Babalar ve Otlar

İçinde bulunduğumuz koşullar, her meslek alanı için benzer derece problemli olsa da kent ve mimarlık söz konusu olduğunda daha da görünür oluyor. Bu durum, benim için şu türküde tam ifadesini buluyor, “derdim çoktur hangisine yanayım”. Çoklu dert fikrinin bende iyice yerleşmesini sağlayan ise yakınımda cereyan eden ve Beyoğlu Belediyesi önünden başlayıp Şişhane Meydanı’na kadar süren açık alan düzenlemesi.1

1. Konsept Proje Görselleri, TA

Bu yazının temel derdi Beyoğlu Belediyesi önündeki açık alan düzenlemesini kritik etmek gibi görünse de aslında daha geniş anlamda ülkemizdeki ve daha özelinde ise İstanbul’daki kamusal açık alanlara ilişkin tasarım yaklaşımlarının izlediği güzergahı mercek altına almak ve bunun üzerinden kentsel tasarıma dair birkaç kelam edebilmektir. Sırasıyla tartışmamızın ana eksenlerini bir yandan uygulanmış durumun eleştirisi oluştururken buna koşut olarak diğer yandan da tasarım eyleminin vuku bulduğu fiziki ve toplumsal gerçeklik düzlemiyle, tasarımcının zihnindeki fantezi düzlemi yani kurgusal düzlem arasında salınan sarkaç kavramsallaştırması oluşturacaktır.

2. 2013 Yılındaki İnşaat Süreci               3. Beyoğlu Belediyesi Güncel Durum, ECARCH

Alanı bilmeyen ve görmemiş olanları da düşünerek söze tartışma nesnemizi tarif ederek başlayalım. Projeye konu olan alan Beyoğlu Belediyesi’nin hemen önünden başlamakta, Vergi Dairesi’nden metro girişine ve alt ucunda ise daha önce projelendirilip hayata geçirilmiş olan Şişhane Park’a kadar uzayan 5.000 m²’yi aşan bir büyükteki açıklıktan oluşmaktadır. Konsept projesini 2015 yılında Tabanlıoğlu Mimarlık’ın hazırladığı projenin açıklama metninde eskiden çok kamusal olan ve giderek gözden düşen bu bölgenin, belediye binasının restorasyonu2, yeni açılan kafeler ve otellerle yeniden eski günlerine dönmeye namzet olduğu, ilgili belediyenin alanı yeniden canlandırmayı istediği ve bu bağlamda da açık alan tasarımının bu doğrultuda ele alındığı belirtilmektedir. Tasarımın temel yaklaşımını 3 ana eksenle özetlemek mümkündür. İlki eğim ile başa çıkmak, ikincisi alanda bitkisel peyzaja ilişkin bir imge oluşturmak, son olarak da seyir temasını vurgulamak ve tüm bunları yaparken yaya öncelikli bir hiyerarşiyi gözetmektir. Bu kapsamda proje, görsellerden takip edebildiğimiz kadarıyla, Altıncı Daire’nin önünden metro girişine kadar olan alanı kendi eğimiyle ve belirgin bir bitkisel peyzaj önerisiyle bağlayan, metro girişi kısmında ise yapay eğim yaratarak yapılaşan, devamında Haliç yönüne dönük bir amfi düzenlemesi ve hemen onun altında ise bir yansıma havuzu/sahne ile biten bir kurgu önermektedir. Kentsel tasarım projelerinin hayata geçirilmeleri sürecinde artık normalize olmuş bir biçimde projenin temel tasarım kurgusu korunmakla birlikte bazı değişikliklerle hayata geçirildiği görülmektedir. Konsept proje ile uygulanan proje arasındaki temel farklılığın bitkisel peyzajın minimize edilmesi, yapay eğim altına gizlenen yapının iptal edilmesi ve yansıma havuzunun yer ve biçimindeki farklılık olduğunu söyleyebiliriz. Proje ile uygulama arasındaki bu farkın kim tarafından ve nasıl bir süreçte projelendirildiği konusunda ise bir bilgiye ulaşmak verili koşullar içerisinde pek mümkün olmamıştır.

