Sıfıra Bölmek ve Betonarme Şehzadebaşılar

Akademik bir makale yazmadığımı biliyorum ama çok hızlı değişen gündem bazen konulara hakimiyetimizi zorluyor.

Geçtiğimiz hafta sonu Diyanet İşleri Başkanı Prof.Dr. Mehmet Görmez, Yalova’da bir hayırseverce yaptırılan caminin açılışında şunları söyledi: ”Üniversitelerimiz, üniversitelerimizin mimarlık fakülteleri, mimarlarımız 80 sene camiye küstü. Cumhuriyet dönemine özgü bir tane cami mimarisi ihdas edemediler. Neden ihdas edilemedi? Çünkü küsmüşlerdi. Bu konuya küskünler. Ben şimdilerde barışmış kabul ediyorum,” Bu sözler Ataşehir Camisi’nin açılması ile dingin bir hal alan cami tartışmalarını yeniden alevlendirdi.

Akademik bir makale yazmadığımı biliyorum ama çok hızlı değişen gündem bazen konulara hakimiyetimizi zorluyor. Cami mimarlığı ile ilgili yakın geçmişte önemli gördüğüm gelişmeleri sıralayarak başlamak istiyorum:

26 Ağustos 2012: Diyanet İşleri Başkanı Prof.Dr. Mehmet Görmez “Mimarlar 80 sene camiye küstü” açıklamasını yaptı.

6 Ağustos 2012: Şişli Belediyesi’nce açılan “Halide Edip Adıvar Camii Külliyesi Yarışması” sonuçlandı.

27 Temmuz 2012: XXI Dergisi “Absürd Fikirlere Çağrı: Alternatif Çamlıca Camisi” yarışmasını açtı.

26 Temmuz 2012: Doğan Kuban’ın “Cami” başlıklı yazısı yayınlandı. (Arkitera’da 300 paylaşımla cami konusunda SOME’de en çok paylaşılanlardan oldu bu yazı.)

23 Temmuz 2012: Çamlıca Camisi yarışması ilan edildi.

20 Temmuz 2012: Başbakan’ın da katılımıyla Ataşehir Mimar Sinan Camisi’nin resmi açılış yapıldı.

29 Mayıs 2012: Başbakan Recep Tayyip Erdoğan katıldığı bir toplantıda Çamlıca’ya İstanbul’un her yerinden görünecek bir cami yapılacağını açıkladı.

9 Ekim 2011: Mimar Ahmet Turan Köksal Camigor.com‘u yayınlamaya başladı.

5 Nisan 2011: Kayseri Büyükşehir Belediyesi’nce açılan “Cami Mimarisi Üzerine Fikir Yarışması” sonuçlandı.

Yakın gelecekte ise şu iki gelişme olacak:

10 Eylül 2012: Çamlıca Camisi yarışmasının sonuçları açıklanacak.

1-4 Ekim: DİB “Ulusal Cami Mimarlığı” sempozyumunun ilkini düzenleyecek.

Başkan’ın yukarıdaki açıklaması ses getirdi. Taraf gazetesi mimarlardan görüş alarak yayınladı. Mimarlık Vakfı Başkanı Yaşar Marulyalı, DİB Başkanı’nı Sinan camilerinin kopyasını yapmakla eleştirdi. Mimarlar Odası Genel Başkanı Eyüp Muhçu, Görmez’den camilerin altında AVM olmasını; Taksim ve Çamlıca gibi “Mutlak Yapı Yasağı” olan yerlerin imara açılmasını eleştirmesini beklediğini açıkladı. Hemen ardından bugün Fatih Altaylı da konuyu “Türk mimarlar cami yapar ama…” diyerek Habertürk Gazetesi’ndeki köşesine taşıdı.

Buraya kadar olanı biteni anlamaya, anladıklarımı toparlamaya çalıştım, toparladıklarımı da sizlerle paylaştım.

Görmez’in “cami mimarisi ihdas etmek” sözü üzerinde duralım. Bu kısım farklı anlaşılabiliyor. Görmez kendisi ne demek istedi onu da kestiremiyorum ama tartışma içinde benim konumlandırmak istediğim yer belli: Diyanet İşleri Başkanı da toplumun neredeyse tümü gibi bugün “Klasik Osmanlı” olarak adlandırılan ve gerçekten çoğumuzun hayran olduğu cami mimarlığına öykünüyor. Yani söylemek istediği ya da benim bu yazıda ele almak istediğim tekil örnekler değil.

Sahiden öyle mi? Nedenleri ve gerekçelerini dikkate almadan cevap vermenin çok da hatalı olacağını sanmıyorum. Cumhuriyet sonrası, Klasik Osmanlı’da olduğu gibi ortak bir cami mimarlığı dilinden bahsedilemez. Gerek ve olanak da yok zaten. Avrupa’da Osmanlı’ya paralel ortak diller varken bugün yine ortak bir kilise mimarlığı dilinden söz etmek olanaksız. Modernist tasarımlardan, tasarımcılarından, tasarımcının geliştirdiği ortak dilden bahsedebiliriz ancak. Tadao Ando’nun olanaklarına Behruz Çinici sahip olabilseydi belki bir Çinici Cami tarzını konuşuyor olabilirdik.

