Kuruluşundan Bu Yana Daha Çok Yarışmalar Üzerinden İşlerini Yapmış Bir Firmayız

Arkitera Mimarlık Merkezi olarak, Yakup Hazan Mimarlık Limited Şirketi'nin kurucusu Yakup Hazan ile Ankara'daki ofisinde bir söyleşi gerçekleştirdik.

Pınar Koyuncu: Ofisinizin kuruluşu, yapısı ve çalışmalarınızdan biraz bahsedebilir misiniz?

Yakup Hazan: 1983 senesinde girdiğim ilk mimari proje yarışmasını kazandım ve doğal olarak kendi ofisimi açarak profesyonel iş hayatıma başladım. Projenin hazırlanabilmesi için ilk önce Yakup Hazan Mimarlık Atölyesi’ni kurdum. Daha sonra 1993 senesinde Yakup Hazan Mimarlık Ltd.Şti.’ni kurdum. Mimarlık şirketimiz halen faaliyetine devam ediyor. Kuruluşundan bu yana daha çok yarışmalar üzerinden işlerini yapmış bir firmayız. Sekiz tane birinciliğimiz var, 40-45’in üzerinde ödül ve mansiyonumuz var. Bunların yanı sıra, kurumların bize verdiği işlerin tasarlanıp sonuçlandırılması ve ihale yoluyla aldığımız işler var. Ama Yakup Hazan Mimarlık Limited Şirketi, geçmişe baktığımız zaman hep kendini yarışmalar üzerinden ifade etmiş bir mimarlık ofisi olarak duruyor. Bu arada Gazi Üniversitesi’nde yarı zamanlı hocalık yapıyorum. Burada eğitim düşey olduğu için ikinci, üçüncü, dördüncü sınıflar ve diploma projesi de dahil, tüm proje grupları iç içe oluyor ve hepsine giriyorum. Aynı atölyede 2., 3., 4. sınıf öğrenciler bir arada oluyor. Her atölye ayrıca diploma projesi de yaptırıyor. Bu sistem bence iyi. Bunun haricinde diğer üniversiteler jürilere davet ediyorlar. Mimari ve restorasyon proje çalışmalarını da birlikte sürdürüyorum.

PK: Lisansüstü eğitiminizi restorasyon alanında aldınız. Eğitiminiz o alanda olmasına rağmen, sadece restorasyon projesi yapmayıp yarışma alanına da yöneldiniz. Peki aldığınız lisansüstü eğitimin, meslek yaşamınızda ve yaptığınız tasarımlarda nasıl bir etkisi oldu?

YH: ODTÜ Restorasyon Bölümü’nde master yaptıktan sonra bir süre, “Ben neden böyle bir şey yaptım?” diye kendi kendime sordum. Hakikaten bir süre anlamı olmadı benim için. Çünkü akademik çalışmam olmadı. Akademik çalışmak isteyen arkadaşların yüksek lisans yapmaları belki daha doğruydu. Çünkü akademik çalışma yapabilmek için bir eşikti. Ama hem proje üretmeye çalışıp, hem yüksek lisans yapmaya başladığınız zaman bunun nedenini anlayamıyorsunuz. Fakat bir süre sonra bana bu fazlasıyla geri döndü ve restorasyonla ilgili profesyonel işler ortaya çıkmaya başladı. Benim arkadaşlarımın büyük bir kısmı akademisyen oldular, ben de pratik hayatta kaldım.
Akdamar Kilisesi, son zamanlarda yaptığımız önemli restorasyon projelerinden birisi. Van’da Ermeniler’in dünyadaki en önemli yapısıdır. Bir ada içindedir. Hala Anıt Müze olarak kullanılmaya devam ediyor.

Bir diğer restorasyon projesi, İzmir Agora. Dünyanın en büyük Agorası’ydı. Bunun belgelemesini yaptık. Bir rapor hazırladık, arkeologlar o rapor çerçevesinde kazı yaptılar. İzmir’in göbeğindedir burası, İki Çeşmelik’te. Bir Poseidon Heykeli çıktı buradan. Gittim gördüm ben de. Daha sonra Alman bir grup ve Türk arkeologlar bir takım tamamlamalar yapmaya çalıştılar ama şu anda duruyor.

Yaptığımız tasarımlar üzerinde etkisi ise, tarihi bir pencereden bakarak tasarımlara, tarih bilincini taşımasıdır.

Bir diğer projemiz de Urfa Koruma Planı’ydı. Bu kent ölçeğinde yaptığımız koruma planı, önemli projelerden bir tanesiydi. 1986 senesinde Urfa Koruma Planını hazırladık ve uyguladık.

