Yeni Mezun Bir Mimar. Aynen!

Ben 2017 yılında diplomasını almış yeni mezun bir mimarım. Bu yazıyı mimar, iç mimar, şehir bölge planlamacı fark etmez, geleceğin tasarımcıları olacak sizler için yazdım. Eğer başka meslekten kişiler, yeni veya eski mezunlar, mimarlığı seç seçme diye öğüt veren büyüklerim, maddi kazancı iyi olan müteahhit öz dayım, felsefe doçenti küçük amcam, beli, dizi ağrısı bitmeyen ananem, üniversitede edindiğim sevgililer ve sonunda ayrıldıklarım ve hatta mimarlık fakültesindeki hocalar, mimarlık öğrencilerinin velileri, lise hocalarım, yeni adını bilmiyorum ama eskiden adı TEOG’tu ya, onun için özel ders aldığım hocam ve ÖSS sınavı için gittiğim eskiden dershane şimdiyse özel lise olan kurumun yöneticileri, yanında staj yaptığım mimar patronlar, CAD yazılımı kursları eğiticileri, yazılım ve donanım satanlar, ders çalışmayışımın en büyük sebebi çevrimiçi ve dışı bilgisayar oyunu üreticileri, adamı kanser eden tuttuğum futbol takımının başkanı ve teknik direktörü, bedelli askerliği bir ayla kaçırmama sebep olanlar, çizim ve maket malzemesine yüklüce paraları bayıldığım kırtasiyeciler ayrıca Mimarlar Odası Yöneticileri, mimarlık okulları bölüm başkanları, dekanlar hatta hatta koca koca rektörler, siz de okuyorsanız… Amenna.

Sevgili mimarlık öğrencisi, sen de benim gibi bir şekilde sıkıcı lise eğitimini tamamlayıp bir fakülteye girdin. Tahmin ettiğin gibi olmadı, fakülteye kapağı atınca tam olarak rahatlayamadın değil mi? Sebeplerini ortaya dökeriz de mezun olduğunda daha da sıkıcı ve boğucu bir ortama düşeceğini yavaş yavaş kavrıyorsun sanırım. Şimdi o kavradıklarını bir de ben açık edeyim.

Çok merak ettiğin ve bu yüzden ilk cevaplayacağım soru şu: Neden hocalar bize kızıyorlar? Ayrıca yaşları arttıkça kızgınlıkları daha da artıyor. Hoca kısmı belki daha kolay üniversite kazandığımıza, onlardan daha çok seçeneğe sahip olduğumuza kızıyorlar, belki de bu yolla pek hak etmediğimizi düşündükleri halde zahmetsizce kendilerine meslektaş olduğumuza… Yoksa onlara piyasada değer verilmediği için mi? Belki de onları sıkboğaz eden bölüm başkanına, dekana ve hatta rektöre hiçbir isteklerini kabul ettirememeleri yüzünden devamlı sinirliler ve bizim yaptığımız hiçbir şeyi beğenmiyorlar.

Üniversite yönetiminin hocalara kötü davrandıklarını, eğitim öğretim yerine para, makamı önemsediklerini söylüyorlar devamlı. Ayrıca üniversiteye akademisyen alınırken, liyakat esaslı seçim yerine torpile önem verdiklerini bazen açık açık belirtirler. Okulun fiziki şartlarını beğenmezler, şehri beğenmezler, imar ve şehircilik faaliyetlerini beğenmezler, yönetimi beğenmezler, bunda da haklıdırlar çoğunlukla. Fakat ne yazık çoğu hoca (bazılarının hakkını vermek, onları ayrı tutmak gerek) sınıfın dışına çıkınca seslerini yükseltemezler. Gazeteye yazı yazsalar, röportaj verseler, sosyal medyada yazsalar, meslekleri icabı az da olsa eleştirel olsalar, okuldan atılmaları ve başka bir okulda iş bulamamaları işten bile değildir. Eh bu durumu biz öğrenciler mi yarattık? Hayır. Yine de eleştirilerini sadece bize iletirler ve kendileri de çözümü bilmediklerinden topluca çaresiz kalırız. Sonra sanki tek suçlu bizmişiz gibi bir daha bize kızarlar. Bu nesilden mimar filan olmaz ya…

Liseye ne demeli? Sadece sınavlarda “net” yapmayı hedefleyen garip bir eğitim sisteminden çıkan biziz. Bir kere devlet okullarının çoğunda eğitim kalitesinin düşük olması kanıksanmıştır. Mecburen özel okullara gider, ailemize yıllar boyu yük oluruz. Özel ya da devlet liselerinde genelde öğrenciye araştırma becerisi doğru dürüst verilmez. Amaç “üniversiteye” hazırlanmak değil, “üniversite sınavına” hazırlanmaktır. Tek arzulanan, bizim neresi olursa olsun bir yeri kazanmamız, fakülteye kapağı atmamızdır. Sanki girdikten sonra her sorun hemen çözülüyormuş gibi.

