Bir Anneden Serzenişler: Mimarlık Fakültesi Hocalarına

Sizlere mimarlığı kazanmış bir çocuğun annesi olarak size dair, çocuğa dair, aileye dair fikirlerimi yazmak istedim.

Çocuğum mimarlığı kazandığında havalara uçmuştum. Çünkü iyi bir yer kazansın diye her çocuğun gençliği gibi onunki de okul, özel dersler ve dershaneler arasında bir at yarışı içerisinde diğerlerinden daha hızlı koşabilmek için geçti. Artık kızım mimar olacaktı. Onu bilmem, ama ben kendimi geleceğe umutla bakan hayallere kaptırmıştım bile. Ne büyük yanılgıymış… Her mimarlık öğrencisi ve ailesi gibi bu gerçek bizim de kafamıza vura vura anlatıldı. Mimarlık okuyan çocuğum geceler boyunca uyumaz, ten rengi soluk, iştahsız, uykusuzluktan bacakları titreyerek jüriye katılır. Jürideki hocalar, Kafdağı’nın üzerindeki güçlü masal kahramanları gibi bu çocuklara bakar. Baktıkları yerden her şey artık kolay görünür. Çünkü bir zamanlar onlar da bu dağa çıkmak için ne kahramanlık hikayeleri yazmışlardır. Bu tepeden bakış ile bacakları titrek bu çocukların tasarımları en rencide edici söylemlerle sıfırlanır. Çocuk, ringde dayak yiyen bir boksör gibi kenara çekilir. Aile onu yeniden ayağa kaldırmaya, acıyan yerlerini sarmaya çalışır.

O Kafdağı’ndaki hocaların ringine çıkmak çok zordur. Çünkü bu kahramanlar aklındaki şablonlar dışındaki tasarımlara olmamış diyecek kadar sıradanlaşmışlardır. Kafdağı’na çıkana kadar hocalara beğenilmek ve not baskısı onları tek tip yapmıştır. (Bu ukalalığı ülkemizdeki yapılara bakarak yapıyorum).

Ben de bir öğretmenim. Bir öğrencim doğa çalışmasında gökyüzünü kırmızı, ağaçları pembe, güneşi mavi boyamıştı. Ben de biliyorum ki doğa bu renk değil. Ama hayattaki farklılıklar zenginlik değil midir?

Sayın hocalarımız için öğrencilik yılları o kadar geride kalmıştır ki, öğrenciler ne yaparsa yapsın bir türlü hoşnut olmazlar. Kendi kafalarındaki rengi isterler. Onlara göre çok az sayıda proje iyidir. Mecburiyetten birilerini mezun ediyorlardır.

Bu tepeden bakan hocalarımız farklılıktan hoşlanmazlar. Çünkü o ülkeyi yöneten herkes aynı düşünmeyene yaşam hakkı vermiyordur.

Bu nedenle bir öğrencinin bu farklılığı ortaya çıkacak olursa önce şaşırırlar, sonra da erk ellerinde olduğu için canından bezdirirler. Ta ki kişi ezim ezim ezilinceye kadar. Çocuksa bunu bilmeden, son gücüne kadar; ”Acaba bu sefer olacak mı?” diye hazırlanır. Hayır hayır hayır… Bu defalarca çin işkencesi gibi tekrarlanır. Tek ders yüzünden iki ya da daha fazla yıl süründürülebilirsiniz. Çocuğunuz ringde nakavt edilmiş bir psikolojidedir artık. Öpmeye kıymadığınız çocuğunuz, psikolojiden bu kadar uzak, insani duygularından arınmış kişiler tarafından hoyratça böcek gibi ezilmiştir. Onlar yaptıklarına ama teknik resim, ama jüri süreci, ama heyecanlanmamaları gibi savunma üretedursunlar, çocuğunuz, horoz dövüşlerinden çıkan horoz gibi her teleği bir tarafa yayılmış, yemek yemeyen, konuşmayan, savaşı ve umudu kaybetmiş üstü başı yırtık bir asker gibidir. Çocuğunuzla “Yine mi olmadı?” şaşkınlığı ile baş başa kalırsınız. Yaralı, umutsuz, kolu kanadı kırık, yenilmiş çocuğunuz için çareler ararsınız.

