Bir Mimarın/Çapulcunun Talepleri

Ben 32568 diploma ve 26908 oda numaralı mimar (çapulcu ve de zavallı üstelik) bendeniz devletten taleplerim şunlardır:

Taksim Gezi Parkı’nın olduğu gibi korunması

Taksim-Beyoğlu bölgesinin daha fazla alışveriş, lokanta işlevine ihtiyacı yoktur. Çok kültürlü, çok amaçlı mekanların yapılması öncelikli olmalıdır. Mevcut Taksim Projesi sonucunda yeraltında bile olsa, daha çok araç yolu ve otopark bölgeyi rahatlatmayacak, alana özel arabalı ulaşımı artıracaktır. Öğrenci, dar gelirli ve orta sınıftan yaya halkın yoğun kullandığı bu kültür arenası, sadece zenginlerin tercih edeceği yüksek kaliteli, restoran ve otellere dönüşecektir. Kentin merkezi sayılan bölgedeki yeşil hacmin simgesel olarak dahi korunması, etrafının açık olması, bir alışveriş merkezi içinden geçerek değil, herkesin bağımsız yaya yollarıyla ulaşabileceği şekilde düzenlenmelidir. Parklar ücret ödenmeden, rahatça ve özgürce zaman geçirilen en sağlıklı kamu alanlarıdır. Kentlilerden alınan vergiler (otopark gelirleri) bile bu parkları ekonomik olarak rahatça karşılar. Parklar rant alanı haline getirilmemeli, dönüştürülmeleri kanunlarla kısıtlanmalıdır. Özellikle çocuklara ait açık kamusal alanların acil artırılması gerekmektedir.
Gezi Parkı olduğu gibi korunmalı ve halkın, çocukların, engelaşanların, herkesin kullanımına uygun hale getirilmelidir.

Topçu Kışlası Projesi’nin iptali

Geçmişi başka bir vücutla canlandırmak, estetize etmek hiçbir şekilde mümkün değildir. Geçmiş geçmiştir. Antik şehirlerin üzerine kum dökülürken, baraj suları bırakılırken Osmanlı Topçu Kışlası’nın yeniden ayağa kalkması tarihe sahip çıkmak olarak meşrulaştırılamaz. Tarih, sahip olduğundan başkaca işlev içeren bir kabuk değildir, AVM olarak Topçu Kışlası yeniden doğmaz. Tarih ancak müzelerde yeniden canlandırılabilir ve yeni kuşaklara aktarılabilir. Topçu Kışlası’nın yıkılıp Gezi Parkı’nın yapılmış olması Gezi Parkı’na yüksek anlam yüklemektedir. Bina yeniçeri ayaklanmalarıyla epey yıpranmış sonradan Cumhuriyet’çe tamamen yıkılmıştır. Keşke yıkılmayıp Osmanlı son dönem müzesi olsaymış ama 2. Dünya Savaşı yılları, böyle bir çözüm üretilmiş. Öyle veya böyle, bir bina yıkılmış ve yerine halka ait bir park yapılmış, demokrasi ekilmiştir. Altındaki mezarlıklar da düşünülürse alanın açık park olarak kalması azınlıkların kutsalı için daha katlanılır olmayacak mıdır? 1940’larda dikilen çok çeşitli ağaçlar artık anıtsal sınıfına girer ve şiddetle korunmalıdırlar. Divan Oteli tarafından gelen rüzgar ve kuzey havasını Taksim’in içine yayan Gezi Parkı düzlüğü bölgenin türbülansı açısından eşsizdir. Yoğun yapılaşmış alanın tek nefes alan yeridir. Bu anlamda gerçekten de Central Park’ın küçük bir modeli gibidir. Bu boşluğun etrafını avlulu dahi olsa bir kitleyle kapamak meydanın fiziğine son derece aykırıdır. Buz pateni pisti yapma düşüncesi ise bölgeye alışveriş merkezi gibi yaklaşıldığının bir kanıtıdır. Keza alan bunun için küçüktür.

