Hafıza Mekanları

Nelson Mandela'nın 27 yıl tutsak olduğu Robben Adası şimdi bir müze.

5 Aralık’ta Güney Afrika’nın özgürlük sembolü olan Nelson Mandela yaşamını yitirdi. Irkçı politikalara karşı mücadelesiyle tanınan Mandela, tam 27 yıl tutsak edilmişti. Mandela’nın yıllarca hapsedildiği mekan Robben Adası, 1997 yılında UNESCO tarafından Dünya Mirası Listesi’ne alındı. Şimdi ise adada bulunan mekanların tümü birer müze. UNESCO tarafından hem doğal yaşamı hem de kültürel değeri koruma altında olan ada, artık özgürlük savaşçılarının anılarını canlandıran bir hafıza mekanı. Mandela’nın ölümünden sonra hatırladığımız Robben Adası nedense aklımıza Yassıada tartışmalarını getirdi. Bir tarafta hafıza mekanları yaşatılırken Türkiye’de ise tam tersi süreçlerle karşılaşmak hiç zor değil.

Robben Adası: Hapishaneden Özgürlük Adasına

Güney Afrika’nın Cape Town sınırlarında bulunan Robben Adası, 17. yüzyıldan 20. Yüzyılın sonlarına kadar siyasi suçluların hapishanesi, cüzamlıların tedavi merkezi ve askeri üs olarak farklı işlevlerde kullanıldı. Uzun bir tarihin ardından geriye kalan ise 17. Yüzyılın taş ocakları, 19. Yüzyılın yönetim yapıları, bir şapel ve papazevi, küçük bir denizfeneri, cüzamlıların kullandığı bir kilise, II. Dünya Savaşı’nın askeri yapıları ile siyasi suçluların maksimum güvenlik önlemleriyle kapatıldığı hapishaneler oldu. 1960’larda başlayan ırkçı politikaların 1990’larda son bulmasıyla ada, makus tarihini yenerek özgürlüğünü kazandı.

Robben Adası, 1996 yılında Güney Afrika Ulusal Anıtlar Yasası kapsamında Ulusal Anıt ilan edildi. 1997’de ise UNESCO tarafından Dünya Mirası Listesi’ne alındı. Nelson Mandela’nın hapis yatıtğı yer olarak hafızalara kazınan ada, Güney Afrika’nın demokratikleşme sembolü oldu. Aynı zamanda Güney Afrika’nın ilk Dünya Mirası Alanı olan Robben Adası müzeleştirildikten sonra dünyanın dört bir yanından gelen ziyaretçileri ağırlıyor. Ancak mekanın turizmle yok olmaması için önlemler daha en başından alınmış. Hazırlanan Çevresel Yönetim Planı ve Koruma Yönetimi Planı’nın ilk maddesi turizm ile koruma arasındaki dengenin gözetileceği üzerine. Robben Adası’nın politik ve evrensel bir sembol olarak sunulmasının yanısıra detaylıca hazırlanan bu planlarda katılım, yerel gelişim, yasalara uygunluk gibi pekçok kriterin üzerinde duruluyor.

Hafızanın Mekanı/ Mekanın Hafızası

Bir ülkeyi özgürlüğüne kavuşturma çabasının anılarıyla dolu Robben Adası bize mekan ile hafıza arasındaki girift ilişkiyi yeniden sorgulatıyor. Toplumların kollektif belleğinin ortaya çıkarılması ve korunmasında mekan bir araç olarak öne çıkıyor. Tersinden düşünürsek de mekanın kendisi toplumun kollektif belleğinin yaratıcısı ve koruyucusu olabiliyor.

Antropolog Nathan Wachtel’a göre toplumsal belleğin korunması mekana sabitlenerek gerçekleşebilir. Pierre Nora ise hafızanın mekansal olarak kurulduğuna dikkat çekiyor. Nora’ya göre hafıza, mezarlıklar, katedraller, savaş meydanları, hapishaneler gibi somut ve fiziksel alana eklemlenir. Böylece bellek o coğrafi mekanda yaşam bulur. Anıtlar, müzeler gibi mekanlar hafıza mekanları olarak öne çıkar. Diğer taraftan bir sokak adı bile kollektif belleğin yaşatılmasında rol oynar.

Varolan hafıza mekanlarının yaşatılmasının yanında bellek üzerinden mekanların üretilmesi çabasının da üzerinde durulması gerekiyor. İnkar edilen, unutturulmaya çalışılan hafızanın bir mekanda canlandırılması simgesel bir mekanın üretimini ortaya koyarak toplumsal hafızanın bu mekan üzerinden diri kalmasını sağlıyor. Mimarlık kuramı ve pratiğinin belirleyici isimlerinden biri olan Daniel Libeskind’in Yahudi tarihi üzerinden kurguladığı mekanlar bu bağlamda önem kazanıyor. Yahudilerin Almanya’da silinen izlerini yeniden canlandırmaya girişen Libeskind, belleği mekansallaştırarak Nazi Almanyası’nın kurduğu homojen toplum algısını kırmaya, Yahudilerin yitirilmiş tarihlerine ışık tutmaya odaklanıyor.