PK: Yaptığınız başka restorasyon ve koruma işleri de var bildiğim kadarıyla.

YH: Son zamanlarda yaptığımız en önemli restorasyon projelerinden bir tanesi Akdamar Kilisesi Rölöve, Restitüsyon ve Restorasyon Projesi. Akdamar Kilisesi için çok uğraştık. Ofisimizin gururla gerçekleştirdiği projelerden bir tanesidir. Şu anda da İstanbul’da bir restorasyon projemiz var. Yerebatan Caddesi’nde Cağaoğlu Hamamı’nın yanındaki Ziraat Bankası’nın restorasyon projelerini yapıyorum. Orayı bir müze ve sanat galerisi haline getirdik.

Fener-Balat Projesi de kentsel dönüşüm kapsamında olmasına karşın eski eser ağırlıklı bir alan içinde olduğu için bu projeden de bahsetmek isterim. Bölge içindeki tarihi tescilli yapıların tamamını koruduk. Yüzeysel olarak değil, kendilerini koruduk. Ölçek olarak, yeni olan fakat burayla uyumlu olan binaları ve anıtsal yapıları da koruduk. Arada kalan, niteliğini yitirmiş ve boş parsellere biz kendimiz tasarım yaptık. Burayı incelemeye başladığımız zaman her şey o kadar iç içeydi ki… Bütün yapılar birbirlerinin içine girmiş, biri diğerinin üstüne geçiyor, birisi arkaya geçiyor. Adeta bir yığıntı söz konusuydu. Bu yapısal durumu koruyalım istedik. Birbirinin içine geçen, birbirinin üzerinde duran, aslında fiziksel ve eylemsel olarak birbirinin içinde duran yapılar yapabilir miyiz diye düşündük. Bununla epey uğraştık. Eski yapılarla bizim yaptığımız yapı arasında bir birliktelik oluşturduk. Arka blokta değeri olan yapı sayısı çok azdı. Bizim yaptığımız şey, sokağın ölçeğini tutan ve bütün bu parçaların üzerine kurulmuş olan, tasarımı birleştiren bir saçak önermekti. Bu saçağı yola kadar indirdik. Saçağı, altında yolun cephesini koruyarak, bütün bu parçaların bir arada durmasını sağlayan bir mimari eleman olarak kullandık. Parçalarla uğraştık, uğraşmaya devam edeceğiz. Ayrıca her bir parçanın restorasyon projelerini de hazırlayacağız. Çok uzun bir süre devam edeceğimizi düşünüyorum. Üç boyutlu bir çalışma. Binalar arasındaki artık alanı, konaklama birimlerinin ortak mekanı, bir müze atrium olarak kullandık. İçinden sur da geçiyor diye tahmin ediyoruz. Surun üstünden geçen, camdan yüzeyler oluşturmaya çalışacağız. Bu cam yüzeyler arka ve ön tarafı birbirine bağlayacak. Müze atrium içinde yatay hareket cam yüzeyler tarafından sağlanacak ve atriumun üzerindeki cam yüzey, mekik biçimindeki ahşap kolonlarla taşıtılıyor. Ayrıca, atriumun içine kolon ormanı koyduk.

PK: Pek çok havaalanı projesi de yapıyorsunuz. Onlardan da bahsedebilir misiniz?

YH: Bu tür büroların uzmanlık alanlarının olması daha doğru belki, ama bizim ülkemizin yapısından da kaynaklanan bir sorun var. Herkes her şeyi yapıyor. Biz Adnan Menderes Havaalanı Dış Hatlar Terminali Yarışması’nı kazandıktan sonra onu uyguladık ve Avrupa Çelik Tasarım Ödülü aldık. Önemli bir yapıydı. Ondan sonra Türkiye’de, iç ve dış hatlar terminalleri olmak üzere dört tane havaalanı yaptık. Bunlardan biri Sivas Havaalanı İç ve Dış Hatlar Terminal Binası, 5 Aralık’ta açılışı yapıldı. Yine 2011 Mart ayı içerisinde Erzincan Havaalanı İç ve Dış Hatlar Terminal Binası ve Kars Havaalanı İç ve Dış Hatlar Terminal Binası’nın açılışı yapılacak. Kars Havaalanı İç ve Dış Hatlar Terminal Binası’nın inşaatı da devam ediyor. Yani Türkiye’de beş tane havaalanı tasarladık ve uygulandı. Kendimi şanslı hissediyorum. 1998 yılında DHMİ Genel Müdürlüğü tarafından dış hatlar terminallerinin yapımı için bir çalışma başlatılmıştı. Mimari projelerini elde edebilmek için serbest, ulusal ve tek kademeli yarışmalar açıldı. Bu yarışmalara ben de katıldım. İzmir Adnan Menderes Havalimanı Dış Hatlar Terminali Yarışması’nda 1.lik ödülü, Ankara Esenboğa Havalimanı İç-Dış Hatlar Terminali Yarışması’nda 2.lik ödülü, Dalaman Havalimanı Dış Hatlar Terminali Yarışması’nda ise 3.lük ödülü aldım.

