Taklitler Aslını Öldürür

Mimari kuramcılar “Tektonik: Mimarlığın sanatı”1 kavramını, binanın işlevi ve sanatsal tasarımıyla ilgili olan inşa sanatı olarak gördü. Gerçek anlamıyla yapı sanatı, mimarlığın bize bilinçli bir şekilde neyi içerdiğini anlatır; bilinçsiz yapı fikrinin, hiçlikten fiziksel bir nesne yaratmanın yüzeysel düşüncesinin ötesindedir. Öyle ki bilinçli mimari daha sonra bu blokları fizikselden metafiziksele, tefekkür ve keyif almaya değer bir hale getirmektedir.

“Çoğu binanın sessiz olduğunu, bazılarını konuştuğunu ama küçük, sadece küçük bir kısmının şarkı söylediğini görmedin mi!”2

Tektonik, binanın kendisinin bir özelliğidir; ancak aynı zamanda sosyal, politik, ekonomik, kültürel ve diğer boyutları da olan, genelin bir parçasıdır. İnşaat malzemeleri, inşa teknikleri ve bunun gibi fiziksel, görsel özellikler yukarıda bahsedilen metafizik dünyaya aktarımımızdaki başarıya katkıda bulunabilir. Farklı bir deyişle, mimariyi sadece görsel bir ürün olarak görmek bir indirgemedir. Örneğin, bir bina tasarlanıp üstünde geleneksel motiflerden alınan bir dekorasyon yapıldığı zaman, bu bina gerçek anlamı ile bir değer taşır mı? Hayır bence.

Mimari; zaman, mekan ve nitelikte içseldir ve mimaride yer alan örtülü anlamlar farklı kişisel yorumlara sebep olabilir. Ancak bu öznelliğinin yanında nesnel olma durumu, zaman içinde mimarinin etik veya sembolik değerlerinin değişme olasılığını da beraberinde getirebilir.

Şekil ve içeriği birbirinden ayıran öncül mimari akımlardan biri postmodernizm hareketidir. Postmodern mimarinin iki ayrı yönü vardır. Birincisi tarihin yok edilmesi, ikincisi ise senografiyi kullanma eğilimidir. Tarihin yok edilmesi -bulanıklaşması- iki aşamada gerçekleşir: birincisi tarihsel belirti serilerinin çöküşü; ikincisi, tarihsel referansların gelişigüzel yer değişmesidir. Tarihsel belirti serilerinin çöküşü mimarinin zamansal organizasyonunun problemidir ve bir şeyin zamansal ve mekansal köklere sahip olduğunun apaçık bir göstergesidir.

Tarihten gelen mimari ögelerin rastgele yer değişimini iki başlık altında sınıflandırabiliriz. İlki “bir zaman olarak tarih“3, yani zamana özgü anlamın sorgulanmasıdır. Özellikle de zamanın belirlenmesi zor olduğunda, Kevin Lynch gibi, “Bu mekan hangi zamanın? – What time is that place?”4 diye sormalıyız. ikincisi ise, süslemeleri ve fikirleri üretildikleri koşullardan bağımsız olarak kullanılmasıdır. Bu ikincisi, birinci başlığa göre daha fizikseldir.

İkinci yönde -o da postmodernist mimaride en çok karşılaştığımızdır- çağrıştırılan görüntülerin bazen bağlamla ilgisi olmadığı gibi; bazen de görüntüler, birbirleriyle tarihsel ve örtük olarak ilgisi olmayan birçok kaynaktan gelmektedirler.

Ünlü Mimar Frank Lloyd Wright diyor ki: “Bütünün içindeki her şey tek bir bağlantıya sahipse, aynı dili konuşuyorsa, her şeyi kapsayan tek bir ifadeye sahip olur. Yapınızın bir kısmı Fransızca konuşurken diğer kısmı İngilizce konuşuyorsa, istenen sonuç, istenen güzellikte değildir.”5

Bu sayede binalar tanınabilir semboller ve metaforlardan oluşan bir araya getirilmiş mozaikler haline gelir ve bu binalar elbette boş bir parodiden öteye gidemez. Ve sonuç ürün, serinin süreklilik belirtisi olmaksızın, diyalogsuz mimarlık olup, sadece alıntılar ve parantezlerden oluşan anlamsız bir ürün haline gelmektedir! Bir referans olarak geçmiş yavaş yavaş kendisini parantez içinde bulur ve zamanla tamamen silinerek yok olur ve ardında da boş bir metinden başka hiçbir şey bırakmaz.

Postmodern mimarinin bir başka yönü de, bir meta haline gelmek için mimarlığın anlamını azaltmaya  yani ürünleştirmeye yönelik genel eğilimdir. Ki bu eğilimde tüm gerçek, imgeler haline gelir ve mimariyi iç madde (bina) ve dış madde (imge) olarak ayırarak ürünleştirmek kolaylaştırılmıştır; tıpkı Robert Venturi’nin dekore edilmiş sığınak benzetmesi gibi.

