“Burada Herkes Bir Diğeri Kadar Mimar”

Arkitera Genç Mimar Ödülü 2017'yi kazanan bir diğer ekip olan Kolektif Mimarlar'dan Barış Demir, Oya Eskin Güvendi ve Sıddık Güvendi ile çok sesli üretim halleri, mimarlığın sunum biçimleri ve genç mimar olmanın açılımları üzerine konuştuk.

İlk olarak ofisin kuruluş öyküsünden başlayabiliriz sanırım, nasıl bir araya geldiniz, Kolektif Mimarlar nasıl kuruldu?

Sıddık Güvendi: 2011 yılında, Barış ile Koşuyolu’nda bir mekan kiraladık ancak daha önceden birlikte iş yapmışlığımız yoktu, çok da tanımıyorduk birbirimizi; mekan ortaklığı ile bir araya geldik. İlk ofisi açtığımız dönemde, yarışmaları finanse edebilmek için ben dışarıya üç boyutlu modelleme işleri yapıyordum, Barış da maket yapıyordu. O dönem ayrı ayrı yarışmalara girdik. Ben bir yarışma yaptım, Barış maketini yaptı, o bir yarışma yaptı ben modelini yaptım… Daha sonra birlikte devam edelim diye karar verdik. Bu süreçte Tuna Han Koç da katıldı, 3 kişi olduk. Birlikte girdiğimiz ikinci yarışma olan, Şişli Halide Edip Adıvar Kültür Merkezi Mimari Proje Yarışması’nda ilk ödülümüzü (2’incilik ödülü) aldık. Oya (Eskin) o dönemde Emre Arolat Mimarlık’ta çalışıyordu, bu ödülün ardından o da ayrılıp bize katıldı.

Barış Demir: Tuna Han’ın gelmesi, Oya’nın gelmesi ve 2’incilik ödülü ile süreç oldukça hızlı bir biçimde gelişti ve ofisin yapısı bu duruma göre şekillendi.

Oya Eskin Güvendi: Ofis oluşmadan önce de herkes ya bireysel ya farklı gruplarla yarışmalara giriyordu. Bir şekilde aynı heyecanı taşıyan insanların bir araya gelmesi ile oluştu bu ofis, adını da oradan aldı.


2. Ödül, Şişli Halide Edip Adıvar Kültür Merkezi Mimari Proje Yarışması (Sıddık Güvendi, Tuna Han Koç, Barış Demir)

Kolektif olma durumu, az önce anlattığınız gibi kendiliğinden mi ortaya çıktı, yoksa öğrenciliğiniz veya mezun olduktan sonra çalıştığınız ofislerdeki olumlu/olumsuz deneyimlerinizle şekillenen bir ideal miydi?

Sıddık: Ben yarışmalarla 3. sınıfta, Ayhan Usta ile birlikte yarışmalara girerek tanıştım. Aslında bizim şu anki ekip yapımız, çalışma biçimimiz o dönem öğrendiğim çokseslilik ve bunun yarışmalara yansıması mantığı ile yürüyor. Mimari yarışma dediğimiz meselenin özellikle değerlendirme aşaması kolektif bir olaydır. En nihayetinde 5-6 jüri üyesi yarışmaya gelen katılımları değerlendiriyor… Siz eğer projeyi yaparken de bir ekip ile çalışıyorsanız, herkes projenin farklı bir problemine odaklanıyor; ekibinizi ikna edebilmek adına bu sorunları tek tek çözmeniz gerekiyor. Böylelikle projelerimizi epey bir süzgeçten geçirerek teslim ettiğimiz için de süreç başarılı oluyor diye düşünüyorum.

Yapı olarak da hiçbirimiz bireysel hareket etmeye meyilli, egoları çok insanlar değiliz. Ego, tabii ki bu mesleğin olmazsa olmazlarından ancak onu terbiye etmek, dizginlemeyi öğrenmek ancak kolektif çalışarak öğrenilebilen bir şey.

Barış: Benim öğrenciliğimde de Ankara’dan gelen, sürekli yarışmalara giren, yarışmacı hocalarımız vardı. Onlarla birlikte yarışmalara ekip olarak katıldım, hep bir ekibin üyesiydim. Ancak mezun olduktan sonra İstanbul’a geldiğimde birlikte üretim yapabileceğim bir arkadaş ortamım yoktu. Oya için de geçerli, Sıddık için de, hepimiz aslında ekiple çalışma geleneğinden gelmiş ancak bir nedenden ötürü bireysel olmaya itilmiş durumdaydık bir araya geldiğimizde.