Sınava girmeden önce ve sonra puanlar açıklanınca herkes ama herkes mesleğimizin ne olacağına karar vermeye kalkar. Örneğin mimar olmak istiyorsunuz, yeni mezunlar “okul çok zor, çok zooorrr, gezmeyi tozmayı, eğlenmeyi unut” derler. Gezip tozmak, eğlenmek bizim kuşak için önemlidir, bunu kabul ediyorum. Hemen ardından gezme tozmanın vatan hainliği olduğunu düşünen genelde meslekte 20 yılını doldurmuş abi ve ablalardan fırça geliyor. Bizim farklı bir kuşak olduğumuzu ve onlara hiç benzemediğimizi kabul etmiyorlar. Biz hayatta neyin gerekli olduğunu hiç düşündük mü? Önümüze geldi, biz de faydalandık. Birilerinin önümüze bu fırsatları çıkardığını, hatta fedakârlık yaptığını dahi bilmiyorduk. Tabii ki değerini sizler kadar bilemeyiz. Ben gittiğim özel lisede öğretmenden ne zaman şikâyet etsem annem okula geldiğinde hep benim haklı olduğumu varsaydı. Babam “Bu okulun ücreti yüksek, daha iyi bir okulu kazansaydı keşke, ben fahiş eğitim ücretlerini sorgusuz sualsiz ödemek zorunda mıyım?” deyince ayıplandı. Fakülteye girdim diye bu gerçekleri kavramam mümkün değil. Bunu kabul edin. Ben okurken de yaşarken de zorlanmak istemiyorum. Ne okuyacaksam, ne göreceksem olabildiğince az efor sarf etmeli, hiç zorlanmamalı, ekonomik şekilde kafa yormalıyım, kafam mümkünse hiç yorulmasın… Hiç endişelenmemeli hiç zorlanmamalıyım. Bilin ki bu bir yetiştirilme meselesidir. Hem “bizim çektiklerimizi çocuklarımız çekmesin diye çalışıyoruz” deyip, hem de bir fakülte kazanınca, “bu çocuklar da hiç hizaya gelemiyorlar” diye hayıflanılır mı? Biraz tutarlı olsanız iyi olur. Bu sonuç basit bir şımarıklık değil, bir sürecin doğal çıktısıdır.

Neyse, bana dediler ki “yanlış kişilerden tavsiye alıyorsun. Senin kuşağına yakın gençlerin işi gücü aylaklık, mesleği bilmiyorlar, usta bir mimarın yanına git”. Oradan buradan sordurduk, bizim eniştenin yan komşusu yılların mimarıymış, gerçi genelde belediyeye ruhsat projesi çizmiş hayatı boyunca. Beni bürosunda kabul etti ama her şeyden şikayetçiydi, mensubu olduğu mesleği kötüleyip durdu ve çok keskin bir dille “sakın mimar olma” diye uyardı beni. Ailem bu tavsiyeye uymama dünden razıydı zaten.

Muhakkak sizin de ana babanız tıp doktoru olmanız konusunda ısrarcıdır. Hatta siyatiği yüzünden her daim bıçak saplanması gibi acılar (acaba kaç kere bıçak saplamışlar da bunun nasıl bir şey olduğunu biliyor) çeken ananeniz, torunu doktor çıkıp ona ömrü boyunca bakacak diye hayaller kuruyordur. Mimar olacağım dediğinizde gönül koyar. Etrafımızdakiler kendilerini düşünürken, biz hayatımızda iyi kazanacağımız rahat edeceğimiz bir meslek isteriz.

İşte bu doğal isteği kefeye koyunca diğer kefedeki Mimarlık mesleği tartıyı bir türlü eşitleyemiyor aslında. “O zaman ananı, babanı, dedeni nineni dinleyip neden tıp seçmedin” diyorsanız, öyle bir puan alamamıştım ama bir ara ek kontenjandan girme şansım bile oldu. Ülkedeki üniversitelerin boşluğunu görüyor musunuz? İş ciddiye binince tıp mezunu olmak için yıllarca okumak gerekliliği de aklıma geldi ve bu karar mizacıma uygun düşmedi. Yine mimarlığı seçmeyi düşündüm, bu sefer mesleğine âşık bir mimar buldum. Bana mimarlığı öven tavsiyeler verecekti. Verdi de: sonlanmaz şekilde maddi sıkıntı içinde ancak bir asker gibi, her daim mücadeleden, devrimden filan bahsediyor. Yok aslında bu da bana uygun değil, devamlı neden ve kime karşı mücadele edeceğimiz ve mimarinin neden bu kadar siyasi bir mesele olduğunu anlayamadım.