Kanal İstanbul Projesi’nin iptali

Kanal işlevi göremeyeceği halde yapılacağı bölgede ancak yeni yapılaşmayı ve rantı sağlayacak projenin çılgın olmaktan öte İstanbul gibi tarihi kadar coğrafyasıyla da değerli olan bir kentin çok çeşitli ve eşsiz flora ve faunasına büyük oranda zarar verecektir. İstanbul Boğazı’nın taklidinin çok da uzak olmayan bir alanda yapılmasının hiçbir akli izahı olamaz. Ne var ki proje ancak devlet içi sermayedarların erken duyum ve fırsattan istifade ederek etmelerini sağlayacak ve kişilerin kazancına olacaktır. Deprem için sakıncaları ayrıca tartışılmalıdır.

3. Havalimanı Projesi’nin iptali

Yasaya ve İstanbul’un Nazım Planı’na aykırı olan projenin Karadeniz Sahili’nde, kentin son yoğun yeşil ve su alanına, kuşların göç yoluna ve kenti besleyen hava akımı güzergahına yapılması son derece akıl dışıdır. Yeşilköy Atatürk Havalimanı tasfiye edileceğine göre proje 3. değil 2. havalimanı olacaktır. Başbakan, Atatürk Havalimanı’nı lav edeceğini ve yerine yeşil alan yapacaklarını söylemektedir. Peki, yıllardır düz beton kullanılmış arazinin yeşillendirilmesi epey büyük masraflara yol açacakken onun yerine yeni havalimanının orman arazisinin üzerine yapılması akıllara nasıl sığacaktır? ÇED raporu bize açıkça projenin İstanbul’un ipini çekeceğini söylemektedir. Heyelan riski taşıyan bölgede bir de dolgu yapılacak olması endişe vericidir.i

Projenin mimarisinin eski Osmanlı tarzı olacağı duyumlar arasındadır. İktidarın yaşadığı çağın estetik biçimlerini görmezden gelip eski çağların formlarına sığınması çok düşündürücüdür. Zamanı yok etmek gibi bir dertleri olduğu gözlenmektedir. Onlar seçtikleri zamanı yaşamaktadırlar ve bu da mimari ile somutlaşmaktadır.

AKM’nin yıkılmadan korunması

Taksim Projesi adı altında Atatürk Kültür Merkezi’nin (AKM) yıkılacağını Başbakan kendi ağzıyla söylemiştir. Kimilerine göre ‘çirkin’ bulunan yapı aslında rasyonel mimarlığın simgesidir. Elbette ki iyi bir yenilemeyle yeniden ışıl ışıl kullanıma açılmalıdır. Devlet yıllardır AKM’nin kapalı kalması konusunda hesap vereceği yerde yıkılacağından cesaretle söz açmaktadır. Ayrıca bu süreç daha önce binanın yıkılmayacağı ve içinin ve cephesinin yenileneceği yönünde sonuçlandırılmıştı ancak Başbakan yeni bir cesaretle konuyu tekrar gündeme taşımaktadır. Uzun tartışmalara sahne olan mesele iktidar ile kamu çatışmasının da sembolü halinde gelmiş ve mimarlardan büyük tepki görmüştür.

AKM’yi yıkmayı düşünen Başbakan mimarinin tarzını da gururla açıklamıştır. Eski Osmanlı motifleri yeni binayı süsleyecektir. Başbakan yine kendi zamanını yok saymaktadır.

Kamuya ait yapıların kamu bilgisi ve onayı olmadan satılmaması

Örnek verirsek, en son İstanbul, Beşiktaş Barbaros Hayrettin Paşa İskelesi, Shangri-La Hotels’e satıldı. Çatısındaki topuzlarla sivil mimarlığın en önemli değerlerinden olan iskelenin önündeki yol da kamuya kapatıldı. Otel kullanımı için kapanan yok, Taksim’e dönüş trafiğini olumsuz etkiledi. Daha da önemlisi Beşiktaş sahil yaya ve yürüyüş aksını Dolmabahçe’ye açılımı kesmiş oldu. Bunun yanı sıra kamu malı olan yol ve iskelenin özel bir kuruma satışı asla kabul edilemezdir. Emsal teşkil edeceğini de düşünürsek bundan böyle her kamu yapısı tehlikededir. Devletin bu tutum ve davranışları derhal değişmeli ve toplumun yararlarını önde tutan yasa düzenlemeleri yapılmalı ya da en azından eski yasalara geri dönülmelidir.

Bir örnek de Emek Sineması’dır. Devlet, Emek Sineması meselesinde toplumu değil işletmesinden kar sağlayacak şirketi savunmuş ve tutmuştur. Devletin toplumla ilişkisi bu anlamda kesilmiştir ve Emek bunun sembolü olmuştur. Devlet toplumu duymamakta ve dinlememektedir.

