Modernse Modern

Modernizm dense hangi ülke gelir akla? İlk nefeste hangi isim yükselir?

14. Venedik Mimarlık Bienali’nin bu seneki teması “Absorbing Modernity” idi. Rem Koolhaas’ın “…mimarlarla ilgili değil, mimarlıkla ilgili” dediği bienal açılmadan önce tartışmalar yükselmeye başlamıştı bile. Koolhaas’ın 100 yıllık geriye dönük bakışı farklı değerlendirmelere neden oldu. 1970’lerde mimarlığa aslında başka hayallerle adım atan ama daha sonra “star mimar” olarak adlandırılan mimarların günümüz koşullarında tükendiği, her tükenişte olduğu gibi neyin kaybolduğunu bulmak için öze döndükleri konuşuldu. 

Koolhaas’ın mimarlığı ve starlığı üzerinden yürüyen tartışmalar ve seçilen temayla birlikte aslında uzun zamandır açık açık konuşulan “temel mimarlık” problemi, ilk defa sistemin yarattığı/dönüştürdüğü aktörler tarafından masaya yatırılmış oldu. Bir çıkmaza girdi/girmişti modern mimar/mimarlık ve doğuyla batıyı biraraya çağırdı Koolhaas.

Herkes bulunduğu noktadan tanımladı problemini, bazense çözümlerini getirdi uluslararası arenaya. Koolhaas ve jüri üyeleri seçimlerini yaptılar, ödüllerini verdiler. Ödül verilenler arasında, “modernin” küresel problematiğini önceden sorgulamış olanlar da vardı, küresellikle yerel problemleri yenmeye çalışanlar da. Hatta modernin gerçekte olmadığını ispatlayanlar da…

Türkiye’de pek ilgi çekmese de uluslararası medya, küresel kodlamalarla popüler ve tartışmalı pavyonlar üzerine yazmaya, çizmeye başladı. Kore, Japonya, Kanada, Rusya, Fransa… Liste uzayarak gidiyor elbet ama, sanki modernin özümsenme yordamını sorgulayan bienalde önündeki Mercedes’i ile bile dikkat çekemeyen bir pavyon vardı. Modernizmin ana vatanı Almanya “Bungalow Germania” sergisiyle bu seneki bienali medyada sessiz sedasız atlattı…

Pavyonlarda anlaşılanlar, anlamlandırılanlar kişisel deneyimlerle birlikte güne taşınan sosyo-kültürel birikiminin sonuçlarıdır belki. Ama hissedilenler, bilmeden anlamlandırılanlar; anlatılmak istenenin yarattığı metinsiz dışavurumlardır. Ve ne kadar yoğunsa, o kadar başarılıdır o bilinmeyen metin kişisel fikrimce.  

Aynı Almanya Pavyonu’nda derinize nüfuz eden tedirginlik ve yabancılık gibi…

Bildiğimiz modernin bilmediğimiz tekinsiz duruşu

Eski Mercedes’in yanından, devasa kolonların arasından geçip girdiğiniz mekanda aslında sizi hiçbir şey beklemiyor – ya da tam tersi? Gördüğünüz tek şey, bir binanın içerisine entegre edilmiş başka bir hayali ya da gerçek (?) binanın bazı birebir parçaları. Farklı mahallere serpiştirilmiş şömine, kayar cam paneller, ahşap düzgün monte edilmiş kısım kısım tavanlar, duvarlar, bir mutfak, bir kanepe vs…

Bildiğin bir yolu yürürken bilmediğin kaypak bir zemini hissetmek gibi. İlk ve tek öğrendiğimiz Bauhaus pratiğini zihinde, tam da burada, bu binada bir türlü oturtamamak gibi. Sorun bu kolajda mı, yoksa modernde mi gibi…

Tabii bunlar, eğer Almanya Pavyonu’nu gezmeye hazırlıklı gitmediyseniz başınıza gelenler. Ki ben öylesini öneririm. Öyle olsun ki içeride sizi bekleyen kağıtta yazan poetik metinleri okurken tüyleriniz diken diken olsun.

Venice ist nicht Beverly Hills

Bonn’dan Venedik’e Modernin Tarihsel Gerilimi

Temsili mimarlığı sorgulayan Almanya Pavyonu, Alex Lehnerer ve Savvas Ciriacidis küratörlüğünde hazırlandı. Geçmiş 100 yılına bakan Almanya ulusal kimlik ile onun temsili mimarlığı arasındaki gerilimi sorgularken mimarlığı sadece ideolojik gücün bir yansıması olarak değil, kurucu bir kuvvet olarak ele alıyor.

Bienalde sergi mekanını, – binasını -, sorgulamasının ana nesnesi haline getiren tek pavyondu. 1909 yılında Venedikli bir mimarın tasarladığı Almanya Pavyonu Binası 1938 yılında Nasyonal Sosyalist Parti’nin görevlendirdiği mimar Ernst Haiger tarafından yenilendi. Apsis eklendi, girişteki kolonlar anıtsallaştırıldı. 

Pavyonun önündeki Mercedes-Benz 1982 yılında Batı Almanya şansölyesinin kullandığı araba. 

İçerdeki mimari parçalar ise, 1964 yılında Bonn’da Bauhaus geleneğini devam ettiren Sep Ruf tarafından dönemin şansölyesi Ludwig Erhard için tasarlandı. 1999’da başkentin Bonn’dan Berlin’e taşınması ile yapı görünürlüğünü ve önemini yitirdi.

Weimar Cumhuriyeti, Nazi Almanyası ve sonrası Almanya’nın sosyo-kültürel, siyasi tarihi açısından gelgitlerle, baskın mimari ve siyasal kimliklerle dolu bir dönem. Modernizmi öğrendiğimiz, sosyal devletin inceliklerini sadece hayatta değil, aynı zamanda mekanda hissettiğimiz tarihsel bir deneyim alanı adeta.

Almanya bu iki mimarlığı birarada görünür kılarken, yarattığı gerginlikle sadece Alman Modernizmini kutsamak istemiyordur elbet. Şu anda görünür olmayan bir mimari pratiği yüceltmek veya ulusal kimliklerin yansımalarını mimarlığın doğrusu veya yanlışıyla açıklamak eksik kalır gibi. 

Tarihsel bu öykünmede aynı gerilim devam ediyor. Almanya bence kendi köklerini sorgularken de hiç naif ve nazik davranmıyor. Gereken ilgiyi görmüyor belki ama, gönüllerin altın aslanlı pavyonu ilan ediyorum ben onu. Eleştirelliklerine sağlık…

Etiketler

Bir yanıt yazın