“Master Plan” Dünyaları

"Master Plan" kavramı üzerine...

Mimarlık, şehircilik, çevrecilik, gazetecilik, ekonomi, politika ile ilgileniyorsanız, gazete okumaya zaman ayırabiliyorsanız, siz de benim gibi hergün “Master Plan” denilen, yeşillik alanlara ve berrak bir gökyüzüne sahip, mutlu görünen insanların yaşadıkları tasarımları biliyorsunuz ve benim de onlardan bahsetteğimi hemen anlayacaksınız.

Master Planlanmış yerler, yirminci yüzyılda inşa olup artık merkezlerindeki arsaların hemen tamamının binalarla dolduğu kentlerde acele rantlar için ucuza yapılmış fakat bugünlerde değeri bir kaç kez katlanmış yapıtların bir şekilde istimlak edildikten sonraki modelleri. Onlar da acele fakat şu anda üst düzey denilen zengin müşterisi bulunan yerler. Kentlerin yeni tasarlanmış binalarının herbiri sistemin içinde harcama düzeyi yüksek bireyler, kurumlar ve şirketler icin yapılıyor.

Günümüzde Master Plan dediğimiz nesne büyük parselleri kovalayan bir tür “devkondu”. Ama konduğu yer öyle içinden toksik bir derenin geçtiği, heyelan toprakları üzerine kurulmuş, okulsuz, doktorsuz, elektiriği ve suyu ince boru ve tellerle iletilen, belediyenin en eski otobüslerinin gittiği iğreti bir yer değil.

Resmine baktığınızda, üstünde bulunan binalarıyla Master Planlanmış yerler, yerine sağlam oturmuş, yüzme havuzlu, içinden pırıl pırıl derelerin geçip sakinlerinin devamlı çiçek, domates ve biber yetiştirip, spor yaptıkları, neşeli çocuklarına baktığınızda güzel ürediklerini gördüğünüz, mutluluk haplarının birçok diğer ürünlerle birlikte tüketildiği yerler. Orada ölüm, ayrılık, hastalık, mücadele yok. Her şey başka yerlerde imal edilip-ettirilip arkada özel girişleri olan servis araçlarıyla getiriliyor. Nereden hangi şartlarla geldiği mühim değil. Oradaki sakinlerin ihtiyacı olan herşey var. Deniliyor ki, “sen buradan bir yer al, gerisi zaten Master Planda var..” Böyle yerlerde, çöp, pislik, kanuna ve kurallara aykırı hareket eden yok. Yani kısacası bir nevi herşey dahil bir hayat. İmajından da anlaşılabileceği üzere öyle her önüne gelenin kolay kolay ikametleneceği yerler değiller. Bir nevi nitelikli insanların sadece kendilerine benzer olanlarıyla rahat ve sorunsuzca yaşadıkları yerler o Master Planda yaratılmış bulunan mekanlar.

Diğer tarafta ise o miyadı dolmuş 4 – 5 katlı iç içe yapılmış, altında bakkal-çakkal-butik-kuaför olan gürültülü bir şehir hayatını kabullenmiş mahaller. Yılların birikimi kompleks kurguların birbirine dolandığı, komşuların, eşlerin dostların düşmanların birbirlerini yakından tanıdığı, şartların ne kadar zorlansa bile sürdürebilirliğini koruduğu, karman çorman bir dokunun içinde çok kültürlü hayatları barındıran, beton yığını da denilen çoğumuzun yaşadığı yerler. Master Plansız gelişip daha sonra kentin renkli hayatına katkıda bulunan sokak ağları.

Master planlanmış yerler ise mimarların kuşbakışı baktığı, duvarlarında ne işe yaradığı halen açıklanamayan bitkilerin yetiştiği, ekonomi piramidinin sivri ucunda yer almış azınlığın sanki dans eder gibi parklarında yürüdüğü, ahalisinin aslında ürpertici bir izolasyonda yaşadıkları etrafı hendeklenmiş özel bölgeler. Patlamaya mahkum bir balon gibi şişen konut endüstrileri. Master Planın kadar konuş diyen rekabetler. Onların arkasında bulunan çılgın planlar ve hasaplar. Hiç kimse bu dev yerlerin gelecekteki şehir hayatını nasıl etkileyeceğini araştırmıyor. Araştırılanlar sadece rakam değeri, maliyet, kar ve satış yöntemleri. Henüz buralardaki haleti ruhiyenin nerelerde ve nasıl manifest olacağı, yani su yüzüne nasıl çıkacağı bilinmiyor.

Şimdi bu ağaçlık, gölgelik, havuzlu ırmaklı, çelik mutfaklı beyaz duvarlı, kahverengi ağac kaplamalı içinde medya odası bile olan, Avrupa Amerika görmüş ve görecek kadar parası olan insanlara kapış kapış satılan, oturma odalarında ev dizayn dergileri okunan yerlerden nasıl zarar gelir diyebilirsiniz. Bende soruyorum kendime bunları yazarken. Herhalde ben bu Master Planları bügüne kadar öğrenilmis, pratiği benimsenmiş, zayıf yönleri tespit edilmiş, kendisine ait bir geçerliliği olan mevcut kentlerin işlevlerini dev parsellerle geçersiz hale getiren bir konut pazarlamasından ileriye bağlıyamıyorum. Kentin dokusu ile olan ilişkisinin otobanın kenarına yapıştırılmış bulunan kolajından daha ileride göremiyorum. Gördüğüm, elimizdeki kenti terkedip, resmen yeni bir yerleşke impoze etmesi. Hiçe saydığı kent ona bir şey vermiyor gibi konuşlandırılmış olması. Sakinleri kentten paralarını kazanıp Master Plan dünyalarına dönüp orada uyuyorlar. Bazen burnumuzun dibine kadar sokulup mahalleleri ezip geçiyor, sürüyor, havuz, ırmak, avize, mutfak, mecmua, moda, ekoloji derken olmayacak insanları yersiz yurtsuz bırakıyor. Bunun İstanbul’da örnekleri var. Sulukule, Tarlabaşı uygulamaları, Zaha Hadid’in Kartal planları bunun en bilinenleri, dahası da olan bir çok Master Plan görselleri, paftaları hazır ve hazırlanmakta. Bu sadece İstanbul’da Ankara’da değil. Son beş on senedir Çin, Kore, ABD, Avrupanın çeşitli ülkeleri, yani bütün dünya bu Master Planlanmış konut endüstrisini benimsemiş durumda. Artık “adıma apartman yaptım” yerine “adıma şanıma master planı olan yerleşke yaptım oğlumun ismini verdim” denilebilir.

Etiketler

1 Yorum

Bir yanıt yazın