4. Şişhane Meydanı Projesi Panoraması

Peki bu alan proje açıklama metninde iddia edildiği gibi kamusal özellikleri üst düzeyde bir açık alan mıydı, hali hazırda öyle midir, veyahut gelecekte olacak mıdır? Ben kendi adıma bu alanın kamusal karakterinin baskın olduğu ya da olacağı fikrinden çok emin olamıyorum. Tarihsel süreçte kentsel bir düğüm veya odak noktası olmamış, bilakis kentin en önemli kamusal omurgası olan İstiklal Caddesi’ne servis veren bir özelliğe haiz bu alan, kentsel anlamda çok güçlü bir İstiklal Caddesi ve Tünel Meydanı imgesi nazarında gerek topografik gerekse kentsel önem anlamında altta kalmaktadır. Buna karşın ısrarlı bir biçimde giydirilmeye çalışılan kamusallık gömleği bir türlü üzerine oturmamakta, alanın gündelik kullanıcıları olan bizler ise bu ısrarın sonuçlarına, ilginç tasarımlar ve bu ilginç tasarımların ilginç yeniden yorumlamaları yoluyla maruz kalmaktayız. Benzer kaderi paylaşan bir diğer açık alan ise Şanal Mimarlık tarafından tasarlanmış ve hayata geçmiş olan ve hemen bu düzenlemenin alt kısmında yer alan altı otopark üstü ise bir meydan olarak kurgulanmış Şişhane Park projesi. Söz konusu proje her ne kadar Şişhane Meydanı projesine kıyasla daha incelmiş, mekânsal ve işlevsel çeşitlilik önerme gayreti göstermiş olsa da bakımsızlık bir yandan, iç mekân işletmelerinin dış mekânı işgal eklentileri diğer yandan, tasarımcının tahayyül ettiği ve tasarımını onları düşünerek kotardığı kentlinin ilgisine mazhar olmayı nefis günbatımı manzarasına karşın başaramıyor. Yine benzer bir kamusallık tahayyülü üzerine kurulmuş olan Şişhane Meydanı ve Çevresi Projesinin de benzer bir akıbete uğraması beni şaşırtmayacaktır.

5. Sol: Uygulama İlk Görseli, ŞANALarc       6. Sağ: Güncel Durum Detay

Bu noktada mimarlık pratiği ve kentsel tasarım pratiği arasında temel ayrımlardan birisi olarak öne sürdüğüm “gerçeklikle bağlantı” konusuna temas etmek faydalı olacaktır. Şöyle ki, mimarın ürettiği mekânın kullanıcıları ile kurduğu ilişkinin doğrusallığına bağlı olarak tasarımcıdan, kötü tasarım3  ya da keyfe keder fantezi dayatmasına az rastlarız, elbette ki istisnalar vakidir. Yani mimari mekân söz konusu olduğunda kullanıcının mekanla kurduğu ilişki daha dolayımsız ve doğrudandır. Ancak iş kentsel mekân ölçeğine geldiğinde kentli ve mekân ilişkisi muğlaklaşmakta, kullanıcı anonimleşmekte ve mekânın tasarımına ilişkin geri dönüş sağlayan mekanizmaların yokluğunun da etkisiyle üretilen kentsel mekânın tasarım ve uygulamasına ilişkin repertuar olumsuz anlamda genişlemektedir. Bu bağlamda iyi, doğru ya da uygun olmayan tasarım daha mümkün hale gelmekte, işin kötüsü bu durumun tespitine yönelik geri dönüş mekanizmalarının eksikliği farkında olmayı da zorlaştırmaktadır. Bu türden tasarıma ilişkin sorunları mimarlık ile kentsel tasarımın ara kesitinde de gözlemek mümkündür. Örnek vermek gerekirse, 3. Havalimanı, Haliçport, Galataport, özel ya da kamu eliyle üretilen kapalı site konutlar gibi çok büyük ölçekli mimari komplekslerden söz edilebilir. Kaldı ki bu projelerde planlama, kentsel tasarım ve açık alan tasarımları belirleyici rol oynamaktadır. Bu anlamıyla o ölçekte ortaya konmuş olan tasarım kararları baştan mimari ölçeği de bağlamakta, mimari ürününün kendi bağlamındaki niteliklerinden azade bir başarısızlık ya da olumsuzluk baştan satın alınmış olmaktadır.