Artık mimarlıktan geçmişsinizdir. Çocuğunuz kalmayan yaşam hevesi, kaybolan özgüveni ile hangi doktora gideceğinizi, ne yapacağınızı şaşırırsınız Arenada kalan yaralı bir aslan gibi her yere saldırır çıkış ararsınız. Aklınıza hocalarla ilgili kötü fikirler doldurur. Göz göre göre çocuğunun ezilişine seyirci kalamazsınız. Hocalar için hep öğrenciler suçludur. Hep kendileri haklı, iyi ve doğrudur. Hep çocuklar yapamıyordur ve yetersizdir. Oysa kendilerine gelen bu öğrenciler sınıflarımızdaki en iyilerdir. Fakat kendileri o kadar sevecen, yaratıcı, insancıl ve kibardırlar ki, bu en iyi öğrencilerimiz yıl sonunda kendilerini başarısız, berbat, beceriksiz görürler.

Ben bir anne olarak şunu söylemek istiyorum:

Ey mimar olan sayın hocalarım!

Siz yapıyla, çizimle uğraşa uğraşa bu çocukları beton mu sandınız?

İnsan bir otobüs yolculuğunda bile yanındakinin suratı kötüyse, dönüp; “Neyin var? Yapacağım bir şey var mı?” diye sorar. Sizler jüriye başlamadan önce bir kez sordunuz mu? “Çocuğum nasılsın? Kötü görünüyorsun. Benimle paylaşmak istediğin bir konu var mı?

Ben üniversite hocasıyım öğrencinin psikolojisi beni ilgilendirmez diyemezsiniz. Yaptığınız işlere bu kadar anlam biçmeyin!

Çünkü insanla uğraşan her meslek insancıl olmalı.

Zira yıktığınız beton duvarlar değil, insandır. Kırılganlığı, zayıflığı, korkuları… vardır.

Bir öğrenci 58 aldığında başarısız,60 aldığında başarılı sayacağınıza onların yüzlerine bakın. Yüreklerindeki korkuyu hissedin. Tek dersten üç dönem süründürdüğünüz bir öğrenciyi kazanıp kaybettiğinize bakın.

Vicdanlarınız rahat olamaz! Olmamalı!

İçinizde biraz duygu kaldıysa kaybettiğiniz bu çocuklar umurunuzda olmalı! Taş duvar olamazsınız!

Çocuklarımızın kabuslarının başrolleri değil, bataklıkta batan bu çocuklara el olmanızı diliyorum. Oturduğunuz Kafdağı’ndan inin, ruhlarına yaklaşın, sıyrılın o yüksek erişilmez, korkulan egolarınızdan.

Masum değilsiniz. Yenilen her çocukta payınız var.

Bu yazıma kızabilirsiniz Sayın hocalarım, hayata herkes kendi penceresinden bakar. Ben bir anne olarak, kendimce hislerimi yazdım. Ben akademik olarak yaptıklarınızı değerlendirme seviyesinde tabi ki değilim. Ama vicdani ve insani olarak, hislerimle orantılı bir değerlendirme yaptım. Bu yazım elbette ki genel algılanmamalı. Dileğim bunu okuduğunuzda bir an da olsa, etiketlerinizden sıyrılıp içinize dönmenizdir.

Etiketler

10 yorum

  • gul200 says:

    Sizlere müzik bölümünü kazanmış bir çocuğun annesi olarak yazıyorum.

    Çocuğum müziği kazandığında çok sevinmiştim. Sonunda işsizler kervanına katılma ihtimali azalacaktı. Onun için tek istediğim sabit bir geliri ve sigortası olmasıydı. Kendini gerçekleştirebilecek kendi kararlarını verebilecek bir birey olması, muhasır medeniyetler seviyesine falan çıkmasına gerek yoktu. E yani, siz de bilirsiniz, bu zamanda idealizm karın doyurmuyor sonuçta…

    Çocuğum üniversite sınavına kadar ne meslek yapacağını düşünmedi. Bi gram müzik eğitimi almadı. Balığı ağaca çıkma yeteneğiyle test eden bir sınava girmesi için at yarışı gibi çalıştırdık onu. Bütün hayatı boyunca o sınav günününün ertesi gününü kurtuluş günü olarak gördü. Üniversiteye kapağı atınca dinlenirim diye kendini şartladı, sonra hayatı boyunca ilgisine ve yeteneğine göre eğitilmemişliğini kapatmaya çalışan hocaları onları çok zorlamak zorunda kaldılar.

    Ey müzik öğretmenleri, bir müzisyen adayı annesi olarak ben açıkçası bir Fazıl Say falan yetiştirmeye çalışmıyorum, Türkiyenin dünya müziğindeki yeri ve önemini düşünmedim bile. Bence Dandik bir belediyenin bandosuna girsin yeter, belki ilerde sermayesi olursa kendi grubunu kurar düğünlerde falan çıkar ek gelir falan olur. Bu yüzden sizden ricam öyle Mozartın senfonilerini falan ödev vermeyin. Yazık çocuk telef oldu çalışıcam diye. Öğretin işte ne güzel Akdeniz Akşamları şarkısını çalsın sabahtan akşama kadar.