PK: Tasarladığınız projelerin uygulama projelerini de siz yapıyorsunuz. Projeler böyle farklı şehirlerde olunca hayatınız büyük bir koşuşturmayla geçiyor olmalı. Bütün işleri bir arada nasıl yürütüyorsunuz?

YH: Bu bir ekip meselesi. Bir kişinin altından kalkabileceği işler değil. Benimle beraber çalışan mimar arkadaşlarım ve profesyonel asistanım var. Yoksa ben bunu yürütemem. Tasarım, kesin proje, uygulama projesi, detay projeler ve kontrollükleri yapıyoruz. Şirketimizin yaptığı işlerden kaynaklanan arşiv var. Her projenin kendine ait özelliklerini yakalamaya çalışırız. Gelen arkadaşlar da kısa sürede adapte oluyorlar, yani biraz da fazla çaba göstererek, zamanınızın aşağı yukarı tamamını buraya harcayarak, bu işlerin altından kalkıyorsunuz.

PK: Projenin tek yapı oluşu ya da büyük ölçekli oluşu projeye yaklaşımınızı ve çalışma yönteminizi nasıl etkiliyor?

YH: Projenin konusu, programı, büyüklüğü bizim oluşturacağımız ekibi etkiliyor. Atölyemizde teknik grup, idari grup, stajyer grup ve danışmanlar olmak üzere yapılanmaya gitmiş durumdayız. İş potansiyeline göre idari grubu yeniden biçimlendiriyoruz. Ofiste oluşturduğumuz çekirdek bir kadro var. Yeni bir iş daha alırsak, o çekirdek kadrodan birkaç kişi oraya geçiyor. Ondan sonra yeni bir yapılanmaya gidiyoruz. İki tane büyük iş olursa, mutlaka iki tane ayrı grup çalışıyor. Mesela yazın yarışmalar yaptık, stajyer arkadaşlar da vardı. Yarışmaları onlarla götürdük. Profesyonel ekip, daha çok uygulama projeleriyle ilgilendi. İki aşamalı Dış İşleri Bakanlığı Yarışması’ndan mansiyon aldık. Yani mutlaka işe göre bir ekip oluşturuyoruz. Restorasyona yönelik bir proje ise, benimle beraber uzman kişilerden oluşan birkaç kişi oluyor. Dışarıdan destek alırken de yine uzman kurum ve kuruluşlarla çalışıyoruz. Mesela İstanbul’da yaptığımız Ziraat Bankası – Cağaloğlu Müze işinde, İTÜ’den profesör bir mimar eşliğinde bir grupla güçlendirme işlerini yaptık. Deneyimli oldukları için, İstanbul Modern’in mekanik ve tesisatını yapan gruplarla ve malzeme analizleri için de KUDEP’le çalıştık. Mesela o bina çok küçüktür ama biz onu çok önemsedik. Bu yüzden orada da bu destekleri alarak, o ekibi İstanbul’dan kurduk. Bu şekilde daha sağlıklı olduğuna inanıyorum. Ankara’dan da kurabilirdik ama İstanbul’daki refleksleri ve birikimi, oradaki ekiplerin biraz daha iyi bileceğini düşünürek böyle bir çalışma yaptık ve çok iyi sonuçlar verdi.

PK: Mimari proje yarışmalarına jüri olarak da katılıyorsunuz. Peki bir işin yarışma projesi ya da uygulama projesi olması çalışmanızı nasıl etkiliyor?

YH: Hazırlanan projenin yarışma ya da uygulama projesi olması bizim için fark etmiyor, çünkü biz tasarım yapıyoruz. Ben öyle görüyorum. Tasarım ofisi, tasarım atölyesi, benim atölyem. O yüzden bizler tasarım yapıyoruz. Bunun yarışması da olabilir, proje teklifleri de olabilir, ısmarlanmış herhangi bir proje de olabilir.