Şimdi kısaca örneğimizin tasarım problemlerine ilişkin başlıkları, uygulanmış halini baz alarak tartışalım. Başlıklardan ilki toplumumuzdaki gündelik mimarlık tartışmalarının popüler düzlemde ana aksını oluşturan beton kullanım alışkanlığı. Betonu cazibesiyle bir alanda akıtarak suyun geçişine mahal vermeyen bir yüzey oluşturma pratiği4  kamusal mekanlarda son zamanlarda iyice yaygın ve belirleyici bir yaklaşım halini aldı. Örnek vermek gerekirse Taksim Meydanı, Üsküdar Meydanı, Eminönü, Karaköy’ün kamusal açık alanları bu yaklaşımın en göz önünde ve kamusallık dereceleri en yüksekleri olmaları hasebiyle öne çıkmaktadırlar. Mimari ölçekte aşina olduğumuz ve genelde dikey düzlemde vuku bulan bu beton ve türevlerine yaslanan yaklaşım, kentsel tasarım vasıtası ile yatay düzleme taşınmakta ve benzer bir kullanım yoğunluğunda karşılığını bulmaktadır. Dikey düzlemde5 fizik kurallarının bağlayıcılığı nedeniyle manevra alanı görece dar olan tasarımcı, yatay düzlemde diğer bileşenleri dikkate almak yerine dikeyden gelen bu alışkanlıkları yatay düzleme direkt tercüme etmekte ve karşımıza su geçirimsiz kamusal alanlar çıkmaktadır. Ancak bu su geçirmezlik ilkesinin tersinden çalıştığını belirtmeye gerek yok. İçinde bulunduğumuz dönemde iklim değişikliği kavramı yerini iklim krizi kavramına bırakırken ve buna bağlı yeni gündemimize girmiş bulunan “yok oluş isyanı”7  hareketinin meşruiyet zeminini kuran bu türden pratiklerinin insan yaşamını tehdit eden sonuçlarını kentsel alanlarda insan yaşamına mal olan seller ve su baskınları olarak, örneğin 2009 yılında İstanbul’da 31 kişi yaşamını yitirdiği sel felaketi, geçmişte yaşadık. Çok yakın bir gelecekte daha yakıcı sonuçları yaşayacak olduğumuz gerçeği de dimdik karşımızda durmaktadır.

Bir diğer önemli sorun ise Şişhane’nin bu kısmındaki insan hareketlerinin oluşturduğu örüntü ve beton toprak havuzlarının plan düzlemindeki yerleşimlerinin yaya hareketleri ile olan ilişkisi(zliği)dir. Alan birbiriyle çakışan karmaşık hareket güzergahları içeren bir geçiş bölgesidir. Ancak tasarımın bu veriyi çok da umursadığını söylememiz zor, zira otların8  bir fantezi dünyasına ait olma hissi onların mekandaki yer seçimlerinde tutarlı bir biçimde kendini belli etmekte, açıkça otların bu yataylıkla Haliç ve Altıncı Daire bakılarında bir fon oluşturmasının öncelendiğini bize göstermektedir. Bu anlamıyla bakıldığında her ne kadar alan betonla kaplanmış ve hareket serbestisi sağlaması mümkünken, üzerindeki peyzaj düzenlemeleri bu karmaşık yaya hareketlerini engellemektedir. Galvaniz kutu profiller marifetiyle sınırları katı bir biçimde ve 3. boyutta da belli edilmiş olan bitki havuzlarının yayanın hareket olanaklarını oldukça kısıtlamakta olduğu alanda yapılacak kısa bir gözlemle tespit edilebilecek açıklıktadır. Bu anlamıyla açık alan düzenlemesi en temel görevlerinden birini yerine getirmekte zafiyet göstermektedir.

