Müziksiz Mekanlar: Kent hayatının ortaya çıkardığı bir ihtiyaç

Daha önce oturduğunuz bir mekanda, arka planda fon müziği çalınıp çalınmadığına dikkat ettiniz mi? Müzikli kafeler olduğu gibi müziksiz kafeler de olabileceğinin farkında mısınız?

İstanbul’da sıkça rastlanmasa da müziksiz mekanlar var. Birçok insan, müzik dinlemeyi sevmelerine rağmen günlük hayatlarının içinde artık müziksiz mekanlara da ihtiyaç duyuyor, çünkü:

Sessizlik, en temel insan haklarından biri olmasına karşın, günümüzde kentlerde bulunması neredeyse imkansız hale gelmiş bir olgu. Gürültü, en temel tanımıyla “istenmeyen, rahatsız olunan ses” anlamına geliyor. Buna göre, trafikte motorlu araçların çıkardığı sesler ve korna nasıl bir insanı rahatsız ettiği için gürültü sayılabiliyorsa, aynı şekilde başka bir insan için dinlemekten hoşlanmadığı bir şarkı gürültü sayılabilir. Bu algılama yalnız bir kesime de mahsus değil; örneğin klasik müzik dinlemekten zevk alan birisi klasik müziği gürültü olarak görmez ama hoşlanmayan bir insan gürültü olarak nitelendirebilir. Keza rock, arabesk, metal, halk müziği, caz, blues, sanat müziği, pop, elektronik müzik, hiphop ve rap için de aynı durum söz konusu. İnsanlar her tür müzikten hoşlanabilir, ama aynı şekilde bazı türlerden veya hiçbirinden hoşlanmayabilir de. Müzik bir seçimdir, zevk meselesidir ve toplumun ortak müzik zevki gibi bir genelleme yapılması mümkün değildir.

Günlük hayatımızda her tür müziği her an dinlemek zorunda kalıyoruz: Bakkalda, dolmuşta, markette, kafede, restoranda, sokakta, alışveriş merkezlerinde, eczanede, kıyafet dükkanında; kısacası aklınıza gelebilecek her yerde arkada fon müziği çalıyor. Hatta bazı mekanlarda fon müziği (background music) olmaktan çıkıp ön plana geçiyor (foreground music). Müziğin bu kadar insanlara dayatılmasının en önemli sebeplerinden biri, müziğin ticarileştirilmesi. İnsanlara yüksek sesli ve hızlı müzikler dinletilerek onlardan hızla ve düşünmeden alışveriş yapmaları bekleniyor. Bu sırada müzik değersizleştiriliyor, iyice sıradanlaşıyor.

Bilinen ilk modern ses kaydı Édouard-Léon Scott de Martinville tarafından 1859 yılında yapılmıştır. Bu tarihten önce insanlar, gün içinde sürekli müzik dinlemek zorunda kalmıyorlardı. Belli zamanlarda verilen büyük konserlerde ve zaman zaman akşamları müzikli mekan olduğu bilinen lokanta benzeri yerlerde insanlar eğer “dilerlerse” müzik dinlemeye gidiyorlardı. Hoparlörlerle dinlediğimiz müziğin teknolojisi daha henüz yüz elli yıl öncesine aitken, bu aletleri günümüzde her yerde bu sıklıkta kullanmak ve bunu normal kabul etmek oldukça sıkıntılı bir durum. En basit söyleyişle, bu sesler insan doğasında yok ve insanın doğal seslere tahammülü, hoparlörlerden ve benzeri ses yükseltici aletlerden çıkan seslere oranla daha yüksek.

Türkiye, Türk kahvesi ile bilinmesine rağmen İstanbul’da eskiden bugüne kalan kahvehanelerin sayısı oldukça sınırlı. Yurtdışında, hem Osmanlı’dan aldıklarını her fırsatta dile getirdiğimiz kahve kültürlerini korumak, hem de rahat mekanlarda oturmaya devam edebilmek için insanlar varolan mekanların değişiklik geçirmesini istemiyor. Bu yüzden birçok ünlü kafede yalnızca küçük tadilatlar yapılıyor, yenileme işlemlerine ise sıcak bakılmıyor. İç mekana hoparlörlerle müzik verilmeme tercihi de bu kültürün bir parçası. Örnek vermek gerekirse, Viyana’nın en ünlü turistik kafelerinden Hawelka’da fon müziği çalınmıyor. Müzik olmayınca insanların oluşturduğu konuşma ve çatal bıçak sesleri daha samimi bir ortam yaratıyor ve bu sesler mekanın kendi kişiliğini oluşturuyor. İstanbul’da ise Helvetia, Vefa Bozacısı, İmroz Meyhanesi, Kanaat Lokantası, İnci Pastanesi ve daha birçok mekan fon müziği olmadan hizmet veriyor. Bu mekanlar, kullanıcı üzerinde “samimi ve kaliteli” olduğuna dair bir genel izlenim bırakıyor.

İşte tüm bu sebeplerden, müziği gerçekten seven insanlar olarak, bilinçli işletme sahiplerini müşterilerine müziksiz mekanlar sunmaya ve bunu özellikle vurgulamaya çağırıyoruz.

Güncel olarak detaylı bilgileri takip etmek için: www.muziksizmekanlar.com

Etiketler

3 yorum

  • talha-gencer says:

    İlginç bir bakış açısı; ancak Vefa Bozacısı, İnci Pastanesi gibi “oturulmayan ya da kısa süre oturulan” mekanların örnek gösterilmesi bence doğru değil.

  • azmi-acikdil says:

    Bu tür mekanlar muziksiz iken çok önceleri bir ayricaligi yaşamımız demek ki. Nostalji denilen, eskileri anıpta iç geçirdiğimiz yaşantılarımız şimdi aranan ayrıcalıklarımız olsa gerek.
    Ayrıca, bizlere gelecekte yön veren hayatımızı düzenleyen yerler müziksiz mekanlar değilmiydi?

  • onur-taner says:

    Antalya’da bunların zıttı mekanlar gerekirken İstanbul merkeziyetçiliğiniz ile böyle bir konu açmanız?

Bir yanıt yazın