“Üç Boyutlu Bir Yapıyı İki Boyutlu Bir Düzlemde Temsil Etme Çabası, Büyük Oranda Kişisel Yorum Gerektiren Bir İş”

Mimarların ve fotoğraf sanatçılarının belirli konular üzerinde farklılaşan bakış açılarını aktardığımız Mimarlık + Fotoğraf söyleşi serisinde sorularımızı mimar Burçin Yıldırım yanıtlıyor.

Mimarların ve fotoğraf sanatçılarının aynı sorulara getirdikleri farklı yorumlarla okuyucuları mimarlığa geniş bir perspektiften bakmaya davet eden Mimarlık + Fotoğraf söyleşilerinde sorularımızı Burçin Yıldırım yanıtlıyor. 

2008-2012 yılları arasında Betonart mimarlık dergisinin yayın kurulunda yer alan Burçin Yıldırım, 13. Venedik Mimarlık Bienali’nde Dünyanın En Başarılı Genç Mimarları Seçkisi’nde yer aldı ve 2015 yılında Arkitera 40 Yaş Altı Genç Mimar Ödülü’nü kazandı. Burçin Yıldırım, 2007 yılından beri iki ortağı ile birlikte PAB Mimarlık’ta mimari üretimine devam ediyor. 

Mimarlık + Fotoğraf söyleşilerinde ortak sorular İmge Bolluğu, Kusurluluk / Kusursuzluk, Dijitalleşme ve Yorum konu başlıkları altında toplanıyor. Mimarlar ve fotoğraf sanatçıları günümüzde değişen fotoğraf çekme ve paylaşma alışkanlıklarımız sonucunda ortaya çıkan imge bolluğunu, mekân ve çevresiyle kurduğu ilişkideki gerçekliğin fotoğrafa yansımalarını, mimarlık ve fotoğraf alanındaki dijitalleşmeyi, fotoğrafın mimari bir temsil aracı olması ve estetik değeri arasındaki ilişkiyi farklı bakış açılarından değerlendiriyorlar.

İmge Bolluğu

Herkesin fotoğraf çekebildiği bugünde “imge bolluğu” meselesi ulaşılabilirlik ve ifade özgürlüğü anlamında size ne ifade ediyor? Sizce bu belgeleme ve arşiv konusunda bir kolaylık sağlıyor mu?

Öncelikle bu sorulara profesyonel bir mimari fotoğrafçı olarak değil, mimari fotoğrafa ilgi duyan ve gezdiği binaları belgelemek için birçok mimara göre daha fazla emek ve zaman harcayan bir mimar olarak cevap verdiğimi belirtmekte fayda var.

Bahsettiğiniz imge bolluğunun temel sebebinin herkesin fotoğraf çekebilmesinin ötesinde herkesin çektiği fotoğrafı paylaşma arzusuna ve kolaylığına sahip olması olduğunu düşünüyorum. Facebook,  Instagram, Twitter gibi mecralar ve hashtag kullanımı aynı yapılara ait yüzlerce fotoğrafın görünür ve erişilebilir olmasını sağlıyor. Belki bu fotoğraflar, altına yazılan ve yapıyı gezerken yaşanan deneyimi anlatan yorumlarla, yıllar sonra bir araştırmacının belgesine dönüşebilir.

Hatta çevresel bağlamından koparılmış,  yapıyı olabildiğince “güzel” göstermek amacıyla manipüle edilmiş veya kurgulanmış bazı profesyonel mimari fotoğraflara göre kimi sosyal medya fotoğraflarının daha gerçekçi bir görüntüyle yapıyı anlattığı durumlar da olabilir.

Kısacası bu tür fotoğraflar, bir yapının insanların gündelik hayatındaki yeri hakkında genel bir kanı, hatta istatistik bir bilgi dahi verebilir. Fakat çoğu zaman yapıya ait tek kareden ibaret olan bu fotoğrafların sorduğunuz anlamda profesyonel belgeleme, özellikle de arşivcilik konusunda bir kolaylık sağladığını düşünmüyorum.

Profesyonel bir mimari fotoğrafçının uygun teknik ekipmanlarla, uzun soluklu bir çekimde bir yapıyı tüm açıları ve detaylarıyla fotoğraflaması sonucu özenle seçerek oluşturduğu fotoğraf serisiyle “imge bolluğu”nda yüzen tekil imajları karşılaştırmak bana göre doğru değil.