Mimarlık kendi içinde bir varlıktır ve yokluğun bir alternatifi değildir. Ya da, Heidegger’in dediği gibi, “Binanın kendisi onu diğerlerinden ayıran özelliklerin taşıyıcısıdır.”6. Mimari, bağlama anlam eklemeden önce, onu görüntüleyen için daha görünür hale gelebilmek amacıyla bir ortamın potansiyelini kullanır.

Gelin birlikte düşünelim, Postmodernist hareket zaten Modern hareketin sıkı kurallarına bir reaksiyon olarak ortaya çıktı, tarihe dönüşü ve geçmiş mimarinin mirasını gerekli bağlantılar ve göndermelerle anımsatarak yeni bir akım başlattı. Ama yukarda belirttiğimiz gibi, o mimarların unuttuğu çok önemli bir nokta var, o tarihin simgeleri artık çağırılmaz çünkü zamanı geçmiş, bugünle bağlantısı kopuktur.

Postmodern mimarlar antik ve klasik mimariden alıntılar yaparak bunları binalarının cephelerine yerleştirmişlerdir, üstelik bunun sebebi de mimarlık tarihine saygı göstermek, yeniden bu değerleri yaşatmaktır. Ancak yeniden canlandırma fikrinin, bazı sembollerin ve imgelerin sadece görsel metaforunun kopyalanmasını aşamadığı gibi, net plastik veya işlevsel hedefler olmaksızın cephelere eklenmekten öteye geçemediğini görmekteyiz. Aynı zamanda teknoloji ile birlikte gelen değişiklikler ile bütünleşen bu mimari sonuçta belirsiz bir kimliğe sahiptir.

Bilindiği gibi postmodern hareket yavaş yavaş mimarlar arasında eski parıltısını kaybedip sönükleşmiş, geleceğe doğru farklı görüşler doğmaya başlamıştır. Yani mimari kuramcılara ya da sofistike mimarlara göre, postmodernist mimari artık eski bir modadır. Yine de ilginç bir ikilem var, neden mimarlar vazgeçerken insanlar bu tarz –eskiye doğru- hareketleri beğenmektedir? Buradaki ikileme, mimari kuramcılar gözünden bakacak olursak postmodernizm öldü, ölmek üzere ya da artık ölmeli! Ancak halk, yine de geçmişten gelen bu tarihi göndermeleri sever. Aslında bu taklitler asla aslını yüceltmeyip tam tersine özgünlüğünü öldürürdür.

Şimdiki durumu beğenmeyip geçmişe kaçmak istiyorsak veya geçmişten gelen kimliklere sahip olan bir mimariyi istiyorsak, çözüm boş alıntılar yapmak değildir..

Peki ne yapmamız gerekiyor? İlk önce mirasımızdaki mimarinin anlamını anlayalım? Geleneksel mimaride formun 3 işlevi vardır: estetik, strüktür ve içerik. Şu anki taklitlere bakacak olursak, ne estetiği var, ne içeriği ne de strüktürel işlevi! Ve tahmin ediyorum ki o boş alıntıları yapanlar, gerçek bir ürün ortaya koyamazlar, ki ortaya koydukları da geçmişe bir hakaret niteliğindedir. O kadar zengin bir mimarinin anlamını yalnızca dekor ya da motif haline indirgemek çok kötü ve yanlıştır.

Çağdaş mimarimiz maalesef Doğu ve Batı arasında sıkışmış durumdadır. Bugün İslam toplumlarının mimarisinden alınan yüzeysel alıntılarla sık sık karşılaşmaktayız. Ancak bahsettiğim gibi, Selçuklu ya da Osmanlı mimari elemanlarının günümüz mimarisine yüzeysel aktarımı ve bunun modern bir İslam mimarisi olduğu iddiası çok büyük bir yanılgıdır. Çünkü, yukarıda da belirtildiği gibi, sadece anlamı yüzeyselleştirmekle birlikte, mimarinin özgünlüğünü de silmektedir. Hele İslam’a referans veren bir mimariyi gerçekleştirmek istiyorsak, İslam kültürümüzün ışığında toplumlarımıza uygun bir mimarlık yaratmak zorundayız; ki bu mimarlık, sarayları ve lüks otelleri süsleyen hazır formlarından uzak olmalıdır. Ve bence, yereldeki özgün naif motifler bile bunlardan çok daha anlamlıdır. Diğer yandan, kültürümüze zamanla dahil olan ancak bizle alakası olmayan ithal modellerle, kimliksiz bir mimari oluşmaktadır.

Kaynaklar:

1. Tectonics in architecture: from the physical to the meta-physical, Robert Maulden, 1968.

2. Talk About Contemporary Architecture, Gilles De Bure, 2010.

3.  1’e bakınız.

4. The Image of The City, Kevin A. Lynch, 1960.

5.  https://en.wikiquote.org/wiki/Frank_Lloyd_Wright

6.  Heidegger For Architects, Adam Sharr, 2007.

Etiketler

Bir yanıt yazın