    Helikopter ebeveyn olduğum için anasınıfından beri okul aile birliği falan hep çocuğumun okuluyla ilgilendim. Sağolsun Türk aile yapısı da kişinin birey olmasını mümkün olduğu kadar erteliyor, o da işime geldi. Baksanıza bu gibi şikayetleri falan annesine yaptırıyor. Kendi ezildiğini düşündüğünde kendi mücadele etmiyor. Ne güzel.

    Yarın bir gün sizw yaptığım gibi aynı şekilde patronuna müdürüne de sitem edeceğim. Yaptığı işin kalitesini boşverin verdiği emeğe bakın sadece diyeceğim. Hatta kendi grubunu kurarsa konsere gelen izleyicilere soracağım neden beğenmiyorsunuz bilet almıyorsunuz o kadar emek verdi diye…

  • gizem-kucak says:

    Sevgili mimarlık öğrencisi annesi. Bir mimarlık hocası ve anne olarak yazıyorum ben de. Bir kaç küçük not eklemek isterim. Siz de farkındasınızdır ki, biz ülke olarak 18 yaşını geçen bireylerin milletvekili olması durumunu tartışıyoruz. Bu durum ayrıca tartışılabilir. Fakat siz daha çocuğunuzun kendi başına bir birey olmasına izin vermiyorsunuz. Unutmayın ki meslek hayatında karşılaşacağı zorluklar çok daha büyük olacak ve siz savunmaya devam ederseniz bir birey olamayan çocuğunuz bu süreçte elenip gidecek. Bırakın kendi potansiyelini farketsin. Öğrencilerime ilk derste hep aynı şeyi söylüyorum biliyor musunuz, mimarlık öğrenciliği ve meslek alanının zorluklarıyla siz mücadele edebilirsiniz, aileniz size engel oluyorsa başka eve ya da yurda çıkın. Çünkü size acıyan ve sizin yerinize birşeyler yapmaya çalışan aileleriniz (iyi niyetli bir yaklaşım olması doğru olduğunu göstermiyor maalesef) sizin olacağınız kişi olmanızı engelliyor olabilirler. Ben ailemden uzakta okudum. Benzer koşullara sahip diğer bütün öğrenciler gibi kendime de baktım proje ve tasarım süreçleri için de çalıştım. Hatta bunca zorluğun yanında birde para ihtiyacı olduğu için çalışan arkadaşlarımız vardı. Ne oldu biliyor musunuz? Başarılı olduk…

  • mustafa-cakirlar says:

    Frank Lloyd Wright mimarlık eğitiminin laf ebeleri tarafından yetiştirilen laf ebeleri tarafından yapıldığını söyler. Genelleme yapmak hiçbir zaman doğru değil ama büyük oranda Wrightın sözünü doğrulayan bir lisans eğitiminden geçtim ben. Yapılan işlerin , üretilen projelerin eleştirilmemesini beklemek de en az mimarlık eğitimindeki yanlışların eleştirilmesine karşı çıkmak kadar büyük bir saçmalık ! Tabii ki projeler eleştirilecek tabii ki jürilerde mimari anlamda “dayaklar” atılacak ama tarafsız ve en önemlisi önyargısız olmalı bu durum.
    Tip projelerle mimarsız mimarlığın yapılmaya çalışıldığı , gelişen teknolojiye ayak uyduramayan yönetmeliklerle tasarımcının elinin kolunun bağlandığı ve mimarların sermaye sahibi muteahhitler tarafından sadece imzasına para verilen yasal bir prosedür olarak görüldüğü günümüzde ; bir akademisyen tarafından yazılan “ancak sanat eğitimi almamış birinin ülkedeki yapıları tek tip olarak görmesi de çok hoş” sözü günümüz mimarlık eğitiminin içler acısı hâlini gözler önüne sermektedir….
    Hepsinden önemlisi biz mimarlar yaşam alanları tasarlarken her kullanıcıya sanat eğitimi mi vermeliyiz? Kullanıcı odaklı yapı esas değil midir?
    Ister yapı sektörünün profesyonel bir paydaşı ister kullanıcı olun kaçımız yaşadığı şehirden , vaktini geçirdiği mekânlardan memnun?
    Evet mimarlık eğitimi o kadar büyük bir özgüven sağladı ki bize sosyal güvenlik primlerimizi aldığımız ücretten yatırmayan , hakkımızı aradığımızda bizi işten çıkarmakla tehdit eden , kayıt dışı istihdam eden işverenlerimizi bile iş bulamama korkusuyla şikayet edemez haldeyiz ! Lisans döneminde bozulan psikolojimin hayat boyu düzeleceğini sanmıyorum.
    Tabii ki tüm eğitimciler böyledir genellemesi yapamam , yapmam ! Yukarıda yazdıklarım lisanstaki hocalarımın eseri(!)dir. Ancak yüksek lisansta bunun neredeyse tam tersi uygulamalar olduğunu gördükten sonra umudum arttı.
    Bir annenin tarafsız olma zorunluluğu yok ancak akademisyen olan hocalarımın işinin temeli tarafsız olmaktır. Dolayısıyla yapı sektörünün her paydaşının mutlak suretle yapması gereken özeleştiriyi ; bu sektörün yetiştiricileri/geliştiricileri olan hocalarımızın yaparak bize bu anlamda da ders vermesi en büyük temennim.

