölye çalışmalarını kendi disiplinlerimiz özelinde geliştirmek istiyoruz.

Başak: Daha önce dediğimiz gibi ekibimiz 5 kişilik hepimiz farklı disiplinlerden geliyoruz. Atölyeleri bu birikim çerçevesinde çeşitlendirmek ve geliştirmek öncelikli hedefimiz.

Etiketler

8 yorum

  • ahmet-turan-koksal says:

    Yazı çok hoş ve bilgilendirici. Ayrıca Büyükada Camii yarışmasındaki birinci projeye getirilen eleştiriye de katılıyorum.

    Teşekkürler.

  • faruk-ozgokce says:

    Sağ olun Ahmet Turan Hocam. Mimar ve Yazar kimliği olan birisinin beğenmesine ayrıca sevindim. 🙂

  • mert-ekin says:

    Güzel bir yaklaşım olmuş… Bir de üstüne dedektiflerin ‘parayı izle’ metodu eklenebilir: daha çok alan/m2 daha çok bütçe/para demektir. Cami inşaatlarındaki saadet zinciri döngüsünü de başka bir yazıda araştırmak gerekiyor sanki…

  • faruk-ozgokce says:

    Sağ olun. Cami inşaatlarında “para bulunur bir şekilde” mantığı ilginçtir gerçekten. Hiç para olmaz cami projeleri başlandığında (genelde) ama yapılabileceğinin en büyüğünü isterler.

  • ahmet-turan-koksal says:

    Hatta hiç para yokken, başlanan yarım yamalak camilerde (sıva yok, B.A. karkas yıllarca su yer çatı örtüsü olmadığından, statik hesabı yoktur zaten su yüzünden statik değerini de kaybeder) Cuma’ya gidersin, hoca yardım edilmiyor diye cemaati fırçalar. Caminin durumunu görmüyor musunuz diye? Ben bunu yaşadım. Her cuma yanlış hesaplar için ve hatta milyarlık avize için Allah Rızası için para istenir. Her Cuma.

    Amacım kimseyi kötülemek değildir ama bir bilene (mimar) sordun mu bu kadar büyük bütçeli işe beş parasız atılırken. “Allah yardım eder” demek büyük saygısızlıktır.

  • faruk-ozgokce says:

    Fiili dua etmeden “Allah yardım eder” demek tevekkül’e de aykırı. Bir de üstüne cemaati suçlamak, haksız iken haklı gibi davranmak…
    Cami yapıları için para bulmak konusu olmuşken twitter dan Seda Özen’in başka konuda paylaştığı bir yazı üstüne çok iyi geldi. Tarihi süreçte yapılar için nasıl paralar bulunduğu ile ilgili bir yazı. Biraz efsanevi, biraz fantastik, biraz gerçek. Zevkli bir araştırma konusu.
    https://goo.gl/nGbdux

  • aysegul-ince says:

    çok güzel bir yazı olmus. teşekkürler

  • bora-akin2 says:

    Yazı için elinize sağlık Ahmet Bey’in Büyük Ada yarışmasında getirdiği öneride çok başarılıydı ve beni hep düşündüren sorunlardan birinin cevabı belkide.

    https://goo.gl/eNRh9w

Bir yanıt yazın