Artık kararsız kaldım, olayları akışına bırakınca bir şekilde bir üniversiteye hem de bir mimarlık fakültesine girmiş bulundum. Daha başından farklı bir ortamdı burası. Elişi dersleri dışında elime makas, uhu almamış, resim dersleri yerine müzik derslerini tercih etmiş (plastik flütle iki üflesem geçer not alabiliyordum) elyazım pek bir kötü ve üstüne üstlük lise ikinci sınıftaki geometri dersinden sonra elime cetvel değmemişti. Teknik resimde bir türlü istenenleri düzgün çizemiyordum. Boynum ağrımaya başlamıştı. Sonra hoca geldi “Herkes mimar olmak zorunda değil. Senden mimar olmaz” dedi. Haydaaa!

Cevaben, “Senden hoca olmuş mu peki” diyemedim. Nasıl bir kendini üstten görmeydi bu, nasıl bir zevzeklikti! Sen misin buna karar veren, seni buraya böyle kararlar veresin ve öğrenciyi meslekten soğutasın diye mi diktiler? Ne yani, ben senin bu çemkirmeni ciddiye alıp mimarlıktan vazgeçsem bilimsel bir gelişmeye yardım mı etmiş oluyorsun?

Yalnız bu aşağılanma bende tam ters etki yaptı, bana faydalı oldu. Hırslandım. İnatçıydım ama projelerden bir türlü geçemiyordum, her şeyden önce araştırma yapmayı bilmiyordum ki… Hocalar yine bizi ilgisizlikle suçluyor, internet dışında bir kaynak bulamadığımız için aşağılıyorlardı. Kütüphaneye gitmeye karar verdim, bizim fakültenin kendine ait bir kütüphanesi yoktu ki, süresiz tadilattaymış. Ben okuduğum sürece çok az açık kaldı. Merkez kütüphanesi de mimarlık alanında bomboştu. Devlet üniversitelerinin kütüphanelerine gitmek gerekiyordu ama oraları da dışarıdan gelenlere kapalıydı. Başka üniversitelerden çok fazla kişi geliyormuş, baş edemiyorlarmış.

Proje bir türlü oturmuyordu, hocaların aşağılamaları sürerken ben de çalışmamaya devam ediyordum. Bir keresinde neden çalışmadığımı soran hocaya “Tembellik hakkımı kullanıyorum” deyince çok ilgilendi, nihilizmden girdi başka felsefi kavramlardan çıktı. Lafarque gibi laflar etti. Hiçbirine uygun cevabı vermemiş olmalıyım ki heyecanlandığı şey fos çıkmış gibi hayal kırıklığına uğradı. Bense aslında hiçbir açıklamaya gerek olmayacak şekilde, hiç de felsefi yanı olmadan “tembel” olmak istiyordum. Hem Lafarqueder?

Sonra hoca çekti önüne eskiz kağıdını, kendisi şöyle böyle yoldan git, şu bölümleri kendin araştır dedi. Ben dediğini yapıp kursta öğrendiğim için AutoCAD’te çizdim, sonra bir daha düzeltti, ben temize geçtim, sonra bir daha filan… öyle öyle kendimden pek bir şey katmadan verdim projeleri geçtim.

Bazen jüriler oluyordu, kendi hocamın dediğini yapıyordum ama jüride diğer hocalar eleştirirken o kolayca aradan sıyrılıyordu. Yahu hocam, sen demedin mi şurasını şöyle yap? Kendi tavsiyelerini kendisi gömüyor, suçlu ben oluyorum! Asistanlar daha fena. Hocaların yanında ayrı, tek başına kaldığımızda ayrı konuşuyorlar.

Bir de hocaların kendi aralarında çekişmeleri var. Bazen olayları açık açık bize anlatırlar, sonra bir yorum yaptığımızda (biz de gıybet yapmayı seviyoruz 🙂 “Sen öğrencisin, sen karışma” derler. Aslında küçük hesaplar peşinde olanlar biz değiliz galiba.