  • sinan-alper says:

    Ne anneler var(mış)…

  • halil-taha-kilic says:

    Kalbi duygu yoğunluğu içerisinde bu satırları yazmış güzel anne.. keşke tüm kalbinle yazmış olduğun o satırlardaki sıkıntıları bu yollardan geçmiş birileri ile paylaşma fırsatınız olsaymış… ya da hocalarla istişare edip aslında ‘yav hocam bu konunun aslı nedir bu kız perişan? bu işin doğasında bu zorluklar var mıdır? zor olacak ki değerli olsun mudur?’ keşke konuşsaydınız (hala konuşmak isterseniz paylaşabiliriz) mimarlık eğitimi uzun yıllardır ‘daha iyi nasıl olmalıdır?’ konusunu tartışmaktadır ancak bu tartışma sizin anlattığınız ‘duygusal pencere’den değil daha kaliteli paylaşım/ifade yöntemleri üzerinedir ki bu konudaki sıkıntılar öğrenciler için çok daha önemli. Tüm bunlarla birlikte birtakım değişik egolara sahip hocaların ‘üslup yoksunluğunu’ açıklamak içinde bu yazı yetersiz kalabilir ki ‘mimarlık zordur’ mottosunun arkasına sığınıp mimar kimliğini kaybetmiştir o ayrı..

  • cemal-cobanoglu says:

    Yazılanlara bakılırsa iki ihtimal olduğu görülüyor. Birinci ihtimal gerçekten duyarsız, kaba, iletişimi zayıf hocalara denk gelinmiş olması (Yazıyı yazan kişinin üzerinde durduğu). İkinci ihtimal ise öğrencinin mimarlık eğitimine ve dolayısı ile mimarlık mesleğine müsait ya da elverişli olmamasına rağmen suçun tamamen kendisi dışındaki etmenlerde aranması.

    Birinci ihtimal söz konusu ise durum biraz daha iyi, acı verecek olsa da, gelip geçici bir süre. İkinci ihtimal söz konusu ise, ve anne de çocuğu da bunun farkında değilse, mezun olduktan sonra çok daha kötü günler onları bekliyor olacak, hem çok daha büyük acılar çekilecek, hem de 4-5 senede bitmeyecek.

  • ali-uzay-peker says:

    Sorun herhalde üniversite öğreniminin sadece öğretime indirgenmiş olmasında. 18-25 yaş arası gençlerin öğrenimi üzerine kitap okumuş kaç mimari tasarım hocası vardır? Mutlaka vardır! Onlar da eminim en iyi hocalardır zaten. Ancak azınlıktadır. Hocalık sanatı sadece bilgi-deneyim aktarımı değil, asıl olarak bilgi ve deneyimin kime ve nasıl aktarılacağını bilerek öğretmedir. Üniversitelerde sadece tasarım alanında değil her alanda hocalık sorunu vardır. Çünkü üniversitelerde hocalık üzerine uzmanlık aranmaz. Üniversiteler alanında iyi olmayı ön planda tutar (hoş çoğu zaman buna da bakılmaz ya neyse!). Öğretim üyeleri kurumsal bir yönlendirme olmadan kafa göz yararak, el yordamıyla bir hocalık sanatı geliştirir. Özellikle tecrübesiz hocalar ve yarı zamanlı hocalık yapan profesyoneller bu açıdan eksiktir. Onların ayrıca eğitilmesi gerekir. Hocalık ciddiye alınan bir iş değildir kısacası. Ciddiye alınsa bile öğrenciler üzerinden puan toplamak hedeflidir. Çoğu zaman, ortalama hatta yetersiz öğrenciyi alıp yukarı çekmek yerine, iyi öğrenciyi kapıp onun üzerinden prim yapmak hedeflenir (tabii sözüm kendisini öğrencilere adamış değerli hocalara değil!). Hocalık ve öğretim konusunda konferans ve seminerler olması, hatta sertifikalar alınması gerekir. Bunların da mesleklere va alanlara özel olmanın ötesinde çağdaş öğrenim yaklaşımlarını ön planda tutması gerekir. Öğrencilere sadece birer birey ve yetişkin muamelesi yaparak sorunları çözebileceğini sanmak, velilere de çocuklarınızı özgür bırakın demek işin kolayına kaçan beylik yaklaşımlardır.