7. Beyoğlu Belediyesine (Altıncı Daire) Bakış

Hazır konu bitki havuzlarından açılmışken, bu alanlara dair diğer konu ise beton toprak havuzcuklarının bitiş detayıdır. Burada toprak havuzun sınırlarının meydan kotunun üzerine oturan galvaniz profille bir eşik oluşturacak biçimde bitirilmiş olması belli ki yüzey suyunun bir tehdit olarak algılanıyor ve ondan kaçınılmak isteniyor olmasındandır. Ancak bizatihi su geçirimsizlik zincirine bir halka da kendisi ekleyen bu proje, yüzey suyunun uzun mesafeler toprağa karışamayacak oluşundan doğan bu durumun yaratılmasına da katkı koymaktadır. Yani oluşmasına katkı koyduğu bir durumu yine kendisine tehdit olarak algılayıp tasarım meziyetleri ile ondan kaçınmaya çalışmaktadır.

Yukarıda yayalar bağlamında sözünü etmiş olduğum hareket olgusu, yaya araç ilişkisi bağlamında kentsel açık alanlarda oldukça önemli bir yer tutmakta ve kentsel tasarımda belirleyici bir rol oynamaktadır. Söz konusu araçlar, özellikle de binek otomobiller olunca onların hareket alanlarını ve sınırlarını tanımlamaya çalışmak ilk akla gelen çözümlerdir. Ancak bir refleks olarak yayayı öncelemek, trafiği yer altına almak, araç girişini yasaklamak ya da kısıtlayarak alanı yayalaştırmak her zaman iyi kentsel tasarım anlamına gelmiyor. Bunun yıkıcı sonuçlarını Üsküdar Meydanı, Kabataş ve özellikle Taksim Meydanı gibi İstanbul kentinin en önemli kamusal açık alanlarında gözlemlemek mümkündür.

Yazı konusu projeye geri dönmek gerekirse, araçlara ilişkin hareket alanı tanımlama ve sınırlarını belli etme refleksi kentlerimizde ilginç bir kentsel mobilya ile vücut bulur: kaldırım babası. Sürücülerimizin üstün park etme becerilerinden feyz alan kaldırım babaları, çeşitli malzeme ve ebatlarda karşımıza çıkmakta ancak bu projedeki sıklıkları, yaklaşık 1 metreye 1 baba, gerçekten de durumun vahametini göz önüne sermekten başka işe yaramıyor. Bu kadar görünür bir önlemin bu sıklıkta alınıyor oluşu da içinde bulunduğumuz toplumun yapısına ilişkin bize önemli ipuçları sağlıyor. Diğer bir yandan ise otların sınırsızlık ya da bir kumsaldaymışız hissiyle zıtlık ilişkisi içerisindeki bu babalar, diğer yandan otların da en az babalar kadar belki de daha fazla harekete engel teşkil ediyor oluşları ilginç bir vaka olarak karşımıza çıkmaktadır. Ancak bununla ilintili ve bir o kadar da önemli bir diğer konu da araç yolu çözümlemesine dairdir. Eskiden gidiş-geliş olan Meşrutiyet Caddesini yaya lehine bir refleksle9  tek yöne çevirmek, ki bunun ulaşım analizlerinin yeterince yapılıp yapılmadığı da şüphelidir kanımca, özellikle de alanın hemen yanı başında 2 büyük katlı otopark yapısı varken, mevcutta zaten var olan trafik sorununu katlamaya adaydır ve yoğun saatlerde alanda yapılacak kısa bir gözlem bu sorunun tespitini mümkün kılmaktadır.

8. Babalar ve Otlar

Amfi çözümlemesinin de ciddi sorunlar barındırdığını söylemem gerekiyor. Konsept projede Haliç yönüne çevrilmiş amfi, uygulamada açısı biraz değiştirilerek 2 yöne eğimlenmekte ve hemen hemen hiçbir noktasında yaya erişimini mümkün kılacak basamakları bulunmamaktadır. Basamak önerilen tek nokta ise amfinin ana bakış yönünün en uç kısmında ve sonradan eklendiği hissi veren bir biçimde yer almaktadır. Bu durum da yine alanın karmaşık yaya rotaları barındıran bir geçiş alanı olma gerçeğinin kavranamamış olduğunun bir işaretidir.