Fotoğraf: Burçin Yıldırım, Gallaratese II Housing (Aldo Rossi & Carlos Aymonino) 

Herkesin fotoğraf çekebilmesi durumu, fotoğrafı bir sanat olarak algılamamızı engelliyor mu? Çekilen fotoğrafların kalitesi ve estetik değeri nasıl bir anlam ifade ediyor?

Konuya mimarlık ve fotoğraf bağlamında bakıyorsak öncelikle mimari fotoğrafın sanat olarak görülüp görülemeyeceğini tartışmakta fayda var.  Mimari bir öğeyi ana konu olarak ele alan bir fotoğraf her zaman sanatsal kaygılarla çekilmiş olmayabilir. Her şeyin çok hızla değiştiği, yapıların kullanım ömrünü doldurmadan yıkılabildiği, nitelikli kültür varlığı sayılan yapıların dahi korunamadığı bu dönemde, mimari fotoğrafın sanatsal yönünden çok belgeleme yönünün daha önemli olduğunu düşüyorum. Bir önceki soruda değindiğim gibi “herkesin çektiği fotoğrafla profesyonel mimari fotoğrafların belge olarak değerleri birbirinden çok farklı ve bence herkesin fotoğraf çekmesi profesyonel fotoğrafın değerini düşürmüyor.

Fotoğraf karelerinin içeriklerinde de bir moda olduğunu görüyoruz. Yapıların kendini en iyi yansıttığı açıdan binlerce kopyası çekiliyor. Bir yapının, herkes için aynı fotoğraf anlamına gelmesini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bence mimarlıkta fotoğraf hala çok güçlü bir etkiye sahip. Mimari fotoğrafı bir belgeleme, arşivleme aracı olmanın ötesinde mimarlık tarihinin yazılmasını sağlayan bir araç olarak da görebiliriz. İnsanlar hiç görmedikleri ya da bugün ayakta olmayan binalar hakkında sadece fotoğraflarına bakarak o binaları yeren ya da öven, farklı bağlamlarda tartışan makaleler ya da akademik tezler yazabiliyor.

Sürekli aynı açıyla çekilmiş yapıyı ikonlaştıran fotoğraflarla karşılaşmak o yapının zihinlerdeki imgesinin de sabitlenmesine sebep olabilir. Zamanla yapının çevresiyle ilişkisi, kentsel etkisi, o karenin dışında kalan bazı olumsuz özellikleri ya da diğer olumlu nitelikleri, mimari tartışmaların dışında kalarak göz ardı edilebilir.

Fakat bu anlattığım durumun, çok daha özenle çekilmiş ve yüzlerce karenin içinden seçilmiş profesyonel fotoğraf serileriyle yaşanmayacağını söylemek de çok zor. Neredeyse yüz yıl önce dahi Le Corbusier’nin, kendi fikirlerini desteklemek amacıyla fotoğrafları manipüle ettiği tartışılıyor. Özellikle yaşadığımız bu çağda, fotoğrafın gerçekliğine her zaman şüpheyle bakmak çok doğal.

Kusurluluk/Kusursuzluk

Daha önce “imge bolluğu” konusunda bahsettiğimiz gibi insanlar zaman zaman yapıları tek ve temiz bir çerçeve içine alırken zaman zaman da gösterilmek istenmeyen kusurları gösteriyorlar. Bu konu hakkında ne düşünüyorsunuz?

Kendi mimarlık ofisinde ortaklarıyla mimarlık pratiğini sürdüren ve kimi zaman mimari fotoğrafçı için işveren konumuna geçen bir mimar olarak bu sorunun cevabı benim için biraz karışık. İşveren pozisyonundayken sanırım ben de her mimar gibi, fotoğrafçının yapıdaki uygulamadan kaynaklanan bazı kusurlara dikkat çekmemesini, çevresel bağlamından koparmadan çevredeki bazı olumsuz öğelere odaklanmamasını hatta gerekirse onları temizlemesini tercih edebilirim.

Çektiğim fotoğrafların bazıları mimari içerikli dergi ya da kitaplarda yayınlanmış olsa da hiçbir zaman bir mimarın işveren pozisyonunda olduğu bir çekim yapmadım. O nedenle daha çok belgeleme amacıyla yaptığım kendi çekimlerimde kusurları örtbas etmek gibi bir derdim olmadı. Ancak şu bir gerçek ki işveren konumundaki mimarın amacı fotoğraf aracılığıyla yapıyı fiziksel olarak görmemiş olan kitlelere anlatmak hatta yapıyı beğendirmek. Fotoğrafçının işi kabul ettiği an, söz konusu yapıyı tüm kusurlarını örterek belgelemekle yükümlü olduğu ticari bir anlaşmaya imza attığını düşünüyorum.

