Ödül Endüstrisi ve Mies Ödülleri

Mies Ödülleri'ne Türkiye'den 21 proje aday gösterildi. Bu yazı adayların açıklanmasını takiben Ödul Endüstrisi kavramı ve Mies Ödülleri'ni birlikte masaya yatırmaya çalışıyor.

Mimarlık ödülleri son 5 yıl içinde gündemde daha fazla yer buldu. Bunun ana nedeni var oluşlarının temeli para kazanmak üzerine kurulu olan yeni ödüllerin ortaya çıkması oldu.

Londra’da verilen “Property Awards” ödül vermek için her yol mübah anlayışının sanırım en üst düzey temsilcisi. Ödüle ihtiyacınız olduğunda sizin için toplanan jürisi, ödediğiniz bedele göre kesin finalist olmanız, yüzlerce kategorisi ile ödül endüstrisinin lideri.

Söz gelimi biz de son zamanlarda yaptığımız değerlendirmeler neticesinde vermiş olduğumuz bir kararla, EAA’da birlikte çalıştığımız arkadaşlarımızın kazandıkları deneyimleri gözeterek seçtiğimiz birisi dışında, bizi bu sistemi beslemek adına çağırarak proje isteyen sergi ve ödül mekanizmalarıyla ilişkimizi sınırlamaya karar verdik.

Emre Arolat’ın Arkitera.com’daki söyleşisinde yer alan yukarıdaki satırlarda bahsi geçen birisi WAF. WAF 2008 yılından beri Londra merkezli olarak yönetilen ama son birkaç yıldır Singapur’da düzenlenen bir ödül sistemetiği.

WAF’ın sayabildiğim kadarıyla 36 kategorisi var. Her kategori için 10 ila 20 arasında finalist ilan ediliyor. Bu da yaklaşık 500 finalist demek oluyor. Ödüle başvuru ücreti 2.000TL civarında. Kaç başvuru geldiğini, başvurunun kesin fiyatını, indirimlerini vesaire bilmiyorum ve bu bir araştırma yazısı da değil. Söz gelimi 2.000 başvuru gelse, bu sadece ödül başvuru ücretinden milyonlar toplanabildiğini gösteriyor. Daha bu işin turizm boyutu var. 2.000 gibi çok yüksek bir başvuru sayısına rağmen, mevcut finalist sayısıyla, başvuran bir projenin finale kalma şansı dörtte bir. Zaten bu nedenle bu ödülleri pazarlayanlar telefonda “çok kategori var, başvurun mutlaka birini kazanırsınız” diyebiliyor. Şunu da hatırda tutalım: Türkiye’de finale kalan bir mimar, bina ya da gayrimenkul projesi ödülü kazanmış gibi tanıtılıyor.

Arolat’ın Arkitera.com söyleşisinde değindiği çok konunun esasına hiç itirazım yok. Ancak söyleşide önce WAF’ın kutsanması sonra da diğer ödüllerin bir kenara itilmesi oldukça tedirginlik verici. Yukarıdaki paragrafta ara vermeden bir dizi teknik bilgi aktarma nedenim WAF’ın aslında tam da bu #odulendustrisi meselesinin merkezinde yer aldığını göstermek. Yaşanan bu ödül anarşisinin nedenlerinden birisi olduğunu hatırlatmak.

Hiç mi iyi yanı yok? Elbette var: Dünyada olup biten mimarlığı derli toplu bir şekilde hızla görebileceğimiz bir ortam yaratıyor WAF. Ama…

Aması önemli buna değer mi? Property Awards da vardı zaten, onun nesi eksik. Sonra Architizer Ödülleri oluştu, ayakta kalabilmek için sıkı kampanyalar yapıyor. Parayı bastırarak aday olunan başka ödüller de var. Bunlardan birisini, WAF’ı diğerlerinden ayıran onlarca özellik olsa bile özünde ortamdaki kötü his veren ödüllerin önemli bir ayağı. Ayrıntılara girmeye gerek olmuyor. Hepsi aynı.

Tüm ödüller bahsi geçen ödül endüstrisinin bir parçası değil elbette. Ağa Han Mimarlık Ödülleri ve Mies Ödülleri Türkiye’nin de yakında takip ettiği, aday olduğu kimi zaman ödül aldığı ödül organizayonları.

Mies Ödülleri, 2001 yılından itibaren AB’nin resmi mimarlık ödülü olarak kabul ediliyor ve iki yılda bir veriliyor. Kazanan tasarımcı aynı zamanda 60.000€ para ödülü kazanıyor. Aslında olması gerektiği gibi. Yani ödüle başvuru için ödeme yapılmıyor, ödül kazanan ödüllendiriliyor.

Ödül yönetmeliğinin beşinci maddesi ödül adaylığını tanımlıyor. Buna göre her üyenin ACE üyesi mimarlık kuruluşu, bağımsız isimler ve ödül danışma kurulu adaylar gösterebiliyor.

Mies Ödülleri dün ödüle aday gösterilen toplam proje sayısını 420 olarak açıkladı. Bunların 21’i Türkiye’den.

Kurumun ödül adaylarını açıklamasından önce Türkiye’den mimarlar kendi projelerinin aday gösterildiğinin açıklamasını sosyal medya, basın bülteni ve kendi web siteleri aracılığıyla yaptılar. Dünkü haberin Arkitera.com’da yayınlanmasının ardından ise sosyal medyada tartışmalar hızlandı.

Tartışmaların özünde yorum yapanlar, aday gösterilen projelerin bazılarına itiraz ediyor. Oysa sadece aday; henüz ödül alan bir proje yok ve adaylığa neden itiraz edildiğini anlamak mümkün değil. İtiraz edilen projelere de Türkiye’den aday gösterilen diğer projelere de –bence bir proje hariç- ödül verileceğini sanmıyorum.

Bir yandan neden itiraz edildiğini anlamıyorum diyorum ama diğer yandan aday gösterilmenin sanki bir başarıymış gibi pazarlandığını da unutmuyorum. Bu pazarlamanın doğal sonucu da “aday gösterilme bir başarı” algısı oluşuyor. Oysa hiç değil.

İki boyutu var: Birincisi aday gösterilenlerin kimler tarafından hangi gerekçe ile gösterildiği belirsiz. Dolayısıyla kıymetli olması manasız. Belirsizliğin, gizemin, kıymetli olduğunu düşünmek zaten akıllı adamın işi olmamalı. Diğer yandan AB’nin resmi ödülü olarak kabul edilen bir ödüle başvurunun neden nominasyonla yapıldığını anlamak da mümkün değil. Elbette jürinin iş yükünü azaltmak, binlerce belki on binlerce projeye bakma zorluğunu gidermek için nominasyon yönteminin seçildiğini düşünmek mümkün. Ancak bunun doğru olmadığı da bu tartışmalarla açıkça ortaya çıkıyor. Türkiye’deki tartışmaların başka yerlerde de yaşanıyor olması da olası. Ödül organizatörlerinin nominatör kavramı yerine ön jüri kavramını kullanmaları çok daha demokratik bir ödül yapısı oluşturabilirdi.

Merak edenler için o tek projeyi Twitter’dan daha sonra açıklayacağımı söyleyerek bitireyim.

Etiketler

Bir yanıt yazın