Libeskind’in ortaya koyduğu en tartışmalı ve çarpıcı projesi Berlin’de tasarladığı Yahudi Müzesi. Tasarım anlamında da birçok simgesel göndermesi olan bu müzenin dışıda yarattığı Sonsuzluk Kulesi, Sürgün ve Göç Bahçesi, Soykırım Kulesi anıtlarıyla da hafızayı kentin farklı köşelerinde yeniden, tekrar tekrar canlandırıyor.

Türkiye’de Hafızayı da Mekanı da Kuramamak

Türkiye’de kollektif belleğin yaşatılmasının aksine yıkılması süreciyle karşı karşıyayız. Düşündüğümüzde konuyla ilgili birkaç örnek bulmamız mümkün. Bunların başında yaklaşık 4 ay önce gündeme oturan Yassıada’nın bir otel adasına dönüştürülmesi projesi gelir. Siyasi suçluların hapishanesi olan Yassıada, Türkiye’nin siyasi tarihi açısından önemli bir mekan. Dönemin Başbakanı Adnan Menderes ve arkadaşlarının hapis yattığı ada olarak hafızalarda yer eden Yassıada, Demokrasi ve Özgürlük Adası adıyla imara açılmıştı.

30 Mayıs 2013 tarihinde yapılan 1/5000 Ölçekli Koruma Amaçlı Nazım İmar Planı 12 Haziran’da revizyon yapılarak “askeri yasak bölge” olarak belirlenen alanlar “turizm ve kültürel tesis alanı” olarak değiştirildi. 1/1000 Ölçekli Koruma Amaçlı Uygulama İmar Plan’ına ise “Turizm ve Kültürel Tesis Alanı’nda; otel, bungalov, kafe, restoran, heliport alanı, park, açık hava müzesi, meydan, kütüphane, idari bina, müze, konferans salonu, sergi salonu, seyir terası yapılabilir.” notu düşüldü ve 0,65 emsal değeri ile inşaat izni verildi. Yassıada’nın bugüne kadar hissedilemeyen hafızası bu planın gerçekleşmesi halinde yerlebir olmuş olacak.

Diğer bir örnek ise uzun yıllar tartışma konusu olan Madımak Oteli’nin yeniden işlevlendirilme projesi. 2 Temmuz 1993’te Madımak Oteli’ne yapılan linç girişimi sonrasında 37 kişinin ölümüyle sonuçlanan Sivas Katliamı ile hafızalara kazınan Madımak Oteli için, mekandaki üzücü anılara gönderme yapacak şekilde Utanç Müzesi olarak yaşatılması girişimi ortaya çıktı. Otelin müzeye dönüştürülme isteği bazı siyasiler tarafından onaylanmamış, “yaşanan acı olayların müze yapılarak hatırlatılmaması gerekir” düşüncesiyle binanın kütüphaneye dönüştürülmesi kararı alınmıştı.

Türkiye’de varolan mekansal hafızayı yüceltmektense tam tersine belleği de yıkıma uğratan girişimler farklı dönemlerde ortaya çıkıyor. Belki de Türkiye’de hafızanın nasıl mekansallaştığından çok kimin tarafından mekansallaştırıldığının üzerinde durulması gerekiyor. Hafızanın mekanla kurduğu ilişki kadar iktidarla kurduğu ilişki de ayrıca ele alınması gereken bir konu. Kollektif bellek, iktidarın elinde bir güç kaynağı oluştururken kontrolünü kaybettiği ölçüde iktidarın zayıf noktasına da dönüşebiliyor. Dolayısıyla burada hafızanın nerede yaşatıldığı kadar kim tarafından yaşatıldığı da önem kazanıyor.

Etiketler

1 Yorum

  • ali-sinan says:

    Koruma ile politika kavramlarını ne yazık ki bir birinden tam olarak ayıramıyoruz.. Bir yandan da şunu düşünüyorum aslında; Madımak oteli özelinde evet belki müze yapılmıyor ama yıkılması, yok edilmesi durumundan daha iyi gibi görünüyorum sanırım. Başta “anı” değeri olmak üzere bir çok değerden vazgeçilmesinin yanısıra nitelikli bir program ve süreç ile “kütüphane” olarak da devam edebileceğini düşünüyorum. “Kötünün iyisi” olduğunun farkındayım fakat herşeye itiraz ettiğimiz ve orta yolu bulamadığımız sürece “durumun” daha da vahim (Yassı Ada) bir hal alacağını düşünüyorum.

Bir yanıt yazın