Ödevlere ne demeli? Her hoca kendi dersini mimarlığın temeli olarak görüyor. Muhakkak öyledir ama faydasız ödevler, peşinden ezbere dayalı sorularla dolu vizeler sınavlar gelir. Yahu şehircilik var, sanat tarihi, mimarlık tarihi, mukavemet, statik, yapı fiziği ya da iklimlendirme, ince yapı, eski eser restorasyon, bazen arka arkaya üst üste üzerimize geliyorlar. Bazı hocalar derste slaytı açıyor ve onu okuyor. Evet, koskoca öğretim görevlisi hayatını adadığı konuyu dersi karanlık ortamda sınıfta, slayttan birebir okuyor. Doğal olarak bizim de o derslerde uykumuz geliyor, uyuyanları tespit edip derste yoklamadan ismini siliniyor. Başkasının adına imza atanı kontrol etmek yok ama uyuyanı ya da geç kalanı sınıfın önünde azarlamak tatlı. Derste uyuyan değil uyutan suçludur bence. Hoca kendi uzmanlık alanıyla ilgili iki cümle kuramıyor ama bizden yaratıcılık istiyor ve bu sıkıcı konuları sünger gibi çekip kendi projemizle birleştirip sonuç çıkarmamızı emrediyor. Sanki o dersler mimarlık için değil, başka bir bölümün zorunlu dersi, geçilmesi gereken farklı konular gibi… Inkilap Tarihi bile ezberlenmez ya da slayttan okunmaz.

Bir de inek arkadaşlar var. Not için her şeyi yaparlar. Hatta az not almışlarsa hocayla gidip özel olarak konuşup ne gerekiyorsa onun yalanını söylerler. Ne üstün yetenekli ne de bu mesleğe gönül vermişlerdir. Çok not almaları gerekir. Eğer ben bir dersi çok sevip hasbelkader ondan yüksek almışsam çıldırır. Bir gün hocanın odasına gidip benim notumum (kendisinin değil benim) düşürülmesini talep etmiş. Hoca odasında bu arkadaşı kışkışlamış, ertesi ders günü “Sadece kendi notunuz sizi ilgilendirir, resmi olarak aldığınız nota itiraz edebilirsiniz. Ancak başkalarının notunu indirin arttırın diye bana gelmeyin” dedi.

Sonra ders notları ve ödevlerin içeriklerini saklarlar bazı sınıf arkadaşları. Şaşırmayın, gerçekten saklarlar, çok hırslıdırlar. Bir gün birine sordum “şu derste neler isteniyor ödev olarak, derse katılmadım o gün” diye. “Gelseydin, ben sana söyleyip de kendime rakip yaratamam” dedi. “Sen neyin kafasını yaşıyorsun” dediğimde herkesin onun başarısını kıskandığından şikayetçi oldu. Ben de “2019 yılı besi hayvanları için otlak ve mera metrekare kullanım fiyatlarını, resmi gazeteden bakabilirim sana ihtiyacım yok” şeklinde anlaşılması zor bir ironi yaptım. Anlamadı.

Ben kendi keyfime bakmalıyım, onunla mı uğraşacağım. Üniversitenin önünde vale var. Bir kere dayımın Passat’ına el koydum, kız arkadaşımı evinden aldım, üniversiteye geldik, park yeri arıyorum, park edip üniversiteye gireceğiz. Arabanın klima ayarını defalarca değiştiren sonra hızını alamayıp radyo istasyonlarını kurcalayan, ön koltuğa kurulmuş sadece 17 gün kız arkadaşım olacak hatun kişi “valeye versene aşkım” deyiverdi. Kız için de önemli belli ki vale hizmeti alacak kadar zengin olmam. Mecburen dediğini yaptım, vale teslim noktasına nazır kafede oturan aynı kafadaki kız arkadaşlarına nispet yapar bir havayla arabadan indi. Benim harçlığın büyük bölümü ilim irfan yuvasının kapısında çalışmasına izin verdiği bu gereksiz hizmete gitti. Dayıma söyleyemedim, harçlık istediğimi zannederdi, felsefe doçenti amcama anlattım, hiç düşünmeden “o kızı hemen bırak ve kendine gel” diye beni sertçe uyardı. Ona göre önünde vale hizmeti olan üniversiteden hayır gelmezmiş.

Mezun olduğum üniversitenin rektörü neredeyse her hafta televizyondaki açık oturumlarda iktidar lehine siyasi görüş bildirirdi. Fakat biliyorduk ki hocalar bir sorunu çözmek için onunla görüşmek istediklerinde hiç ilgilenmezdi. Sekreteri “kesin size geri döneceğiz” dese bile… Biz diğer fakültelerle birlikte tüm eğitimimizi depreme dayanıklılığı tartışmalı kat otoparkından devşirme bir binada gördük. Mimarlık bölümü kadrolu hocaların odası, eskiden arabaların katlara inip çıkmalarını sağlayan rampa üzerindeydi. Bildiğin %20 eğimli döner rampa. Allahtan demir doğrama üzerine OSB kaplama ile zemini düzeltmişler. Yoksa düşünsenize, tekerlekli ofis sandalyesine otursalar eğer masaya kendilerini bağlamazlarsa bir boş anlarında hepsi en alt kota toplanırlardı! Tüm mimarlık bölümü için ayrılan yer, 7-8 metrelik uzunluğu ve genişliği 2.50 olan yay şeklinde bir mekândı. Bölüm başkanının odası yoktu, yani önemli bir konu konuşmak için özel bir mekân bulamazdınız. Çoğu proje dersimizi ikinci bodrum katta penceresiz havalandırması olmayan bir stüdyoda yapardık. Birinci bodrumda yemekhane olduğundan bazen ortalığı koku basardı. Yan tarafta mescit olduğundan Cuma günleri koridorda çınlanan ezan sesiyle kapıdan çıkarken bırakılmış ayakkabı yığınına basmadan koridordan geçmemiz gerekirdi. Kampüs içindeki ortak mekânlarda orta yaş üstü teyzelerin salon takımı gibi süslü varaklı, garip lake koltuklar ve masalar görürdük. Mütevelli heyeti başkanının batan bir hastanesi varmış, onun koltuklarıymış. Kendisi kış günü beyaz pantolon ve beyaz deri ayakkabılarla okulun her tarafında herkese gülücük dağıtırdı.

