Taksim Üzerine Maruzatnameler

Taksim Oturumu notlarımı derlerken iki noktada odaklandım. Birincisi mevcut iktidarın nasıl bir dille mazur görüldüğü ikincisi ise kasıtlı olmasalar da konuşmacı aydınların ‘yeşil’i tanımlayışlarındaki sakıncalar.

Ek olarak; Ertuğ Uçar’ın açılış konuşmasında paylaştığı, bir ziyaretinde Kadir Topbaş’ın “ihtiyaç olmasa da inşaat yapılır” manasındaki sözleri, sadece nedenseli açıklanamayan Taksim projesinin değil, iktidarın inşaatçılık yani bir şeyleri “yapmak” üzerinden yürüttüğü diğer çılgın projelerinin de ne denli zeminsiz olduğunun bir nevi “itirafı”… Aynen, Başbakanın önceki iktidarları: “Bir çivi bile çakmadılar” diyerek eleştirmesi de salt “yapma”nın yüceltildiği, gereksinimlerin, tarihsel ve doğal etkenlerin yok sayıldığı, ya da kavram kargaşasına kurban gittiği, devr-i inşaat döneminin fermanıdır.

Dücane Cündioğlu ile başlamak istiyorum. “Taksim’deki ucubeler bitmez!” diyor Cündioğlu. Başbakanın yıktırdığı İnsanlık Heykeli için sarf ettiği sıfatı ya da yıkımı neredeyse olumluyarak açıyor konuşmasını. “Boşluk korkusu” kavramından söz ediyor, Taksim’de yaşanan problemleri boşluktan rahatsız anlayışa dayandırıyor, İslam Sanatı süslemelerindeki “boşluksuzluk” ile ilişkilendiriyor. Bir düşünelim, dört yüzlü Osmanlı meydan çeşmeleri acaba ne amaçla yapılmıştı? Dört yüzden eşit akan suyun, halkçılığın ve eşitlikçiliğin, sosyal devletin doğuşu olduğunu söyleyemez miyiz? Osmanlı “boşluğun” bilincinde de değildi. Boşluğu değerli kılacak bir nüfus yoğunluğu yoktu henüz. Meydanlar özgürlük seslerini yansıtmaya başladıktan sonra başlıyor bu boşluk korkusu. Yani önce boşluklar açılıyor, sonra 60’larda meydanlardan çıkan seslerden rahatsız olan sağ ideoloji günümüze değin meydanları tek tek yok ediyor, en son ve keskin olarak da AKP. Kapitalizmin de etkisiyle kent içinde boşluk kalmayınca denizler dolduruluyor, sahiller uçsuz bucaksız, iktidara karşı söylem geliştiremeyen, tek yüzlü, tek yönlü koridorumsu boşluklara dönüşüyor.

Cündioğlu, Taksim’de mesele politiktir diyor ama nedense sonra mesele politizm üzerinden tartışıldığında vandalizm gizleniyor, diyor. Politizmi tartışma zeminlerinden çekme çabası bütün konuşmacılarda gün boyu sürüyor. Oysa politik veya değil, kent dayatmalarına itiraz etmek kentlinin özgür hakkıdır, politizmi halkın elinden alıp iktidara ikinci kere vermekten başka bir şey değildir bu. Politizmi asıl yüceltmek de böyle olur. Oysa politizm bir araçtır. Bugün feminizm kadın özgürlüğünün yanı sıra pek çok kent eylemine gövde oluyor. İnsanlar niçin kentlerin korunmasını bekler? Kimisi dedesinin evi için, kimi mimarı için, kimi bir heykel için, kimi bir çınar ağacı için… Sadece zenginlerin ve mevki sahiplerinin milletvekili olduğu bir ülkede başka türlü bir politik katılımdan söz edebilir miyiz? Bireylerin ya da homojen STK’ların politik itiraz etme haklarına nasıl itiraz ederiz? (Mimarlar Odası, üyelerinin ideolojilerini tümüyle yansıtma şansına sahip olamayacağı için, politik üslubunu terk etmelidir elbette ancak bunca yıldır bu terk etmediği ideolojisinden hareketle pek çok kent suçuna itiraz ettiğini –davalar- görmezden gelemeyiz. Serbest Mimarlar Birliği’nin halkın pek yakından takip edemediği eleştirel sergileri gibi pasif bir direniş midir bunun alternatifi?)