Oya: Bu durum yapı dilimize de yansıyor bence. En başından beri, yeri dinleyen, naif, mümkün olduğunca yere ait olan ve aslında kullanıcı tarafından kabul görebilecek bir yapı dili yaratmaya çalışıyoruz. Amacımız bu dili bireysel yaklaşarak değil, her zaman çoksesli bir ortamda yaratmaktı.


1. Ödül, Balıkesir Büyükşehir Belediyesi Hizmet Binası Yarışması (Barış Demir, Sıddık Güvendi, Burak Pelenk, Gökşen Ezgi Boz, Murat Akyüz)

Çoksesli üretim kolay bir üretim biçimi değil. Belki birçok ofis veya kişi açısından sürdürülebilir bile değil. Bu halin işleyişi ve onun sürdürülebilirliği açısından yıllar yılı neler öğrendiniz?

Sıddık: Daha önce bir kez yalnız başıma yarışmaya girdim. Kendinizle baş başasınız, kimseye hesap vermiyorsunuz, kimseyi ikna etmeye çalışmıyorsunuz ve ilk eskiziniz projeye dönüşüyor. Bu başlı başına bir hata ve üzerinde yeterince kafa yorulmadığı anlamına geliyor. Ekiple bir araya geldiğinizde ve az önce bahsettiğim gibi filtrelerden geçtiğinde daha iyi bir sonuç ortaya çıkıyor. Asıl sorun sonrasında başlıyor. Ekip içerisinde problem yaratan konular ortaya çıkabiliyor, zaman zaman öfkelendiğiniz oluyor ama argümanlarla konuştuğunuz sürece bunların üstesinden gelebiliyorsunuz. Ortada verimli bir birliktelik var, dolayısıyla herkes zaman içerisinde, bu birlikteliği devam ettirebilmek için kendisini törpülemeyi, tartışırken kullandığı kelimeleri doğru seçmeyi, nasıl davranması gerektiğini öğreniyor. Dışarıdan bakıldığında zor gibi görünüyor olabilir fakat bana o kadar da zor gelmiyor doğrusu. Zaman geçtikçe, yaş ilerledikçe, insanların karakterleri oturuyor, bunlar da tabii ki birlikte çalışmayı kolaylaştırıyor. İlk bir araya geldiğimizde ben 26-27 yaşındaydım. Her insan için geçerlidir, o zamanki fevrilikle bugünkü bir değil…

Hemen hemen her söyleşide tekrar ettiğimiz bir söz var: “Şu kapıdan içeri girerken, egoyu dışarıda bıraktığınız zaman, konuşmayı tartışmayı öğrendiğiniz zaman, tartıştığımız şeyin netice itibariyle bir iş olduğunu unutmadığınız ve kişiselleştirilmemesi gerektiğini öğrendiğiniz zaman” ekiple çalışma sistemi rayına oturuyor.

Dinlemek de çok önemli. Katılmayabilirsiniz ama dinlemek şart. Burada herkes bir diğeri kadar mimar.


Lüleburgaz Şehirlerarası Otobüs Terminali (Sıddık Güvendi, Tuna Han Koç, Barış Demir, Oya Eskin Güvendi)

“Kaliteli işler yapmak istiyorsanız tek alternatifiniz yarışmalar oluyor.”

Yarışma ağırlıklı portfolyonuzun ardında genç ve piyasada var olmaya çalışan bir ofis mi yatıyor, yoksa eğitiminiz ve mimariye bakış açınız ile bağlantılı bir idealin peşinde koşmaktan da bahsedebilir miyiz?