Söz konusu dini bir yapı tipi olunca Türkiye’nin artık kangren halini almış laiklik tartışmasının paydaşları da çeşitli şekillerde kendini gösteriyor. Diyanet İşleri Başkanı doğru bir soruna işaret etse de kendini mutlak taraf hissedenler bu özellikli sorunu görmek yerine kendi gündemlerini sorunsallaştırarak meseleyi ortama öyle sunuyor. Oysa tüm doğru bildiklerimizi söylemek bu kadar zor olmamalı. Ben kısa cümleler kurmaya çalışarak doğru bildiklerimi sıralayacağım.

Diyanet İşleri Başkanı’nın konuya dikkat çekmesi yerinde. Hiçbir sakınca görmüyor, hatta üzerine vazife olarak görüyorum. Mimarlık Fakültesi akademisyenlerinin “belki hayatında bir mimar bile tanımadı”ya varan söylemlerini son derece hatalı görüyorum. Görmez’in başkanı olduğu DİB “Ulusal Cami Mimarlığı” sempozyumunu düzenliyor. Sempozyumun adı bile konuya ilgili olduklarını, Başkan’ın açıklamasını hasbelkader bir açılışta dillendirmediğini gösteriyor. Mimarlık okulları cami mimarlığına küsmüştü söylemi de hiç de yanlış değil. Öğrenciliğim döneminde okullarda yaptırılan müze, kültür merkezi, opera, konser salonu projesi sayısını cami projesi sayısına oranlayabilmem mümkün değil. Güleceksiniz çünkü bir sayı sıfıra bölünemez. Bu oranın gerçekleşen halini birileri araştırabilir ama herhalde cami sayısının çok daha fazla olduğu konusunda kimsenin kafasında bir soru işareti oluşmaz. Düzenlenecek “Ulusal Cami Mimarlığı” sempozyumunda konu başlıklarından biris de “Mimarlık Eğitiminde Dini Yapılar”.

Doğruları sıralamaya devam edelim. “Ulusal Cami Mimarlığı” sempozyumun gerekçesi olarak sıralananlarda özet olarak deniyor ki “Biz DİB olarak camilerin işletmesinden sorumluyuz, inşa faaliyetleri hem izin vermek bakımından hem de tasarım bakımından bizim sorumluluğumuzda değil” bu tespit yasalardan alıntılar verilerek anlatılıyor. Sadece tamam diyelim. Peki daha düne kadar DİB’nın web sitesinde yer alan betonarme osmanlı cami projeleri neydi diye sormazlar mı o zaman Sayın Başkan! Keşke söze “Bizim de hatalarımız oldu, olmuştur!” diyerek başlasaymışsınız.

Diyanet İşleri Başkanlığı’nın varlığını sorgulamak, Hüseyin Aygün’ün TBMM’ye Cemevi istemesini de bu yazıya bağlamak mümkün, yapmak da isterim ama korkarım yazı okunur olmaktan çıkacak kadar uzayacak.

Not: Arkitera’da “cami” etiketi ile ilgili içeriğe ulaşabileceğinizi hatırlatmak isterim.

Etiketler

1 Yorum

  • azmi-acikdil says:

    Mimarlık fakülteleri küsmüş degil.Camileri; işlevleri, söylemleri(hutbe,vaaz) ve sesleri ile DİB’in hala üzerine düşeni yapmadığı ve camileri arka bahçeleri gibi görmelerinden kaynaklanıyor. Osmanlı Devrinde cami ve işlevlerine hoca ve müezzinlerine verilen önem zamanımızda verildi mi? Bugün mevzusu oldu Cuma Namazında, biz talebeliğimizde (Maçka da oturuyorduk) her Cuma Dolmabahçe Camisine giderdik. Cuma Namazına Taksim ve civarından iş adamlari ve bürokratlar gelir İmam da onların düzeyinde hutbe okur vaaz ederdi. Söylenenler o haram bu haram gibi laflardan farklı olduğu ve gercek Müslümanlığı anlattığı için cazip gelirdi. Yıllardır ve hatta hala Ayni sesler, söylem ve işlevler devam ediyor. Bugün Cuma da hoca “bir de hacı olmuş” “bir de namaz kılıyor” dedirtmeyin bu ibadet esaslarına zarar verecek davranışlardan sakının dedi çok da doğru söyledi.
    Şimdi kim kime küsmüş kime kimi küstürmüş sormak lazım.
    Severek yapılan herşey güzel olur, severek gönülden isteyerek çizilen herşey mimari de eser olur. Sokma akıl sekizadım gider.
    Küsleri barıştırmak DİB’e düşer.

Bir yanıt yazın