Yaya ve hareket konusundan devamla, oldukça sorunlu bulduğum temel bir diğer eleman ise eğimli ve rıhtı sürekli değişen merdiven çözümüdür. Buna çözüm demek ne derece doğru bilmiyorum ama gerek proje gerekse uygulama olarak böyle bir örneği daha önce hiç görmedim. Bu türden bir merdiven 2 boyutlu bilgisayar düzleminden doğrudan 3. boyuta tercüme edilmiş olduğu hissi veren hali ile epey konforsuz ve yeri geldiğinde, özellikle de kış aylarında, yaşamsal bir risk oluşturacağı çok açıktır.

9. Sol: Amfi Ucuna İliştirilmiş Basamaklar     10. Sağ: Değişken Rıhtlı Eğimli Basamaklar

Projeye ilişkin bir diğer unsur ise dar açılı üçgen ve Altın Boynuz’a uzanan yansıma havuzudur. Havuzun yerinin uygulama sırasında projede olduğu yerden farklı ve kot olarak biraz daha yukarıya taşınmış olduğunu görebiliyoruz. Galata kulesini yansıtması gereken havuz, ki buna neden ihtiyaç duyulduğu ayrı bir tartışma konusu olabilir, uygulanması halinde katlı otoparkın yansıma havuzu olarak kentsel hayatına devam edecek gibi görünüyor. Bu anlamıyla oldukça pragmatik bir yaklaşımla küresel üne sahip Galata Kulesi imgesini projesine mesnet edinmeye soyunan tasarımcı, yansıma havuzu fikrinin cazibesine kapılarak yayaya ya da yeşile ait olması beklenen büyük ve eğimden azade yüzeyi tekil ve pasif bir işleve terk etmeyi tercih etmiştir.

11. Yansıma Havuzu

Buraya kadar genel tasarım kurgusu üzerine yoğunlaştırdığım kadrajı başka bir yöne çevirmek istiyorum. Şöyle ki, başta yazının ana akslarından birisi olarak belirttiğim fiziki ve toplumsal gerçeklik ile kurgusal gerçeklik arasındaki ilişkinin, bu proje özelinde nasıl zuhur ettiğine bakarak yazıyı tamamlamak istiyorum. Bu kısımda tartışmak istediğim şey, tasarımcının zihninde mesleki bilgi alanı dahilinde kurmuş olduğu gerçeklik ile bu gerçekliğin fiziki mekâna öyle ya da böyle işlenmesi ile ortaya çıkan ara durumların çözümlemesidir.
Bu kısa okuma ile ortaya koyacağımı sandığım şey söz konusu açık alanın aynı anda 2 farklı halin bir aradalığından oluşan, psikoloji bilimden alıntı ile “bipolar” bir yapıya sahip olduğu gerçeğidir. Bu ikili durum ise zihinsel süreçlerin ürünü proje ile onun hayata geçiş aşamasında devreye giren ve çok farklı bileşenlerden mürekkep bir gerçeklikle aralarında vuku bulan güç ilişkileri ile yakından ilişkilidir.

Yazının başında bir sarkaç metaforu yapmıştım. Sarkaç uçlarda salınırken hep bir durumdan diğerine seyahat halindedir, ancak benim bu projeden okuduğum durum fiziksel dünyanın kültürel kodlarına bağlı gerçeklik ile zihinsel bir fantezi tahayyülünün aynı anda var olduğu bir haldir. Bu bağlamda sarkacın aşırı gerçeklikle fantezi arasında salınmasından çok, 2 ayrı salınım sekansının üst üste binmesi, çakışması ile ortaya çıkan bir süperimpozisyon söz konusudur. Bu belki de tasarımcının bir yandan gerçeklikle bağının koptuğu ama diğer yandan da mevcut güç ilişkileri içerisinde gerçeklikle sıkı sıkıya bir bağ kurmak durumunda kaldığının göstergesidir.