Cündioğlu, Gökkafes hala tartışılmıyor diyor, unutuyor çok tartıştık zamanında Müjde Ar da katılmıştı eylemlere ve çirkin diye nitelemişti yapıyı, sadece çirkin!

Muhafazakarlık (maruzat 1-muhafazakarlık) hızlıca üretildi, muhafazakarlık neyi muhafaza edeceğinden emin değil, diyor Cündioğlu, muhafazakar yıkım, tabiri caizse “asfalta gitmek” deyiminden söz ediyor, insan özü gereği bencildir (maruzat 2-bencillik) insanın bencil olması rasyoneldir, sağcıdır bunlar (maruzat 3-sağcılık), kalkınmacıdırlar, kar amacıyla yaşarlar, uygularlar, diyor.

Cündioğlu, mimarların artık mabet mimarisi üzerinde de çalışmaya başladığına dikkat çekiyor, cami-din dendiğinde yukarıdan bakan tavrın mimarlardan uzaklaşmaya başladığını söylüyor ve salık veriyor bizlere; camilere karşı çıkmak yerine çirkin camilere karşı çıkın! Camilerin niceliksel ve ihtiyaç fazlası artımını görmezden gelin mi demek istiyor? Camilerin nasıl cinsiyet ayrımcı yanlı kullanımlı mekanlara dönüştüğünü anlamak için Mimar Sinan Camisi açılış törenini izlemesini öneriyorum kendisine. On binlerce erkek, büyük bir caminin açılışında, çoğunluk… Yani camilerin yapımını sadece estetik bir meseleye indirgemek rasyonellik değildir. Camileri saymak da şehir plancılarının hatta mimarlık eleştirmenlerinin, halkın, bizlerin işidir.

Uğur Tanyeli sözü alıyor: “Siz ne yaparsanız yapın kentler kendilerini çalıştırırlar. Tümüyle çöken kent yoktur” (mazurat 4-etkinsizlik)

O kadar heyecansız bir konu ki bıktım dersem abartılı olmayacak, diyerek daha baştan izleyicinin olası umut ya da içinde biriktirdiği itirazları tıkıyor Tanyeli. Belli ki aydın sıkıntısı içinde. Konuşa konuşa bıkmış.

Taksim, Taksim olmaktan daha çok amblematik bir alan, rantı tartışmak istiyorum kuşkusuz bu bir rant sorunu ama Taksim’e özgü değil. (maruzat 5-genellemecilik)

Daha sonra Tanyeli, 160 rekonstrüksiyon projesi yapılıyor, biri kışla (maruzat 6-çokluk), diyor. Mimar Sinan Üniversitesi’nin yaptığı Küçükusta Mektebi’nin yeniden inşasından söz açıyor ve daha çok bu konu üzerine odaklanıyor (maruzat 7-emsal). Geçmişi düzeltme çabası, naif bir beklenti, tarihte kopukluk olduğuna olan inancını ve bunu düzeltme çabasını eleştiriyor, geçmişte kopukluk yok, ama sadece Türkiye’ye mahsus değildir (maruzat 5-genellemecilik), bu AKP ya da muhafazakarlık sorunu da değildir, tarihin her döneminde yapılmıştır, bunu kabul etmememiz gerekir (maruzat 8-kadercilik), 160 tanesi yapılıyor daha da 360 tanesi yapılabilir, bunlarla karşılaşmak şaşırtıcı değil (maruzat 9-kanıksamacılık), diyor.

Taksim kışlasının rölövesi yok ama hiçbirinin yok, Küçükusta Mektebi’nin de rölövesi olduğunu sanmıyorum diyor Tanyeli, geçmişe dönmek istiyoruz, Türkiye’deki bütün partiler muhafazakar sadece AKP değil (maruzat 7-emsal), geçmişi estetize etmek faşizmdir, geçmişin güzel olduğuna olan inançla toplumu oraya doğru sürüklemek, dayatmak… Lütfen bunları bu hükumete eleştiri olarak almayın (maruzat 5-genellemecilik), bunu hepimiz yapıyoruz, totalitarizmi hepimiz tekil bireyler olarak inşa ediyoruz, diyor. Tekrar ve tekrar bu sadece belediye, AKP meselesi değildir, diyor.