Fotoğraf: Burçin Yıldırım, Bauhaus Archive (Walter Gropius)

Mekânı bütün gerçekliği ile yansıtmayı mı yoksa fotoğrafın kusursuz olmasını mı tercih ediyorsunuz?

Bir önceki soruda değindiğim gibi bu sorunun cevabı benim için karışık. Yine de mimari fotoğrafın gerçekle ilişkisini tartışmakta fayda var. Betonart’ın 50. sayısı için yazdığım yazıda şu soruyu sormuştum: Bir meslek olarak mimari fotoğrafçılık ürün ya da reklam fotoğrafçılığına mı yoksa belgesel fotoğrafçılığına mı daha yakın olabilir? İşverenin mimar olduğu durumda fotoğrafçının yapıyı olumlu ve “güzel” özellikleri kadar olumsuz taraflarıyla da belgelemesini, kentsel ve sosyal etkilerine değinmesini, bir belgesel fotoğrafçısı tavrıyla gerçeğe sadık kalmaya çalışarak kendi eleştirel bakışını da ekleyerek yapıyı sunmasını beklemek çok da gerçekçi görünmüyor. Bu tür bir ilişkide mimari fotoğrafçının bütün gerçekliği yansıtma iddiası bana göre inandırıcı olamaz.

Öte yandan işveren olarak her şeye karışan mimarın olmadığı durumda dahi fotoğraf “gerçeğin aynası” olabilir mi? Örneğin mimari fotoğrafçı David Cardelus, herhangi bir mimari fotoğrafta o fotoğrafın oluşmasını sağlayan tüm kararların fotoğrafçının özgün bakış açısını yansıtan bilinçli tercihler olarak görülmesi gerektiğini savunuyor. Cardelus’a göre sadece fotoğrafı çekerken değil, çekilen fotoğraf serisinden yayınlanmak üzere bir tanesini seçerken bile mimari fotoğrafçı gerçeği kendi bakış açısıyla şekillendirmiş oluyor.

Mimarlar tasarladıkları yapılar hakkında konuşurken sık sık yapının bağlamından ve yerle kurduğu ilişkilerden bahsederler. Siz bir yapının fotoğrafını çekerken bu ilişkileri ve fotoğrafın bağlamını nasıl yorumluyorsunuz?

Hem mimar olarak hem de fotoğrafçı olarak benim için bir yapının yakın çevresiyle ve kentle kurduğu ilişki, yapının çevre yapılardaki mimari dil, ölçek ya da malzemelerle girdiği ya da girmemeyi tercih ettiği diyalog oldukça önemli. Bu nedenle fotoğraf çekerken de yapının bu ilişkilerini kendi bakış açımla kayıt altına almaya dikkat ediyorum.

Fakat kimi zaman yakın çevresinden soyutlanmış bir yapı fotoğrafı, yapının kendisini öne çıkararak, mimarın mekânsal ve biçimsel yaklaşımını, yapısal kararlarını, önerdiği çözümün işleyişini ya da mimarın hayal ettiği yaşantıyı daha net anlatabilir. Bu nedenle bence aynı yapıya ait bir fotoğraf serisinde her iki yaklaşım da yan yana var olabilir.

Yorum

Mimari projelerde de olduğu gibi, bir işveren(mimar) ile çalışırken, kendi yorumunuzu ne ölçüde dâhil edebiliyorsunuz?

Daha önce de belirttiğim gibi meslek olarak mimari fotoğrafla ilgilenmediğim için, daha önce mimarın işveren pozisyonunda olduğu bir çekim yapmadım. Fakat fotoğrafçının kendi bakış açısını tamamen geri plana ittiği ve sadece binayı ve tasarımcının yaklaşımını belgelediği bir fotoğraf serisi çekmek bence gerçekçi değil. Fotoğrafçının oluşturduğu kompozisyon, tercih ettiği ışık düzeyi, kadrajına dahil ettiği ya da etmemeyi seçtiği öğeler, objektif açısı gibi birçok karar ve değişken, ortaya çıkan fotoğrafların büyük ölçüde özgün olmasını sağlıyor. Aynı binanın farklı fotoğrafçılar tarafından çekilmiş fotoğraf serilerini karşılaştırdığınızda fotoğrafçıların kendi yorumlarının etkisi açıkça görülebilir. Üç boyutlu bir yapıyı iki boyutlu bir düzlemde temsil etme çabası, büyük oranda kişisel yorum gerektiren bir iş.