Oya: Üretirken çoksesli olmaya değer verdiğimiz gibi projenin elde edilirken de birden fazla seçeneğin arasından seçilip elde ediliyor olmasını değerli buluyoruz. Bir projenin jüri tarafından değerlendirip doğru bir proje olduğu kanısına ulaşılmasını takiben uygulanıyor olması kıymetli. Bu ofis kurulurken amacımız çok iş yapmak, ofisi büyütmek değildi; kaliteli, nitelikli ve gerçekten doğru olduğuna inandığımız işleri yapmayı amaçlıyorduk. Öyle olunca aslında yarışma dışında pek fazla alternatifimiz de yoktu. Özel sektörde çok nitelikli işverenler var ancak bu kurum veya kişiler ile çok yakın ilişkileriniz yoksa onlara ulaşmanız mümkün olamıyor. Bu durumda, başlangıçta iyi işler yapmak istiyorsanız tek alternatifiniz yarışmalar oluyor.

Sıddık: Her ikisi de geçerli ancak daha önce de bahsettiğim gibi öğrencilikten beri yarışmalar yapmaya alışmış kişiler olduğumuz için yarışmalar ile devam etmek aslında bir tercih bile değildi, bir bakıma mesleki pratiğin kendisine dönüştü. Bu da belki bir problemdir, henüz bilmiyorum doğrusu… Zaman zaman çakıştığı da oluyor. Mesela yarışma yapıyoruz, ciddi bir yoğunluk var, o ara dışarıdan bir iş geliyor ve mutsuzluk yaratabiliyor. Bu işlerden hangisinin önceliği olması gerektiğini ayırt edemediğimiz zamanlar oldu. Ama artık yarışma ya da sektöre yapılan iş ayrımı yapmaksızın uygulanma ihtimali yüksek olan işler daha fazla heyecan veriyor.

Barış: Ayrıca şu an yarışma ortamı konusunda deneyimliyiz ve orada ilerliyoruz ancak özel sektör çok yıpratıcı. Bu sektöre girmeden direkt yarışmalar ile ilerlemek hep hayalimde olan bir yoldu. Bir tane bina yapayım ama kendi istediğim gibi, nitelikli bir bina yapayım gibi bir idealim vardı. İdealiniz bu olunca yarışmalardan başka çok bir seçeneğiniz yok; çünkü diğer şekilde sürece işveren giriyor, müteahhit giriyor ve işi istediğiniz nitelikte yapmanızı engelleyebiliyor.

Genç mimar kavramı konusunda ne düşünüyorsunuz? Aklınızın bir köşesinde bulunan bir kavram mı veya böyle bir tanım yapılmalı mı?

Sıddık: Bu soruya sanırım, mimarlık pratiği ve yapı sektörü olarak iki başlık altında cevap vermek gerekir. Mimarlık mesleğinin kendi dinamikleri, sizin deneyimleriniz ve yapma biçimleriniz göz önünde bulundurulduğunda, kesinlikle evet, “genç mimar” olmak diye bir durum var. Mimarlık, maalesef yapmadan öğrenebileceğiniz bir meslek değil; bir praxis aslında. Başkalarının yanında çalışırken, ana sorumluluk sizde değilse bu bile gerçek bir deneyim değil. Tabii ki kıymetlidir ancak doğrudan bir deneyim sayılmaz. İşin başından itibaren, tasarladığınız, detaylandırdığınız, şantiyesinde bulunduğunuz, netice itibariyle inşa ettiğiniz bir yapının üretiminin her aşaması üst üste gelerek pratiğinizi ve deneyiminizi oluşturuyor. Bu anlamda 40 yaş altının genç sayılıyor olması da doğru geliyor.

Yapı sektöründe de genç mimar olmak diye bir şey var. Kazandığınız ödüllere vesaire bakılmaksızın gençliğinizin bedelini size ödetmeye meyilli bir ortam var: “İyi yapsın ama ucuza yapsın”. Genç olmak, yaptığınız işten emin olmak zaten zor, bir de bunun üstüne sektörün düşük bütçelerle iş yaptırma baskısı gelince iyice sinir bozucu bir hal alıyor. Bugüne kadar özel sektörde çok fazla iş yapamamış olmamızın bir nedeni de budur. Bu nedenle iyi ki yarışmalarla başlamışız diye düşünüyorum.


1. Ödül, Şişli Halide Edip Adıvar Külliyesi Ulusal Mimari Proje Yarışması (Sıddık Güvendi, Tuna Han Koç, Barış Demir, Oya Keskin)

Kendinizi akranınız mimarlar arasında nasıl görüyorsunuz, jenerasyonlar arasında ciddi farklar var mı?

