Paris Nanterre Üniversitesi – Max Weber Binası

İddialı çevresel hedefleri ve sağladığı esnek çalışma ortamı ile Atelier Pascal Gontier tarafından tasarlanan Max Weber Binası, öğrenciler ile araştırmacıların gözünde araştırmalara güçlü bir kimlik ve çekicilik kazandıran bir çalışma alanı.

Atelier Pascal Gontier, projeyi anlatıyor:

Max Weber Binası, çeşitli beton ve metal binaları ile 1960’lardan beri Fransız üniversite yapılarının mimari geçmişine tanıklık eden Université de Paris Nanterre kampüsünün içinde bulunuyor.

Üniversite, Sosyal ve Beşeri Bilimler Departmanı’na bağlı çeşitli araştırma laboratuvarlarını aynı bina içinde toplayan bir proje talebinde bulundu. Bir ofis binasına oldukça benzeyen bu mimari projede müşteri, bilim laboratuvarlarının duruşunu ve imajını güçlendiren, araştırmacılar arasındaki etkileşimi teşvik eden, öğrenciler ile yabancı araştırmacıların gözünde araştırmalara güçlü bir kimlik ve çekicilik kazandıran, son olarak da Université de Nanterre Kampüsü’nün batı tarafını yeniden yapılandıran prestijli bir binada ısrarcı idi. Bütün bu talepleri karşılayabilen ve alanında bir ilk olan bu son derece yenilikçi proje, müşterinin kesintisiz desteği ve ortaklar (Atelier Pascal Gontier, üniversite ve Icade Promotion) arasında sürekliliğin sağlanabildiği, olumlu geçen diyaloglar sayesinde gerçekleştirilebildi.

Max Weber Binası’nın tasarımında iddialı çevresel hedeflerden, araştırmalara sunulacak ofislerin tabiatı üzerine derin sorgulamalardan ve mimari ofisin yeni mimari keşifler sunabilme hedefinden yararlanıldı. Genellikle ofis binaları, cephelerde ve dekorasyonda rekabetçi bir biçimcilikle telafi edilmeye çalışılan, ancak esasen bir kimliğe sahip olamayan, standartlaştırılmış ürünlerdir. Max Weber Binası, iddialı çevresel hedefleri ve çalışma alanlarının yaygın kullanımı sayesinde bunun önüne geçmek üzere tasarlandı. Tamamen ahşaptan yapılmış, kış ve yaz mevsiminde doğal havalandırma sisteminin kullanılabildiği, alışılmışın dışındaki bu ofis binasında yapı malzemeleri, en iyi şekilde adapte olabilecekleri ve oldukları gibi görünebilecekleri alanlara uygulandı. Bunu başarabilmek için, asma tavanlar ve klimalar, mekanik kontrollü havalandırma sistemi ile birlikte ofis binası içinden çıkartıldı.

Günümüzde yaygın olarak görülen kullanımların aksine yapı betondan değil, tamamen ahşaptan yapıldı ve ahşap, görünür olduğu iç mekanların sıcak bir karaktere sahip olmasını sağladı. Koridorlar, dışarıdan gelen doğal ışık ile aydınlatıldı ve yapıda bulunan üç ahşap merdiven boşluğunda da gün ışığından faydalanıldı. Ofislerde yer alan büyük pencereler, bireylerin kendi çalışma ortamlarındaki atmosferi kontrol edebilmeleri için iki ayrı açıklıktan oluşturuldu.

Linolyum kaplı ham beton zemin, havalandırma sistemine ihtiyaç duyulmayan ofislerde yaz süresince dinginlik ve rahatlık hissi yaratıyor.

Seçilmiş olan mimari tarz, mevcut bina ile uyum içinde harmanlandı ve yapı üzerinde, hacimlerin sadeliği arasında ayırt edilebilecek şekilde teraslar ve açık alanlar oluşturuldu.

Düzenli aralıklarla yerleştirilmiş geniş pencerelerin desteği ile, dış cephedeki alüminyum kaplama, ahşabın iç mekanlardaki baskın varlığına işaret ediyor. Çatıdaki yüksek bacalar ise tekil bir havalandırma sisteminin sinyallerini veriyor. Tam bu noktada mimari ifade, parlak ve pürüzsüz alüminyum dış yüzey ile iç mekanda kullanılan; mat, sıcak ve organik bir karaktere sahip ahşap arasındaki kontrast aracılığıyla kendini belli ediyor.

5000 m²’lik beş katlı yapı, asansör boşluğu ve merdiven boşlukları da dahil olmak üzere tamamen ahşap kullanılarak inşa edilmiş bir strüktüre sahip. Doğal kaynaklı, yenilenebilen ve geri dönüştürülebilen bir materyal olan ahşabın kullanımı, ekolojik nedenlere dayanılarak tercih edildi.

İleri prefabrikasyon teknikleri sayesinde inşaat projesi daha hızlı ve daha hassas bir şekilde tamamlandı. Kolonlar ve düz levhalarla gerçekleştirilen tasarım ile, mekanda esneklik ve maksimum uyarlanabilirlik sağlandı. Bu esneklik sayesinde bina, dönüşümlere uyum sağlayabilecek durumdadır ve mimari kimliğini bozacak ağır işleri üstlenmek zorunda kalmadan uzun vadede yeniden başka bir amaca hizmet verebilir. Bu mantık doğrultusunda, ofisler 16 m²’lik bir çerçeveye göre şekillenen dolaşımların bir ucundan diğer ucuna doğru organize edildi ve ihtiyaçlara göre 16 m², 32 m² veya 48 m² büyüklüğünde ofislerin oluşturulabilmesi sağlandı.

Ancak bu esneklik nötr, karaktersiz boşluklar oluşturmuyor ve mekanın dayanıklılığı, kısa ömürlü bir dekorun arkasında kaybolmuyor. Aksine, bu iki değer aynı boşlukta harmanlanıyor. Sonuç olarak, araştırmacılar için tasarlanmış bu çalışma alanlarının mimari tanımı, “kalıcı” ve “gelişmekte olan” arasındaki bu ilişkide bulunuyor.

Binada Alman Passivhaus standartlarında bir dış cephe, yüksek derecede yalıtımlı katı bölme duvarlar ve azami sayıda pencere ve termal köprü bulunuyor. Bununla birlikte bina, sahip olduğu havalandırma sistemi sayesinde standart pasif modellerden ayrılıyor. Doğal destekli ve kontrollü, yenilikçi bir havalandırma sistemi (VNAC) bulunduran proje, mekanik çift akışı önlemek üzere tasarlandı. Genel olarak ele alındığı zaman, böylesine bir enerji tüketimi, pasif bir binanın ısıtma tüketimine eşdeğer, hatta bu binanın tüketimine kıyasla daha da üstün durumda olabilir. Fransa’da bir ilk olan bu havalandırma sistemi için, oldukça kapsamlı araştırma ve analizlerden faydalanıldı. Bu havalandırma sistemi, yapıya bir imaj katan 3,6 metre yüksekliğindeki yirmi beş adet heykelsi baca aracılığı ile gözle görülebiliyor.

Etiketler

1 Yorum

Bir yanıt yazın