Kendi açımdan bakarsak, özellikle mimarlık pratiğini sürdüren biri olarak mimari gezilerim esnasında yaptığım çekimlere kendi yorumumun büyük oranda dahil olduğunu düşünüyorum.

Fotoğrafçının kattığı yorumun da çok değerli olduğunu düşünüyorum; çünkü fotoğrafçı dışarıdan bakan bir göz olarak bazen mimarın farkında olmadığı nitelikleri görebilir, yeni ilişkiler kurarak oluşturduğu kadrajla bu ilişkileri öne çıkarabilir. Dışarıdan bakan bir göz olamadığım için kendi tasarımım olan binaları çekerken biraz zorlandığımı söyleyebilirim. Her köşesini ve detayını bildiğim bir binanın fotoğrafını çekmek, işin gizemini ve heyecanını yitiriyor.

Mimar olarak bir yapıya bakış açınızın, mimari fotoğrafa etkileri hakkında ne düşünüyorsunuz?


Fotoğraf: Burçin Yıldırım Notre Dame du Haut, Ronchamp (Le-Corbusier)

Mimarlık eğitimi almış olmak ve halen mimarlık pratiğini sürdüren bir mimar olmak sanırım fotoğrafladığım yapının mimarını daha iyi anlamamı, onun aldığı kararların gerekçelerini bulmamı ve bunu fotoğrafa aktarmamı kolaylaştırıyor. Bunu önemli buluyorum çünkü bence mimari fotoğrafçı sadece karşısında duran fiziksel yapının değil, aynı zamanda bir düşünce biçiminin, duvarlar ve döşemelerin ötesinde bir yaşam ya da işleyiş önerisinin fotoğrafını çekiyor.

Öte yandan fotoğrafçının da mimar olması kimi zaman olumsuz olabilir. Çünkü bu durumda fotoğrafçının bakış açısını belirleyen, bezen sınırlayan, binayı belirli kalıplara oturtmasına sebep olan bir eğitim ve görgü söz konusu. Ya da bazen fotoğrafçının kişisel mimari zevkleri ve beğenisi, yapının mimarının önerisini gölgeleyebilir. Profesyonel fotoğrafçıların kendi kişisel zevk ve beğenilerini bir kenara bırakıp beğenmedikleri bir binadan başarılı bir fotoğraf serisini nasıl çıkarabildiklerini merak ediyorum.

Fotoğrafı salt sanat olarak değerlendirmeniz mümkün mü yoksa bunu bir meslek pratiği olarak mı görüyorsunuz?

Önceki sorularda da kısmen değindiğim gibi, mimari fotoğraf bağlamında konuşuyorsak salt sanat olarak algılanmaması, belgeleme ve arşivleme özelliklerinin öne çıkarak bir meslek pratiği olarak görülmesi bana daha makul geliyor.
Mimari bir yapıyı ya da kentsel alanları ana konu olarak ele alan ve salt sanatsal bir üretim amacıyla oluşturulmuş fotoğraflar herhangi bir konuyu ele alan diğer sanatsal fotoğraflar gibi tabii ki sanat işleri olarak görülebilir.

Tersten bakıldığında mimarların da, artık tasarım aşamasında üç boyutlu algılamanın yanı sıra, bittiği aşamada nasıl fotoğraflarının çekilebileceğini, kadraja neyin sığacağı kaygısı ile tasarladığını düşünüyor musunuz?

Sanırım tasarım artık hep o mükemmel kadraj düşünülerek yapılıyor. Bence bu bir kaygıdan öte bir tasarlama pratiğine dönüşmüş durumda. Ama bunun sebebi fotoğraf karelerinden önce render kareleri olabilir. Kadraja neyin nasıl sığacağı daha bina bitmeden üç boyutlu programlarda seçilen açılara göre düşünülüyor, tasarım render açılarına bakılarak evriliyor. Bana göre bu konuda fotoğrafın etkisi daha geride. Bazen bitmiş yapıların tanıtımında bile üç boyutlu görsellere yapının fotoğrafından daha çok yer verildiğini görüyorum.

Fotoğraf: Burçin Yıldırım, Gallaratese II Housing (Aldo Rossi & Carlos Aymonino) 

Etiketler

Bir yanıt yazın