PK: Ankara ve İstanbul’daki mimarlık ortamlarını karşılaştıracak olursanız nasıl bir değerlendirme yaparsınız? Ankara’daki mimarlık ofislerinde genelde yarışma projelerine yönelme var diyebilir miyiz?

YH: Dünyadaki her kent gibi Ankara’nın da kendine ait bir özelliği var. Ankara başkent ve aynı zamanda memur kenti. Bu yüzden biraz daha sakin. Mesela gece hayatı çok fazla yok. Sosyal hayat sakin ama politika gündemi yoğun Ankara’da; bu da burada yaşayan herkesi bir şekilde etkiliyor. Beni de etkiledi tabii. Ankara, yaptığım işlerde beni bir çerçeveye soktu. Çünkü kendisi öyle; ciddi bir pencereden bakıyor. Ankara’da devlet var. Devletin olması bize bir takım ihalelere girme fırsatı veriyor. Fakat bunlar az sayıda ve sınırlı, özel sektör İstanbul’da. Doğal olarak burada mecburen yarışmalara girip, yarışma yoluyla iş almaya çalışıyoruz. Bana göre bu süreç böyle gelişiyor. Şehirlerin kendi özelliklerinden diyebiliriz.

PK: Yurtdışında projeleriniz var mı? Uluslararası yarışmalara giriyor musunuz?

YH: Uluslararası yarışmalara bir ara sıkça girdik. Mesela, Mısır Giza’daki yarışmaya katıldık. Ödül alamadık ama projemiz kitapçıkta yayınlandı. Öyle bir başarısı vardı. Türkiye’den birkaç proje daha vardı yayınlanan. Mısır Giza (The Grand Museum Of Egypt) Uluslararası Yarışması, İskenderiye Kütüphanesi (Bibliotheca Alexandra) Uluslararası Yarışması’ na girdik. Kore’de bir anıt yarışması vardı, ona da hazırlanmıştık. Arnavutluk Kuçeve Havaalanı idari tesisleri ve kule binası yaptık ve uygulandı.

PK: Eklemek istediğiniz bir şey var mı?

YH: Akdamar Kilisesi’yle ilgili bir şeyler eklemek istiyorum. Akdamar Kilisesi’nde, üç restorasyon uzmanı ve üç mimar olmak üzere altı kişi, bir buçuk sene boyunca çalıştık. Eski eser işi o kadar kolay değil. Projeyi yapıyorsunuz, koruma kurulundan geçirmeniz lazım, geçmediği sürece hiçbir anlamı yok. Projemizi kurullardan geçirdik. O tür binalarda ölçümü başkasına yaptıramazsınız. Proje müellifleri mutlaka araziye gider, elini sürer ve duygusal bir bağ kurar o binayla. Başka türlü olabileceğine inanmıyorum zaten. Dört ay, orada oldukça zor şartlarda kaldık. Takalara binip giderdik ve akşam dönecek taka bulamazdık. Özel ufak gemilerden tutardık gelmezdi, kaç kez adada kaldığımızı hatırlayamıyorum. Yani çok zahmetli şekilde uğraştık ve projemizi kuruldan da geçirdik. Proje uygulanmaya başlandı ve doğal olarak bir inşaat firması devreye girdi. O arada, sanırım Kültür Bakanlığı’nın bir politikası idi, yapı Ermeni Kilisesi olduğu için, ekipte en azından kontrolluk sırasında Ermeni bir mimarın da bulunması istendi. Çok doğru bir karardı. Böylece İstanbul’da yaşayan Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı bir Ermeni meslektaşımız kontrolluk için ekibe katıldı. Ben onu sadece bir kere şantiyede gördüm. Fakat benim asıl söylemek istediğim şey şu; bu beyi, hep bu projenin mimarı olarak gösterdiler. Bu çok acı bir şeydi. Biz mimarlar olarak tepkimizi koymamıza rağmen bütün gazeteler sanki projeyi o yapmış gibi gösterdi. O da sağolsun, her seferinde “Hayır, projeyi ben yapmadım, Yakup Hazan yaptı,” dedi. Bizim Akdamar Kilisesi ile ilgili çalışmamız böyle süreçlerden geçti ve bu da bizi çok üzdü. Fakat son zamanlarda, aldığımız tepkileri ve basındaki yorumları dikkate aldığımızda sonucunun çok iyi olduğunu söyleyebilirim.

PK: Çok teşekkür ederiz.

YH: Ben teşekkür ederim.

Etiketler

Bir yanıt yazın