Evet, bu dersliklerde, bu koltuklarla bizden iyi mekân tasarlamamızı isterler. Hocalar devamlı fırça atar durur. Biz çizdiğimiz mekânı tahayyül edemeyiz ki, “kesit böyle mi çizilir” diyen hocalar bizden mimar filan olmayacağını beyan ederler ama kimse de sormaz ki bize kesit çizmeyi öğreten oldu mu hiç? Kendi kendimize öğrenebilsek onlara ihtiyaç kalmayacak. Şükretsinler ki bizler tembellik hakkımızı korumak gibi kutsal bir amaç için didinip uğraşıyoruz.

Onların zamanında öğrencilik böyle miymiş, çizmek için cetvel, kalem, kâğıt dahi bulamazlarmış. Şimdi bilgisayar varmış…mış. Biz çok şanslıymışmışız.

Pek değiliz aslında: Bir kere o bilgisayardan herkeste var. Kullanmamız yasak. Schöller marka kâğıt isterler, çıktıları fotoblok üzerine getirmeyene kızarlar, çok pahalı kırtasiye malzemesi isterler, bilgisayar kullanırsak kızarlar. Onlara para yetiştirmek de büyük dert. Sadece kaliteli malzeme kullanmak da olmaz, o malzemeye gereği gibi davranmak gerekir. Yine de yaranamayız.

Bir de hocalar konuşmamıza takmışlar. Çok “kanka, kanki, kankito” diyormuşuz. İnanmadım saydım, gün içinde 127 kez kanka demişim. Çokmuş gerçekten de düzelteceğim inşallah. Bak harbiden yapacağım, kanka!

Bir hoca da taktı “aynen” lafına. Bizim için “evet, tamam, olur, uygun, yaparım, yapacağım, doğru, gelirim, giderim…” ve bunlar gibi tüm olumlu kelimeler için “aynen” kelimesini kullanmak doğru ve moda olanı. Dil tembelliğiymiş, pöh. Bir şey diyecektim ama üşendim şimdi.

Maket yaptırmakta, projede sağdan soldan biraz yardım almakta ne gibi bir yanlış olabilir ki? İşsiz bir sürü yapı teknikeri var. Onlar öğrenci projeleri çizebiliyorlar, ben paramla onlara iş imkânı sağlıyorum, mezun olduğumda da aynı adamı çalıştırabilecek durumdayım belki. Amcama çaktırmadan, dayımın iş yerinde çalışan, yeni çocuğu olmuş ve paraya çok ihtiyacı olan bir abiye yapı projemi çizdirdim. Hoca yine beğenmedi ama durumu çakozlamadı; ben de dersten geçince herkes kazanmış olmadı mı? Tekniker bebeğine zıbın alıyor, dayım yeğenine koltuk çıkıyor, hoca daha az sinirleniyor ve ben de mezun oluyorum, diplomam oluyor, ülke bir mimar daha kazanıyor, annem babam iktidardaki partiye “yiyorlar ama çalışıyorlar. Bak liseyi bitiremez denen oğlan, mimar çıktı” diye sözde istemeye istemeye oy veriyorlar. Ne var ki bunda, win-win işte. Kazı kazan…

Bazı üniversitelerde mezuniyete kadar, bazılarında üçüncü sınıfa kadar, bazılarında ise ikinci sınıfa kadar bilgisayar ile tasarlamak çizmek yasaktır. Neden? Bazı hocaların bilgisayarla üretmeyi küçümsemeleri hiç bilgisayar bilmemelerinden kaynaklanıyor olamaz mı? Yok efendim, eskiz çizmek düşünme şekliymiş. Anladık ve onun için pek kullanmasam da rulo eskiz kâğıdı aldım ve bir de kalın portmin kalemim var. Fakat bunlara sahip olunca eskiz çıkmıyormuş. O zaman bırakı eskiz çizmeyelim. Alın dediler aldık, eskiz malzemeleri bir kenarda duruyor işte.

