Çevresel Çirkinliğin Nedenleri Üzerine

Mimarlık eğitimi aldığım yıllarda ara ara kütüphaneye iner, mimarlıkla ilgili kitapları incelerdim. Kitapların çoğu bina fotoğraflarından oluşurdu. Okumayı daha çok sevmeme karşın, bu kitapları zevkle inceler; bazen seyre dalardım. Ama nihayetinde, masadan kalktığımda, içimde bir memnuniyetsizlik belirirdi. O zamanlar bu memnuniyetsizliğin neden kaynaklandığını bilmez, bir can sıkıntısıyla boğuşurdum. Bugün, buna neden olan şeyin, tüm güzelliklerine rağmen kitaplarda seyrettiğim yapıları çevremde görememem olduğunu sanıyorum. Gerçi, odamın penceresinden boğazı izlediğim zamanlar tüm bunları unutur, özellikle karlı kış günlerinde beyaza bürünmüş apartman çatılarını tepeden seyretmeye bayılırdım. Her defasında, tüm çirkinliğine karşın bu şehrin nasıl böyle güzel olabildiğine şaşardım. Ama bugün, boğazın maviliğinden çok uzaklarda, şehrin çeperinde, çirkinliğiyle karşı karşıyayım. Bu nedenle her an, zorunlu olarak, bu çevrenin neden böyle çirkin olduğunu sormadan edemiyorum.

Bu denemeyi yazmaya karar vermeden önce, aklımda tek bir neden vardı. Tüm bunların bir tasarım kültürüne/alışkanlığına sahip olmayışımızdan kaynaklandığını düşünmüştüm. Bu düşüncenin bende oluşmasında Berlin, Utrecht ve Amsterdam seyahatlerinde gördüklerimin büyük etkisi vardı. Orada gördüğüm butik tasarım mağazaları ve sokakta gördüğüm sanat eserlerini, yapılı çevredeki estetik düzeyin kaynağı olarak görmüştüm. Elbette, bizde bunların olmayışı çevremizi etkiliyordu. Ama bir tasarım alışkanlığımızın olmaması, bir neden olarak ileri sürülemezdi. Çünkü bunun da nedenleri olmalıydı. Böylece nedenlerin nedenini, çevremizin çirkinleşmesiyle sonuçlanan durumun esas nedenlerini ortaya dökmek için bir kâğıda, düşünerek, yazmaya çalıştım. Kâğıda birçok şey karalamıştım ve hala yazılması gerekenler vardı. Bu noktada, bir kuşkuya kapılıp sorgulamaya devam ettim, sıraladıklarımı inceledim. Durum şaşkınlık vericiydi. İki ayrı grupta toplanabilecek nedenler vardı; fakat bazı nedenler iki gruba da ait görünmekteydi. Yapılı çevrenin baş aktörü insandı ve bu iki neden grubu da, insana dair iki karakter özelliğinin ürünü olabilirdi. Toplumda sıkça tanık olduğumuz “üşengeçlik” ve “düzenbazlık”ın yalnızca yapılı çevremizdeki değil, insan ürünü tüm çirkinliklerin nedeni olabileceğini fark ettim. Fakat bu yazıda yapılı çevre ile ilişkisi ölçüsünde bu iki karakteri ele alacağım.

Belki ben de bir nebze üşengeç olduğumdan, üşengeçlikte hep masumca bir yan olduğunu düşünmüşümdür. Bu iyimser yaklaşımımın bir diğer nedeni insanın bazı şeyleri ertelemesinin yol açacağı kayıpları göremiyor olmamdır. Ama bugün, üşengeçliğin, yaşamımızda yol açtığı sorunların sayılı kayıpların çok ötesinde olduğunu fark etmekteyim. Gerçekten de, insan doğasına ilişkin bir özelliğin yalnızca belli anlarda ve önemsiz bir mahiyette vuku bulacağını sanmakta bir safdillik var. Çünkü bütün karakter özellikleri gibi, üşengeçlik de bütün hayatı etkilemekle birlikte olguları kendi çerçevesinde yorumlamamıza yol açar. Bu da mantık yürütmede yetenekli bir kişinin tutarlı bir çerçevede, üşengeçliğin etkisindeki eylemelerini savunabilmesini sağlar ki, söylediklerine kendi de inanıyordur. Ne var ki artık üşengeçliğinin nelere yol açtığını göstermek için ona etrafına bakmasını söylemek yeterli olacaktır.

Çevremizde, yalnızca binalarda değil, kamusal alan düzenlemelerinde de en büyük sorun özensizliktir. Bu özensizliğe, üşengeç işçilerimiz, onlarla anlaşmalı üşengeç mimar ve mühendislerimiz yol açar. Baştan savma işlerinde, hep bir eksiklik ve yamukluk vardır. Sabırsızca sürülen sıvada, ya da bir balkon korkuluğunda bunun izlerini görmek mümkündür. Üşengeç işçi, erteleyemediği işten öcünü, onu başından savarak alır. Savrukluğu nedeniyle bir fayansı yamuk döşer, süpürgeliğin köşelerini birbirine oturtmaz. Üşengeç bir kontrolör bunları hoş görür, ya da görmezden gelir. Çünkü mecburiyetten yaptığı görevini bir an önce tamamlamak ister. Sonuçta hep bir eksiklik ya da fazlalık vardır. Gerçek şu ki, iyi bir uygulama için titizlik ve sabır gerekir. Üşengeçlik ise bu karakterleri, varsa bile, baskılar. Bununla birlikte çevremizdeki çirkinliği uygulamadaki hatalarla sınırlandırmamak gerekir. Üşengeçlik acelecilikle de ilişkili olduğundan kısa vadeli çözümler üretilir; sorunlar yüzeysel bir biçimde çözülür. Böylece iyi bir binanın olmazsa olmazı olan detaylar üretilemez. Çevremizde, detay eksikliğinin izlerini sıklıkla görmek mümkün… Mutfak pencerelerinden fırlamış doğal gaz boruları, ya da balkon duvarlarına asılan klimalar detayları hala üretilememiş yapısal sorunlardır. Ayrıca, kullanım esnasında fark edilen, ses yalıtımı sorunu, bodrum katındaki rutubet hep aynı eksikliğin tezahürüdür. Bu örnekleri elbette, çoğaltmak mümkün, ama okuyucuların ne kastedildiğini anladığını sanıyorum.