Bu ikili durumu anlatmaya bitkisel peyzaj yaklaşımından başlamak zihin açıcı olabilir. Acaba bitkisel peyzaj, yani Meksika Tüy Çimeni, projede nasıl bir görev üstlenmektedir? Alanın tamamen su geçirimsiz6 bir biçimde tasarlandığını ve bitki havuzlarının yaya hareketlerini azami düzeyde kısıtladığını anlatmıştık. Bu noktada bitkisel peyzajın asal görevi “mış” gibi yapmak, yani meydanı yeşilmiş gibi algılatmak olduğunu söylemek pek de abartılı bir yorum olmayacaktır. Zira yatay aksta askeri düzende ve arka arkaya dizilmiş bu bitki havuzları otların dikeyliği ile birleştiğinde oldukça yoğun bir yeşil hissi vermektedir. Ancak olaya tersinde bakarsak otlar diğer yandan da kasabın bıçağını yalayan inek misali kendi sonunu getirenin iyiliğine çalışmakta ve yapay yollarla beslenen beton bir havuz içinde damlama sulama ile, bir nevi serum, yaşam destek ünitesine bağlı bir biçimde “bitkisel” hayatını sürdürecektir, ta ki fişi çekilene kadar.

Ancak bir diğer yandan nebati eylemliliğin sadece bağlı olduğu toprakla sınırlı olmadığını ispat edercesine havada uçuşan tohumlar, sporlar da işlerini görmeyi sürdürmekte ve tüm bu kısıtları hiçe sayarak kendi isyanlarını ete kemiğe büründürmekte, buldukları bu minik toprak parçası üzerinde yeni bir yaşantının ilk adımlarını atmakta ve beşerî bir müdahaleye maruz kalmadıkları sürece de gelişerek ve yayılarak yaşamlarını sürdürme iradesi ortaya koymaktalar. Rüzgârda usul usul salınan ve uzaktan oldukça steril bir görüntü ile arzı endam eden Meksika Tüy Çimenlerine, aralarına karışmış ve yakına geldikçe belirginleşen yabani! türler farklı bir coğrafya ve bağlamın içerisinde olduklarını hatırlatmaktalar.

12. Yabani! Türler ve Otlar

Toparlamak gerekirse, tasarımcının fantezi dünyası ve gerçek dünya arasında salındırdığımız sarkaç aslında kentli kendi kentsel mekânından uzaklaşıp koptukça fantastik alana doğru kaymaktadır. Diğer bir deyişle kentli kendi mekanına ilişkin düşünce üret(e)medikçe, fikir beyan edemedikçe ya da etmedikçe kısacası kendi mekanının sahibi ol(a)madıkça inisiyatif fantezi dünyasının tahayyüllerinde olmakta ve benim tam da etrafında dolaşarak anlatmaya çalıştığım gerçeklikle bağı kopmuş ve bizimle alay eder keyfilikte kamusal açık alanlar kentin farklı yer, büyüklük ve bağlamında önümüze düşmektedir. Ve biz hayatımızı bu derece ilgilendiren tahayyüllerin varlığından ancak önümüze düştüklerinde haberdar olabilmekteyiz.

Son söz yerine, zihinsel düzlemde cereyan edenin gerçek dünyaya tercümesi çok karmaşık süreçlerin bir ürünü olarak hayat bulur. Yaşamlarımız da bir anlamıyla benzer süreçlerle inşa olmaktadır. Bu yazıyla yapmaya gayret ettiğim bu türden bir okuma ile gündelik yaşamımızın geçtiği fiziksel çevrenin üretim süreçlerine alternatif bir bakış geliştirmek ve zihinlerde olabildiğince çok soru işaretleri oluşturabilmekti. Bu noktada bizim semptomlardan, ete kemiğe bürünmüşten çıkaracağımız okumalar önemlidir. Tekrar ve son kez analiz nesnemize dönersek, arada kalmışlık halinin kristalize olduğu an yazının da başlığı olan ve benim iki halin iki ucu olarak düşündüğüm “babalar ve otlar”dır. Ama hayat ne tek başına babaya ne de tek başına ota indirgenecek basitliktedir.

[1] Belediyenin web-sitesinde proje “Beyoğlu Şişhane Meydanı ve Çevresi Düzenleme” olarak tanımlanmış.