Sıddık: Ben çok büyük farklar görmüyorum ama okullarda, çeşitli ortamlarda, bizden önceki jenerasyonun bizim jenerasyonlar için söylediklerini duydukça ortada bir kopuş olduğunu hissediyorum. 21’inci yüzyılın ruhuyla, “imaj çağında” yaşıyor olmakla ilgili olabilir bu… Yapılan işlerin çoğu, şu an 50-60’lı yaşlarında olan jenerasyona biraz fazla imaj-baskın dile sahip gibi görünüyor ve bu konudan şikayetçiler.

Barış: Bu aslında son 15 yıl ile alakalı bir dönüşüm bir yandan da. Çok eski yarışmalar direkt el çizimi tabii ki, 2000’lerin başında CAD çizimler ortaya çıkıyor ancak üç boyutlu dijital görselleştirme yerine hala maket ile temsil ön planda. Ancak sonrasında, insanlar çok yoğun bir biçimde modelleme programları öğrenmeye başlıyor ve süreç gelişiyor. Bahsettiğimiz jenerasyonlar arasındaki en büyük fark 3B programlarla kurdukları ilişki. Biz bile bir süre sonra eskide kalacağız çünkü okuldan yeni mezun olan çocukların tamamı kullandıkları programlara hakim mezun oluyor.

Oya: Tasarım kararlarının sadece dijital ortam üzerinden alınıp üretime geçilmesini ben artık biraz ürkütücü buluyorum. Biz her ne kadar üç boyutlu görselleştirme tekniklerini kullanıyor olsak da asli üretimimiz maket; çünkü üç boyutlu görsellerden ziyade maket üstünden kararlar aldığımızda daha doğru sonuçlar aldığımızı fark ettik. Görselleştirmenin mimarları işin özünden uzaklaştırmaya başladığını düşünüyorum. Son yıllarda bizimle çalışan arkadaşlar arasında hiç kesit çizmeden mezun olmuş kişilerle karşılaşınca, bizden sonraki jenerasyonların nasıl olacağına dair bende soru işaretleri oluşmaya başladı. Bir de aslında mimarlar arasındaki en büyük farkı jenerasyonlar oluşturmuyor. Piyasada, bizim dahil olduğumuz sizin de ilgilendiğiniz çok küçük bir camia var, bu camia yapılı çevrenin %10’unu üretiyor; bir de %90’ını üreten bambaşka bir camia var. Bu iki camia birbiriyle iletişim içerisinde değil. Gençlik, yaşlılık, deneyim gibi konular değil daha çok zihniyet, üretim, üretimden kazanılan maddiyat gibi konularda ciddi uçurumlar var. Asıl tartışılması gereken ayrımın yaşla değil tasarım ve mesleğe bakış açısı ile oluştuğunu düşünüyorum.

Görselliğin fazlaca ön planda olduğu sunum biçimleri piyasayı kötü yönde dönüştürüyor olabilir ancak yarışmaları da olumsuz etkilediğini düşünüyor musunuz?

Sıddık: Bazen dışarıdan duyum alıyoruz, bazen jüri ortamında birinci elden gözlemliyoruz, “iyi render yapmak” belli bir jenerasyonda itici bir his yaratabiliyor. Bu bana çok doğru gelmiyor açıkçası, ne yapsın, özellikle kötü mü yapsın görselleştirmeyi? Öte yandan manipülasyona açık bir alan olduğunu da kabul etmek gerekir. Gerçekte var olmayan bir algı, hacim ve/ya mekan varmış gibi hissettirebilirsiniz ancak yarışmalarda jüri üyesi olan insanların, bu gibi manipülasyonlarla -tabiri caizse- “kandırılamayacak” kişiler olması gerekir.

Binlerce yılda gelişmiş bir ifade geleneği var mimarlığın ve maket bu geleneğin olmazsa olmazı. Maket yalan söylemez. Özellikle yapı ölçeğindeki yarışmalarda maket teslimi istemeyen yarışmalara çok güvenmiyorum açıkçası. Ama dediğim gibi, çağın ruhu böyle, bu kadar fazla savaşmaya, olay haline getirmeye de gerek yok.

Oya: Ben de jüriyi etkilediğini düşünmüyorum. Çok kötü bulduğumuz görsellerle girip ödül aldığımız yarışmalar da oldu. Piyasada belki bir etkisi olabilir ama en azından yarışma camiasını etkilediğini düşünmüyorum.