Çevremizdeki tüm çirkinlikleri yalnızca üşengeçliğe yormak, çevremizi çirkinleştirmek için yılmadan çalışanları görmezden gelmek olurdu. Üşengeçliğe düzenbazlığın eşlik ettiğini unutmamak gerekir. Düzenbazlık, üşengeçlikten farklı olarak, biraz beceri gerektirir. Bu nedenle, kimi zaman haset kimi zaman da hayranlık yaratır. Bugün toplumumuzda, pratik kazançları olduğu takdirde, düzenbazlık bir zekâ göstergesi olarak algılanır. Bu nedenle dürüst insanlar aptal ve bön olmakla suçlanır. Ne var ki, düzenbazlık biraz beceri gerektirse de aşağılıkçadır. Çünkü özünde, hasetle ilişkilidir ve başkalarına ait olanı (ç)almayı amaç edinir. Kişisel çıkarlarını her şeyin üstünde tutan düzenbazlar en büyük yıkıma devlet kurumlarında yol açarlar. Zira devlet işleri toplum çıkarının her şeyin üstünde tutulması gereken işlerdir. Ülkemizdeki imar değişiklikleri, hukuki ihlaller, hep hastalık derecesindeki düzenbazlığın göstergeleridir. Rüşvet verenler de alanlar da düzenbaz ve “köşe dönme” meraklısıdır. Boğaz’da tepeleri işgal eden birbirinin kopyası siteler, mimarlık eğitimi aldığım tarihi binanın önündeki plaza ya da silueti bozan gökdelenler, düzenbazlığın yapılı çevreyi nasıl çirkinleştirilebileceğinin göstergeleridir. Ancak düzenbazlığın etkilerini bu büyük örnekler değil de en iyi daha sık karşılaştığımız görece küçük örnekler gösterir. Düzenbazların yasal mevzuatta değişiklik yapmaya muktedir olmayanları belediyeler için başka, uygulamak için başka olmak üzere iki plan hazırlarlar. Yalnızca bir kat daha çıkabilmek için gösterdikleri çabayı binayı, daha iyi tasarlamak için harcasalardı belki, bu deneme bahse değer olmayacaktı. Yapılı çevredeki çirkinliğin bir diğer faktörü gelir adaletsizliğidir. Düzenbazlıkla azan gelir farkı, öyle muazzam boyutlara ulaşır ki, bir tarafta kaçınılmaz olarak her türlü hukuki yaptırımı aşan sermaye öte yandan bir barınak bulmakta güçlük çeken bir sosyal grup ortaya çıkar.

Üşengeçlik ve düzenbazlık bir araya geldiğinde ise çirkinliğin resmi tamamlanmış olur. Bu “üşenbaz” zihin için estetik, bir lüks haline gelir. Böyle bir toplumda ne sanat ne de tasarım yer edinemez. Bu da bir tasarım alışkanlığı ve geleneğinin gelişimini önler. Sonuçta güzel ile çirkini ayırt edecek gözler de yoktur artık. Bütün bir toplum, içinde bulunduğu trajedinin boyutunun farkına bile varamaz. Estetik ne talep edilir, ne de arz… Çünkü talep de arz da edemeyen aynı toplumdur.

Çözüm nedir? Bilmiyorum. Francis Bacon alışkanlıkların tüm hayatımızı değiştirebileceğini, iyimserlikle, belirtir. Alışkanlık ve Eğitim Üstüne adlı denemesinde şöyle der: “Alışkanlıklarımız yaşamımızı en çok etkileyen şeyler olduğu için, elden geldiğince iyi alışkanlıklar edinmeye bakmalıyız. Bilindiği gibi alışkanlık, en iyi, küçük yaşta başlarsa kök salar, buna da eğitim diyoruz.”(Denemeler, 2014,s.159) Ama bu durumda bile toplumun böyle bir eğitime nasıl yönlendirileceği sorunu ile karşı karşıya kalırız. Tarihte Akıl (2014, s. 75) adlı, ders notlarından oluşan kitapta Hegel, yalnızca bir ereğe sahip olan toplumların gelişim gösterebileceğinden söz eder ve şöyle devam eder: “Halk kendi kendisine biçim vermiş, ereğine ermişse, derindeki ilgisi söner.” Belki Bacon ve Hegel’e kulak vermeliyiz; dünyamızı güzelleştirmek ereğiyle yola çıkıp önce alışkanlıklarımızı değiştirmeliyiz.

Kaynakça

  • Bacon F. (2014), Denemeler, Akşit Göktürk(çev.), YKY (özgün eser 1610 tarihlidir.)
  • Hegel G.W.F (2014), Tarihte Akıl, Önay Sözer(çev.), Kabalcı (özgün eser 1822 tarihlidir)
Etiketler

Bir yanıt yazın