[2] Bu projenin de Erginoğlu&Çalışlar tarafından yapıldığını kendi web-sitelerinden öğreniyoruz. Yeri gelmişken şöyle bir anekdotu da aktarmış olayım. Bir öğlen saati ofisin zili çaldı, karşımda fotoğraf ekipmanları ile Cemal Emden duruyor. “Sizin ofisten bir fotoğraf çekebilir miyim?” diye sordu, elbette deyip içeriye aldım ve yazı içerisine yerleştirdiğim görseli (3.) çekti. Çalışması sırasında projeyle ilgili olumsuz görüşlerimi kısaca paylaştım, üzerine yorum yapmayı tercih etmedi ve ofisten ayrıldı. Altıncı Daire ile ilgili projeye dair söylenecek çok söz var ama bu yazının eksenini saptırmak istemediğim için bu konuya girmiyorum. Kabaca Şişhane meydanı projesi ile aynı kentleşme pratiklerinin farklı tezahürleri olduklarını belirtmekle yetineyim.

[3] Kötü tasarımdan kastım estetik yargı belirtmeden teknik yeterlilik anlamında zafiyeti olan tasarımdır.

[4] Ben bunu “Beton Akıtma Tekniği” olarak adlandırıyorum. Bir hamur işi olan akıtmaya da referans verilebilir ki o genelde tava gibi eğimsiz bir düzlemde yayılarak ve pişerek krep halini almaktadır. Bir diğer ismi ise cızlamadır ve içinde bulunduğum duygu durumuna da bir gönderme içermektedir.  

[5] Son dönemdeki yatay mimari tartışmalarını akılda tutarak düşünürsek, dikey düzlemdeki betona dayalı mekân üretiminin yatay düzleme tercümesi bu türden projeler aracılığı ile sürmektedir diyebiliriz.

[6] “Waterproof” kavramı suyun tek yönlü olarak dışarıdan içeriye geçmesini önleyen ve genelde giyim eşyaları için kullanılan bir tabir. Burada esas amaç vücudun ya da suyun tesirinin olumsuz sonuçları olacağını bildiğimiz şeylerin korunmasıdır. Ancak söz konusu kamusal açık alan olduğunda suyun topraktan yalıtılıyor oluşunun bizi çok önemli sorunlarla baş başa bırakması kaçınılmazdır.

[7] Extinction Rebellion, 2018 yılında başlamış ve şiddetsiz direniş yöntemini benimsemiş bir sosyopolitik hareket, küresel kapitalizmin geldiği aşamaya bir tepki olarak, gezegenin kurtarılmasına dair bir aciliyet çağrısı olarak da okunabilir.

[8] Stipa Tenuissima, Mexican Feather Grass, Türkçeye çevirirsek Meksika Tüy Çimeni. Bitkinin doğal koşullarda rastlandığı yerler Amerika Birleşik Devletlerinden Güney Amerika’ya uzanan coğrafya.

[9] Refleks kavramını özellikle kullanıyorum çünkü yaya ile araç arasındaki ilişkinin her kentsel bağlamda aynı biçimde ele alınması doğru bir yaklaşım olmasa gerek. Bu noktada doğru yaklaşım mevcut bağlam verilerini iyi etüt edip tasarım yaklaşımlarını bu veriler ışığında geliştirmek olmalıdır. Ancak bu örnekte gördüğümüz bunun aksine refleksif bir tavır olarak araç hareketini kısıtlama yoluna meyletmektedir.

Fotoğraflar:

1. http://www.tabanlioglu.com/project/sishane-town-square/
2. Devrim Çimen 2013
3. http://www.ecarch.com/works/beyoglu-belediyesi/
4. Devrim Çimen 2019
5. https://sanalarc.com/sishane-park-sishane-park
6. Devrim Çimen 2019
7. Devrim Çimen 2019
8. Devrim Çimen 2019
9. Devrim Çimen 2019
10. Devrim Çimen 2019
11. Devrim Çimen 2019
12. Devrim Çimen 2019

Etiketler

Bir yanıt yazın