Başka bir mesele de staj yapacak yerin bulunmasıdır. Dayım yine imdada yetişir ve “Naylon bir tane ayarlarım” der. Bense amcamın gazına gelir, “Gerçek bir tasarımcı mimarın yanında iş öğreneceğim” deyince, işvereni olduğu bir mimari büroya beni sokar. Diğer stajyerler genelde ozalitçiye, belediye ruhsat işini takibe ve hatta patronun karısının elbiselerini kuru temizlemeciden almaya gönderildiği halde ben orada da torpilliyimdir. Büroda çizim yaparım, genelde çizdiklerimi TOKİ tipi konutlardır. İmar mevzuatı değiştiği için, eski mevzuattaki haklarını kaybetmemek telaşıyla müteahhitler çıldırmışçasına iş buyururlar. Ay sonu geldiğinde maaş almak gibi bir hülya ile dolup taşarım ama verilmez bir şey. “İşi öğreniyormuşum, bundan daha iyi maaş mı olurmuş?” SGK primini zaten devlet ödüyor, bari öğle yemeklerini verselermiş diye içimden geçiririm. Dayıma gider, durumu anlatırım, “Sana boşuna stajı naylon halledelim dedim, sen inat ettin.” deyip konuyu kapatır.

Mimarlar Odası’na gidersin, öğrenci inisiyatifi filan vardır ama orada da mimarlık mesleğiyle ilgili ve tabii mezun olduktan sonra iş bulma konularında ve tabii maaşlı mimarlar için destek pek yoktur. Etkinliklere katıl, etkinlikte görev al. Tamam anladık, sonra? Sonrası yok. Onlar için önemli konu, oda yönetiminin “dincilerin” eline geçmemesidir. 30 yıldır aynı gruptan, genelde aynı kişilerden oluşan yönetim, iktidarı kaybetmemek için seçim zamanları öyle bir cevvalleşir ki sormayın.

Mezun oldum, iş yok. Dayımın da durumu fenalaştı, ekonomik durgunluk sonrası geri dönen çekler yüzünden şirkete bile nadir gelmeye başladı. Lüks konutlar elde kaldı, yaprak kıpırdamıyor. Konkordato ilan etti edecek. Amcam, “Ne olur ne olmaz, o şirkette durma, evde kalman daha hayırlı” demeye başladı. Ben de yüksek lisans yapmaya karar verdim. Babam ve annem anaokulundan beri eğitimime çuval dolusu para verdiklerini ve bir de yüksek lisans için vakıf üniversitesine para ayıramayacaklarını söylediler. Burs bulmam gerekiyordu ama benim daha bir portfolyom dahi yoktu. ALES’te çok düşük not almıştım, dil puanım da iyi değildi. Puan yükseltmek için kurs bakındım ama bulamadım. Yine de babam, parti il teşkilatına daha sık gitmeye başladı, belki bir burs bulabilirmiş benim için. Evde bilgisayar oyunları oynamaya devam ediyorum ama boş değilim, üreticiyim. Oyunlarla ilgili bir Youtube kanalı açtım. Dediklerine göre oradan para çok çok çok kazanılıyormuş. Fakat bir türlü gerekli abone sayısına ulaşamadığım için para kazanamaya başlayamadım. Böyle giderse Youtuberlığın da peşini bıraktım bırakacağım.

Pek bir olumsuz yazdım, farkındayım. Nasıl üşenmedim, hayret. Bu yazıyla linç edilme ihtimalim dahi var. Fakat yine de canın sıkılmasın. Bütün bunların mizansen olduğunu bilmeni isterim. Örneğin, mezun olduğum üniversite İstanbul’un ortasında Metrobüs yolundan görünen bir bina değildir. Zaten yukarıda anlatılan her şey Patogonya’da geçiyor. Patagonyalı gençleri uyarmak istedim ama sadece Türkçe bilebildiğimden uyarılarımı Türkçe yazdım. Kimse üzerine alınmasın, bunlar ülkemizdeki mimarlık eğitimi ve sonrasında mimarlık meslek pratiği detayları değil. Rahat olun.

Haa, unutmadan, kankalar videomu beğenmeyi ve abone olmayı unutmayın! Aynen.

Etiketler

23 yorum

  • arife yılmaz says:

    Koskoca 4 yılına ve sonrasında mezun olarak geçirdiğin 2,5 yıla hiç mi iyi bir anı sıkıştıramadın?

  • Hasan Kerimoglu says:

    Neden mimar olamayacağınızı bize uzun uzun anlattığınız için minnettarız.