Barış: Piyasada muhakkak bir etkisi var. Özellikle Türki Cumhuriyetlerde, sadece imaj üzerinden proje seçilip daha sonra plan ve kesitlerinin çizildiği bir ortam var.

Sıddık: Şöyle bir risk de var tabii ki. Bazı internet sitelerinde hangi imajın ne kadar görüntülendiği yazıyor. Mesela siz birincilik ödülü aldınız ve paylaştınız, renderlar her zaman vaziyet planından veya kesitten 3-4 kat daha fazla görüntülenmiş oluyor. Render üzerinden okumak ve hızlıca sadece bu görüntü üzerinden değerlendirmek… Mesele o değil oysa ki. Atölye yürütücülüğü yaparak okullarda çokça vakit geçiriyoruz, oradaki durum da aynı. Bu aslında bizim jenerasyonun problemi olabilir. Tehlikeli mi değil mi açıkçası bilmiyorum. Bugünden bakıp beş yıl sonrasını görebildiğimiz bir dönemde yaşamıyoruz artık. Belki de çağın doğrusu bu olacak.


Lüleburgaz Şehirlerarası Otobüs Terminali (Sıddık Güvendi, Tuna Han Koç, Barış Demir, Oya Eskin Güvendi)

Aynı durum aslında inşaatı tamamlanmış olan yapıların fotoğrafları için de geçerli. Bir yapının en çok öne çıkan yönünün fotoğrafları olması da benzer biçimde sorunlu mu?

Sıddık: Bizim inşa edip fotoğraflarını çektirdiğimiz yalnızca tek bir yapımız oldu. O yapı ilk inşa edildiğinde çekilen fotoğrafları ile mevcut halini yan yana getirdiğimizde, mimari fotoğrafçılığın biraz balon bir iş olduğunu düşünmeye başladım. Genelde çok steril, gerçekle bağ kurmayan bu fotoğraflar henüz yapıların içine insan girmeden çekiliyor. 3B görselleştirmelerinden çok da farkı olmayan bir durum ortaya çıkıyor. Hatta aynı fotoğrafçı ile aynı kareleri çektirip Lüleburgaz Şehirlerarası Otobüs Terminali’ne dair bir karşılaştırma yazmak ve yayınlamak istiyoruz.

Barış: Steril olarak tanımladığın fotoğrafların, belgeleme anlamında yine de değerli olduğunu düşünüyorum. Sonuçta inşa ettiğimiz, teslim ettiğimiz bina oydu. Ancak her yerde bu fotoğrafların kullanılıyor ve en çok onların görüntüleniyor olması sonucunda tabii ki dediğin gibi fotoğrafı model ile aynı kapıya çıkartıyor.

Sıddık: Yapının kamuya açık olması da çok değiştiriyor. Lüleburgaz Terminali’ ni 25 kiracı firma kullanıyor, özel bir kurumun ofis binası veya tek ev gibi değil sonuçta.


1. Ödül, Evka 3 Sosyal Merkez ve Aktarma İstasyonu Yarışması

2018’de Kolektif Mimarlar olarak neler yapacaksınız şimdiden paylaşabileceğiniz projeleriniz var mı?

Sıddık: Henüz bilmiyoruz açıkçası. 2017 başlarında Evka 3 Sosyal Merkez ve Aktarma İstasyonu Yarışması’nda 1. ödül almıştık, şu an idare ile uygulama projelerinin hazırlanması için görüşüyoruz. Eğer bir aksilik olmazsa 2018 Evka’ya çalışarak geçecek gibi görünüyor.

Barış: Biraz bu yıl açılacak yarışmaların durumuna göre şekillenecek, geçtiğimiz sene de öyle oldu. 2016’da kazandığımız yarışmanın uygulaması 2017’de çizildi. 2017’de kazandığımızı da 2018’de çizeceğiz sanırım. Süreçler de çok uzun, tahmin etmek çok mümkün olamıyor.

Oya: Bir de artık sürprizlere çok alıştık. İlk birincilik ödülü aldığımızda ertesi gün ofise gelip herkes sistem detayı çözmeye çalışıyordu. Sonra siyasete kurban gitti proje. O nedenle, yılı planlamaktansa günü kotarmayı öğrendik.

Etiketler

Bir yanıt yazın