Bir başkaca örnek Haydarpaşa Garı’dır.

Büyük Projelerde ÇED raporu muafiyeti getiren yönetmeliğin iptali

Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED), belirli bir proje veya gelişmenin, çevre üzerindeki önemli etkilerinin belirlendiği bir süreçtir. Bu süreç, kendi başına bir karar verme süreci değildir; karar verme süreci ile birlikte gelişen ve onu destekleyen bir süreçtir. Yeni proje ve gelişmelerin çevreye olabilecek sürekli veya geçici potansiyel etkilerinin sosyal sonuçlarını ve alternatif çözümlerini de içine alacak şekilde analizi ve değerlendirilmesidir.

Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, 5 Nisan 2013’te Resmi Gazete’de yayımlanan yeni yönetmelikle dev projeler için yeniden ÇED muafiyeti getirdi. Böylece, 3. Boğaz Köprüsü, 3. Havalimanı, nükleer santraller gibi pek çok dev proje, ÇED kapsamı dışına çıkacak. Termik santraller, havaalanları, demiryolları, otoyol ve otobanlar, Ilısu Barajı gibi pek çok projenin ÇED raporu olmadan yapılmasının önü açıldı.
ÇED raporları olmazsa eğer her iktidar istediği işlevdeki istediği yapıyı istediği araziye yerleştirecek ve böylece kamu ihlali olmasına karşın bunu ispat etmek, itiraz etmek mümkün olmayacaktır.

Yeni Tabiat Kanunu’nun meclisten çekilmesi ve doğa yararına yeniden düzenlenmesi

“Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Kanunu Tasarısı” doğayı korumayı değil ‘kullanmayı’ öngörüyor. Yasa tasarısı korunan doğal alanların sınırlarını ve statüsünü, yani nerenin koruma alanı, nerenin milli park ilan edileceğini, nerenin koruma statüsünün iptal edileceğini belirleme yetkisini tek başına Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ve Bakanlar Kurulu’na, yani siyasi iktidara bırakıyor. Yasa tasarısı korunan doğal alanların sınırlarını ve statüsünü, yani nerenin koruma alanı, nerenin milli park ilan edileceğini, nerenin koruma statüsünün iptal edileceğini belirleme yetkisini tek başına Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ve Bakanlar Kurulu’na, yani siyasi iktidara bırakıyor.ii

Yeni Tabiat Kanunu’nda “9.8.1983 tarihli ve 2873 sayılı ‘Milli Parklar Kanunu’ yürürlükten kaldırılmıştır” ifadesi yer alıyor. HES’lere karşı açılan davalarda Milli Parklar Kanunu önemli bir dayanaktı, bu düzenlemeyle beraber bu dayanak da ortadan kaldırılmış olacak.iii

Ne şaşırtıcıdır ki doğayı korumayan “kullanıma” açan Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Kanunu Tasarısı’nın ilk 14 maddesi TBMM Çevre Komisyonu’nun 31 Mayıs 2012 tarihli toplantısında bir günde görüşülerek onaylanmıştı. Tam 1 yıl sonra İstanbul Taksim Gezi Parkı Direnişi 31 Mayıs 2013’te Türkiye’de ilk kez halkın gözlerini yeşile doğru çevirmeyi başardı. Tarihi bir harekettir bu. iv

Ülke çapında nükleer enerji üretim tesislerinin plan ve inşaatlarının iptali

Dünya’nın bir gezegen olduğu ve doğal yapısının geri dönülmez bir şekilde bozulmaya başladığı kabul edilmeli ve devlet tarafından üretilen herhangi projenin doğa dostu olup olunmadığı öncelikli aranmalıdır. Bir ülke salt ekonomik zenginliğiyle var olamaz. Türkiye iklim, coğrafyası, topoğrafyası ve tarihi ile Dünya’ya karşı sorumludur. Medeniyetlerin kapısı olan ülkede doğa dostu kararlar yasalaşmalıdır. Dünyanın gelişmiş devletleri nükleer enerjiden dönerken deprem ülkesi Türkiye’nin ekonomik hırslarla girişimciliğe başlaması kabul edilemez. Dünyada iklimler değişirken, seller, hortumlar, uzun süreli yağışlar beklenirken nükleer enerji üretimi gelecekte daha da riskli olacaktır.