  • DİLAN TUĞÇE says:

    patoganya’dan selamlar.Okuması çok zevkli bir yazıydı. Anlatılan olayların çoğunu yaşayan ve yaşamaya devam eden yeni mezun bir mimar olarak samimiyetiniz için teşekkürler.

  • İdil says:

    Mimarlık acaba yanlış bir seçim mi geleceği daha garanti olan bir mühendislik dalı mı seçseydim ya da babamın dediği bölümü seçip hayallerimden vaz mı geçmem gerek tarzı soruların cevaplarını okumak için girdim sonuna kadar acaba iş buldu mu diye bir heycanla okudum 🙁 çok üzüldüm çok kararsızım endişeliyim

    • Cansu Demir says:

      ne olduğunu anlamadan, kendini tartmadan mimarlık fakültesine girip, anladığım kadarıyla nefret ederek okumuş birinden bu tavsiyeyi almamalısın. tüm yazıyı düzelir diye okudum ama düzelmedi, açıkçası mezun olmuş birinden çok fakülteye gireli 1 ay olmuş birinin düşüncelerine benziyor. belki de benim okuduğum okulun verdiği eğitimin bir ayına eşittir mezuniyeti, bilmiyorum. yüksek lisanstan bahsediyor ortada daha portfolyosu yok falan:)
      geleceği daha garanti olsun kafası hiçbir yerde yok mimarlıkta da olmadığı gibi. eskiden garanti diye tıp&diş gidilirdi şimdi diş bile garanti değil. kendini geliştirebileceğin, farkını ortaya koyabileceğin, aradan sıyrılabileceğin bölüm hangisiyse ona gitmelisin. artık herkes üni okuyor, farkını ortaya koymadıkça aradan kaynar gidersin. torpildi, paraydı, gelecek hayaliydi, akrabanın şirketiydi falan diyerek üniversite okuyup yukarıdaki paragrafların aynısını yaşama. eskidendi o üni okuyan, iyi bölüm okuyanın işi hazır olurdu, şimdi yok.
      sevmeden okunacak bölüm değil, mimarlık diğer bölümlerden apaçık zor. tıp, hukuk, mimarlık bunlar işleyiş bakımından en çok zorlayan bölümler. bunu göz önünde bulundur. iş sıkıntısı gelecek kaygısı bende de var tabii ki ama kimde yok:)

  • burak says:

    2022 haziran ayında mezun oldum. Ülke ekonomisi uzun bir süre daha düzelecek gibi görünmüyor.
    Bnim gibi yeni mezun arkadaşlar siz bu krizi nasıl yönetiyorsuz. Bunca emek verdikten sonra sektör değiştirmeyi bile düşünmüyor değilim. Tavsiyelerinize okumak isterim.

  • Özgür Savaş Özer says:

    Mimarlığa “sektör” olarak bakmazsanız değiştirmek zorunda kalmazsınız; hayatta kalmanın bir yolunu bulabilirsiniz. Sadece bunu tavsiye edebilirim ama bunun da tavsiye ile olmayacağının farkındayım.

  • Deniz Ta says:

    Yaşı daha büyük olan meslektaşlarımızdan şöyle bir tavsiye yazısı kaleme almalarını isterdim.Mimarların yaşamak için yapabileceği işler diye.2 senedir mezun olan biri olarak hayatta kalmak için çalışmak zorunda kaldığım işler yüzünden hayattan daha da nefret ettiğimi söyleyebilirim.

    • Nilgun Nallar says:

      Nefret ve sevgisizlik ikilisiyle yola çıkılan hiçbir güzergah zaten sana ait değildir.Hangi sokağa adım atsan çıkmaz aralığa yolun düşer.AŞK OLACAK İÇINDE AŞK.Yaptiğin işe olan aşk .Ülkene olan aşk.Insana olan aşk.Doğaya olan aşk.Makaleyi harf harf okudum.Ben mimar değilim olmak isterdim.Böylesine nefret ve isteksizlik içinde mecburiyetten alınmış diploma için sadece üzüntü duydum…Bence hiç başlamamış olsaydınız tıp okusaydiniz onun da serzenislerini okuyor olurdu insanlar.Bence içinize bir ayna tutarak yeniden düşünün…Bütün bu olumsuzlukların içinde benim katkım var mı…Hickimsenin hayatı toz pembe değil.Ama hiçbirimiz bu kadar karamsar ölcekle bakmıyoruz hayata…Yapmayın bu kadar olumsuz olmanın hickimseye artısı yok.Olmayacaktir da…Mukavva toplayan bir genç bile bu kadar öfkeli değil .Karanlık bir mercek taşıyorsunuz…Evet haklılık paylariniz var ama o engelleri aşarak bir çizgiye geldiyseniz eğer orada takılı kalmamak yeni sayfa açabilmek önemli…
      Bir diplomaya sahip olmak yetmiyor demek ki ben bunu anladım.Ask olmayınca yaptığın hicbirseye aid hissedemiyorsun kendini…