  • ozge-karzan says:

    bahsedilen şaşalı, ufuk açan, insanı iki boyutlardan üç boyutlara atlatan eğitimle karşılaştım sanırım ama hocaların anlattıkları kadar şaşalı olmadan kısmen bu yazıdan kısmen eziyetten kısmen de yol göstermekten geçen bir eğitimdi. ama öyle hocaların anlattığı omo reklamı gibi “bırak deneyerek öğrensin” gibi bir yola asla girilmedi. hocaların “çaktırmadan” çizdiği keskin çizgiler sayesinde ve bol egoyla bitti. ama burda sorumlu sistem, öğrenci, annesi yada hocası değil insanoğlu. güzel çirkin, doğru yanlış, verimli verimsiz, yeterli yetersiz gibi kavramlar kişiden kişiye göre değişiyor farklı şeyler ifade ediyorken tasarımla doğrudan alakalı bir bölümdeki projeyi yada ortaya çıkan karalamayı kim neye göre yargılamalı? yada bu yargılama kime göre o kişi için verimli yada verimsiz? mimarlık yada içinde tasarım ögeleri bulunan bölümler, hayatta insan yargısına açık bir şekilde maruz kalan diğer her şey gibi zordur. bence bu yüzden ne hocalar verdikleri eğitimden yada seçtikleri eğitim yollarından bu kadar emin olmalı nede öğrenciler aldıkları eleştirilerden bu kadar yıpranmalı. şu “mimarlık çok zor” olayını bu kadar abartmaya da gerek yok bence. çöpçülük de çok zor, inşaat işçiliği de çok zor ev hanımlığı da çok zor. her iş, her dert insana gözünde büyüttüğü kadar zor. ama en çok “insan egosu” zor. garbage warrior ı izlemenizi diler, sistemden uzaklaşıp kendiniz olmaya çalışmanızı kalan şeyleri de çok düşünmemenizi öneririm.

  • faruk-ozgokce says:

    Ben şunu düşündüm ki; mimarlık okurken ailenin yanında olması çok daha zor. 🙂

  • Mete says:

    Universite sinavinda 5714uncu olup buyuk hallerle Itu mimarlik fakultesine 2015de girmistim. Cogu muhendislik fakultesi tutarken mimarlik yazdim. 2020de okulu birakip artik katlanamadim. Zaten cok bile katlandim. Uzay Muhendisligine gectim. Tek pismanligim daha once mimarligi birakmamaktir. Emin olun Taskisla disaridan gorundugu gibi degil. Gencliginizi ruh hastasi hocalarlarla, projelerle, ne yaparsaniz yapin yaranamadiginiz juriyle harcamayin. Ben 2015de 5714uncu olup dereceye giren hayat dolu birisiyken bana yapilan zobaliklar,gaslightingler, yildirmalar ile kendimi hic olmadigim kadar yetersiz ve ozguvensiz hissettim. Ilk girdigim juride projemi ozguvenle, keyifle anlatirken; son girdigim juride stres, ozguvensizlik ile sesim titriyordu ve uykusuzluktan gozum segiriyordu. Akil ve beden sagliginiz icin mimarligi birakin. Neyseki gec de olsa kurtuldum o fakulteden. Artik ruh hastasi hocalarin jurilerini , kaprislerini, suslu laflarini cekmiyorum. Mimarligi birakin , biraktirin. Taskisla sadece disaridan ve fotograflardan guzeldir. Taskislanin tarihine, lokasyonuna, reklam yuzune, orta bahcesine aldanip da mimarlik okumaya kalkmayin. Itunun adina da guvenmeyin yurtdisindaki mimarlik ofisleri Ituyu bilmiyorlar. Taskisla ozunde hastalikli ve toksik bir yerdir. Sizi yavas yavas yok eder. Eger mimarlik okuyorsaniz da daha ilk yildan birakin. Mimarliktan daha ilk yildan umudu kesin. Cunku umut Nietzschenin dedigi gibi sadece aciyi ve iskenceyi uzatir. Kendinizi sevin Taskisladan uzak durun.

Bir yanıt yazın