Totalitarizmi tekil bireyler olarak bizler mi kurduk, bu doğru mu gerçekten? Hedef şaştı, döndü dolaştı halkı seçti. (İktidara hala maruzatnameler diziliyor.)

Devam ediyor Tanyeli, mekanlar ve binalar arayıcılığıyla birbirimizi terörize etmemiz bizim modernlik anlayışımızı tanımlıyor, bu II. Mahmut, Abdülmecid, Atatürk, İnönü ve Menderes dönemlerinde (maruzat 7-emsal) de yapıldı, orada bir kışlanın olması ya da olmaması hayati bir anlam taşımıyor, diyor.(maruzat 10-önemsizlik)

Ardından İpek Akpınar, Mimarlar Odası’nın Atatürk heykeli nedeniyle Kadıköy Meydanı’na yapılacağı söylenen binaya karşı çıkmasını eleştiriyor, bunu eleştirirken meydana dayatılan binayı eleştirmeye fırsatı kalmıyor.

Korhan Gümüş söz istiyor, o da Küçükusta Mektebi’nin yeniden inşası için konuşuyor, yeşil alanı işgal etmek anlaşılabilir, çünkü ihtiyaç vardır falan ama bunu mimarlığı geliştiriyorum diye yaptığın zaman bir şey demiyoruz, bunun Mimar Sinan Üniversitesi’ni dinamitlemekten ne farkı var, diye soruyor. Uğur Tanyeli, dinamitlemektir tabii diye katılıyor. (maruzat 7-emsal)

Yeşil?

Cengiz Aktar ise konuşmasında, göçmenlerin kenti ve özellikle kırsalı sevmediğini (bir çeşit nefret) ve korumadığını söyleyerek göçmenleri sorumlu kılıyor, gecekondulaşmaya romantik bakılmaması gerektiğini dile getiriyor. Önünde daha konforlu apartmanlaşma dururken hiçbir gecekondulunun bahçesi-yeşili için mücadele etmeyeceğini söylüyor, sonra duraklıyor Sulukule falan var ama diye devam ediyor. (Yorum yok)

Orhan Esen, Taksim’in bekar erkek egemen kullanıcılarındansa aile kullanımına açılmak istendiğini söylüyor ama sormak gerekiyor bunu parkları, açık hava mekanları, sokak kafelerini yok ederek nasıl yapacaklar? Proje başlamadan önce pek çok alışveriş merkezine oranla İstiklal Caddesi’nin daha yoğun olduğunu rahatça söyleyebiliriz. Beyoğlu’nda kültür sanat işlevi yok edildiğinde, ileride kentli halk tarafından terkedilmiş, topyekün turistik, otelleşmiş ve kapalı elit restoranlarla nüfuz edilemeyen bir alana dönüşeceği aşikar. Öyle görünüyor ki, o zaman Demirören de, alışveriş merkezi işlevli kışla da Taksim’i kurtaramayacak. Kısaca Taksim’e planlanan özne “aile” mi pek emin olamayız.

Dücane Cündioğlu tekrar söz alarak, kent-yeşil-kırsal ilişkilerine devam ediyor, benim evimde tadilat yapan işçilerden biri gülün üzerine paltosunu astı, diyor, kırsalın köylünün yeşile nefretine dair örnek vermeye çalışıyor ve ben “mantıkçıyım” diyor arada. Bu yorumlarından Avrupa resim sanatı bile nasibini alıyor peyzaj resimlerin yeşile hasret saraylılar için yapıldığını söylüyor… Paul Cézanne’ın, Sainte Victoire Dağı’nı her mevsim dönüşümlerinde onlarca kez resmettiğini, bunu da saraylıları düşünmeden yaptığını bilmeyecek olsak kendisine inanacağız belki. Bu kadarla da yetinmiyor Dücane Cündioğlu, Charles Baudelaire’in güzellikten söz ederken yıldızlardan değil kentin neonlarından söz ettiğini söylüyor. Amacı kentli aydınların da kırsalı gözden çıkardığına örnek vermek. Cündioğlu, Fransız şairi çok farklı algılamış, epey şaşırıyorum, oysa Baudelaire bize kötülüğün güzelliğinden söz eder çoğunlukla.