      • Deniz Ta says:

        Aşk ne yazık ki karın doyurmuyor.Aşka değil insanca yaşamaya ve aşa ihtiyacımız var.İşini aşkla yap savsatasıyla da anca o plazadaki beyaz yakalıları belki(artık o da zor ama) kandırabilirsiniz bizim bunlara karnımız tok.O diplomayı haketmemek de kötü bir şey değil.Biz içinde bulunduğumuz kötü şartları da haketmiyoruz.Öfke de kötü bir şey değil esas kötü olan sizin gibi bizi suçlayan tipler.

    • Aybige Tek says:

      Denizcim beni ara bul sana manevi destek vericem. Aybige Tek 😉 tekaybi@iit.edu

  • Deniz Ta says:

    Aşk ne yazık ki karın doyurmuyor.Aşka değil insanca yaşamaya ve aşa ihtiyacımız var.İşini aşkla yap savsatasıyla da anca o plazadaki beyaz yakalıları belki(artık o da zor ama) kandırabilirsiniz bizim bunlara karnımız tok.O diplomayı haketmemek de kötü bir şey değil.Biz içinde bulunduğumuz kötü şartları da haketmiyoruz.Öfke de kötü bir şey değil esas kötü olan sizin gibi bizi suçlayan tipler.

  • Özgür Savaş Özer says:

    Bence yok Ömer Bey. Yorumda “diplomaya sahip olsan da yaptığın işe ait olmamak” var. “Hak etmemek” bambaşka bir şey. Kimse tanımadığı birinin bir diplomayı hak etmediğini iddia edemez. Yorumu yazan Nilgün Hanım da bence böyle bir şey iddia etmemiş. Etmiş gibi göstermek kendisine haksızlıktır.

    Diplomaya kesinlikle hak ederek sahip olmuş ama diplomanın karşılığı olan mesleğe ait olamamış olabilirsiniz. O tamamen farklı bir kavram.

    • Özgür Savaş Özer says:

      Hatta diplomasını almayı bırakın, bir mesleği gayet düzgün şekilde icra ediyor ancak bunu mutsuz biçimde yapıyor ve kendinizi o mesleğe ait hissetmediğinizi açıkça ifade ediyor bile olabilirsiniz. Benim böyle tanıdığım da var.

    • Deniz Ta says:

      Mesleği bırakın Özgür Bey hiç kimse hiçbir genç bu adaletsiz şartları haketmiyor.Bu düzen herkesi savuracak belki ilk biz olduk ama daha sırada niceleri var.Uzun çalışma saatleri,minimum ücretler,mimarlık piyasının durumunu konuşarak en azından başkalarının mutsuz olmasını engellemek istiyoruz.Mesleğe ait olsak ne olur şartlar böyleyken hem de mesleği kutsallaştırıp da ait olmamız gereken bir şey gibi bahsetmeyin.Merak ettiğiniz ne bilmiyorum ama mesleğimi severek yapıyorum ama bu koşullar yüzünden bırakmak zorundayım.Bunu aç kalan bize söylemek de son derece kötü niyetli.Umarım öyle bir durumla karşılaşmazsınız.

  • Aybige Tek says:

    Son derece gerçek 1 aşk kadını, öğrencilerine kızgın olmayan tam tersi onlar az gol yesin diye kendi poposundan terler akan 1 kadın olarak şunu söylemek zorundayım: yukarıdaki meslekten olmayan hanımefendiye kibarca şunu söylemek isterim: “LOVE DONT PAY THE BILLS”. Ha aşk enerji verir güç verir seksüel enerji herşeyimizdir! Ne yazık ki şu an gençlere “aşkla yap demek” onlara incitici trauma.. Çünkü onlara çöl kaldı.. GENÇLER HAKLI! KANIMLA CANIMLA KENDİ İĞRENÇ İSTANBUL ÜNLÜ MİMAR OFİS İÇLERİ DENEYİMİMLE DESTEK ÇIKARIM Kİ GENÇLER YERDEN GÖĞE ve UZAYA KADAR KAYGILARINDA HAKLILAR.. AŞKLA SEVELİM GENÇLERİ EVET! MESLEĞİ AŞAĞI ÇEKEN VARLIKLI SERMAYE SAHİPLERİNİ AZARLAYALIM ESAS BENCE! ONLAR İŞİNİ ESAS AŞKLA YAPSIN VE BU GENÇLERE BOL AĞAÇ YÜKSEK MAAŞ VE BOMBASTIC MİMARİLER BIRAKSINLAR BENCE… 😉

Bir yanıt yazın