Meydanların her türlü gösteri ve yürüyüşe ilelebet açık kalması

Bir kenti kent yapan meydanlarıdır, salt evleri değil. Ev mahrem özel alandır toplumlar ancak meydanlarda bir araya gelerek demokrasiyi inşa edebilirler. “Demokrasi var” denilen yerde meydanlar halka yasaklanamaz. İstanbul’da, Kadıköy, Taksim ve şimdi yeni dinamik bir alan Beşiktaş’ın gösteri ve yürüyüşlere daimi açık olması doğal haktır. Polislerin görevi halkı korumak kadar bu anayasal haklarını sağlıkla kullanabilmeleri için ortam yaratmaktır. Gösteri yapabilmemiz için polislerin destek olması gereklidir.

Anayasa’nın 34. Maddesi:

B. Toplantı ve Gösteri Yürüyüşü Düzenleme Hakkı

Madde 34. – Herkes, önceden izin almadan, silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir.

Büyük kent projeleri/dönüşümlerinde yerel halka anket, forum veya referandumla fikir danışılması, onay alınması

İdeolojik veya kalkınma odaklı her türlü dev projenin yerel kullanıcılara ve gerekirse kent halkının onayına sunulması demokrasinin temelidir. Demokrasi sandıklara gizlenemez. 5-7 yılda bir yapılan, iktidar partisine ayrıcalıklar tanıyan seçim süreçleri çağın hızına ayak uydurabilen adil süreçler değildir. Ara formüller üretilmelidir.

Artık boşluğu kalmayan şehirde yeni konut alanları nüfusun artmasına ve yaşam kalitesinin düşmesine neden oluyor. İstanbul’un merkez çapında bundan böyle tek bir arsaya bile inşaat yapılmamalıdır. TOKİ’nin eliyle yapılan, yaşamı tek tipleştiren, belli başlı zaruretlere maruz bırakan, kapitalist yaşam alanlarının inşası toplum psikolojisi açısından sakıncalıdır. Bunun yanı sıra, soylulaştırma adı altında kenti zenginlere açma, dar gelirlileri kentin dışına itmek gibi antidemokratik uygulamalardan vazgeçilmelidir. Kentsel dönüşüm için halk anketleri, forumlar ve gerekirse referandumlar yapılması zaruridir.

i İSTANBUL BÖLGESİ 3. HAVALİMANI ÇED RAPORU http://www.csb.gov.tr/db/ced/editordosya/istanbul_3_havalimaniCED_Raporu.pdf
ii “Tabiatı Öldürme Kanunu”, Prof. Dr. Levent Kurnaz, T24, 21.02.2013 http://t24.com.tr/yazi/tabiati-oldurme-kanunu/6253
iii “Milli Parklar imara açılıyor!”, Gülümhan GÜLTEN, Vatan Gazetesi, 11.03.2013 http://haber.gazetevatan.com/milli-parklar-imara-aciliyor/521250/1/gundem
iv Tabiat Kanunu İzleme Girişimi http://tabiatkanunu.wordpress.com/

Etiketler

1 Yorum

  • simla-sunay-ozdemir says:

    Bu talepleri neden birinci ağızdan “ben” “bir mimar” diyerek yazdığımı açıklamak zorunda hissediyorum kendimi. Öylesine güzelce “biz” dediğimiz bu günlerde bazı talepleri yazarken biz demeye neden çekindiğimi söylemeliyim. Çünkü biz deme hakkını kendimde göremedim.Ben demek değil biz demek egosantrik olacaktı. Kim adına, nasıl karar vermiş olabilirim ki? Birleştiğimiz kadar bireyselleşiyoruz da. Ne yazık ki bu talepleri yazarken evimde yalnızdım. Hiçbir kurum ya da dernekle çalışmadım, mimari olarak çalışmıyorum. Doğrudan çalışmıyorum ama bazı STK’lar ile ortak projeler yürüttük çok yardımlarını gördüm. Ancak Kanal İstanbul’u mimarlar istiyor mu istemiyor mu bilmiyorum. Belki sizler bu metnin altına yazarsanız bileceğim. Her yazı bir çağrı olduğu kadar biraz da dinlemektir. Çünkü her yazının sonunda bir nokta ve boşluk vardır. Güneşli günlerin göz kamaştırıcı günlerinden selamlarımla affınıza sığınıyorum.

Bir yanıt yazın