Cündioğlu, köylünün kentteki yeşille ilişkisinin olmadığını çünkü yeşili yarar-fayda olarak benimsediklerini, iktidarlarınsa yeşili (kent içi ve kırsal) “yararsız” olarak değerlendirdiklerini söylüyor. Oysa dünyada gıda sorunsalına baktığımızda, yaygın ekonomik kriz ve GDO sorunu göstermektedir ki yeşil yararlıdır, Londra örneğine bakarsak, kentli kent içinde tarla kiralar ve küçük tarım yapar. Tarım geleceğin en önemli sektörüdür, bunu kabul edip tarım politikalarını revize eden ülkeler vardır. Hindistan gibi bir ülkede kırsal kesimde yaşayan halk Chipko Devrimi’ni gerçekleştirmiş ve Himalayalar, Uttarakhand, Uttar Pradesh bölgesinde kendilerini zincirleyerek ağaçları kurtarmıştır. Bunu çiftçilik (fayda) amacıyla, doğaseverlikle, ekofeminizmle (ideolojik-politik) ya da biz ne dersek diyelim bir nedenle yapmışlardır. Ülkemize bakalım, bütün HES’lere ve barajlara karşı yeşil eylemleri yerli-kırsal halk gerçekleştirmiştir, Rize, Manisa, Bandırma, Gökova en son Yalova ve daha pek çok mücadele örnek gösterilebilir.

İktidarın, yeşili yararsız gördüğü maruzatını kabul etmiyoruz!

Dücane Cündioğlu’nun, kentlilerin yeşil özlemini bir haz arayışı olarak tanımlaması ise kavramlar faciasına neden oluyor. Bu tanımlamadan sonra, haz arayışı hiç şüphesiz ki küçümsenecektir. Cündioğlu yeşilin yaşamsal ehemmiyetini reddederek kentteki yeşili bir “manzara” olarak tanımlar, bir çerçeve ile duvara asar.

2. oturumda konuşan Tavit Köletavitoğlu ise kentteki yeşil alana romantik bakılamayacağını söyler (tıpkı Akar’ın gecekondular için söylediği gibi). Oysa kentteki yeşil parça ne yeşil ne de doğanın parçası demek değildir, yeşil: kadın, bebek, çocuk, genç, yaşlı, engelaşan-bedensel dezavantajlı demektir, öğrenci demektir, yoksul demektir… Bu alanlara “rafine yeşil alan” olarak bakmak doğru değildir. Öyle ya, Uğur Tanyeli’nin deyimiyle, mimarlık toplumun sahnesini inşa etmez, mimarlık toplumsallığın ta kendisidir. Yeşile mekân olarak bakmak bu nedenle doğru değildir, onu tahakküm altına almayı, satıp sonra yeniden ve yeniden satıp üzerinden kâr etmeyi kolaylaştırır ancak.

Etiketler

2 yorum

  • burak-onder says:

    Toplantıda dinleyicilerden biri değildim. Ancak, bu yazıda yazdığı kadarıyla, Uğur Tanyeli’nin totalitarizmi hepimiz tekil bireyler olarak inşa ediyoruz ifadesi de ne demek?. Bir de, bir akademisyen, toplumu ve mimarlığı bu kadar yakından ilgilendiren bir sorun için, heyecansız bir konu diyorsa, ne kastediyor?…Mekanlar ve binalar arayıcılığıyla birbirimizi terörize etmemiz bizim modernlik anlayışımızı tanımlıyor ifadesi de tartışmaya açık bir ifade olsa gerek. Referansının ne olduğu açık değilse de, böyle bir genellemenin nasıl yapıldığını, ve modernlik anlayışımızın bu terörize etme meselesine nasıl indirgendiğini anlamak kolay değil. Yapılmaya çalışan bu tür tartışmaların bulanıklığı, mimarlık topluluğunun zihnini daha da karmaşık hale getirmekten öteye geçemiyor.

  • bulent-avcilar says:

    Tabi Tabi…Watson Canlı Yayın Yapıyor Orda. Hemen Durdurun Çalışmaları 🙂

Bir yanıt yazın