David Harvey ile Kentsel Dönüşüm ve Mücadele Üzerine

Bilgi Üniversitesi Mimarlık Fakültesi öğretim üyelerinden Can Altay, konferans vermek için Türkiye'ye gelen ünlü İngiliz coğrafyacı, siyasal iktisatçı, sosyal kuramcı ve aktivist David Harvey ile Arkitera için bir söyleşi yaptı.

Can Altay: Kentsel dönüşüm, kentsel mücadele ve toplumsal örgütlenme ile ilgili 3 sorum olacak. İlk sorum, adaletsizce yürüyen kentsel dönüşüm süreçlerine karşı direnme ve mücadele ile ilgili. Bu mücadele ve direniş, genelde koruma söylemlerine bağlanıyor ve mevcut durumun, yerin ya da bir sinema binasının çoğu zaman yerel yönetimlerin de iştirakçı olduğu neoliberal canavara karşı korumak üzerine kurgulanıyor. Ancak en nihayetinde tüm direnişin temelinde koruma fikri var. Acaba bu fikrin ötesinde, sosyal olarak daha adil ve yaşayanların da dahil edildiği dönüşüm süreçleri düşünebilir miyiz? Böyle alternatif dönüşüm süreçlerini hayal edebilmek için ne gibi araçlar kullanılabilir?

David Harvey: Çoğu insan düşük hayat standartlarına sahip de olsa bu dengeyi bozabilecek şeylere karşı tepki gösterir ve mevcut durumunu korumaya çalışır, bu son derece anlaşılır bir tepkidir. Fakat bence asıl gerçekleşmesi gereken, ki bunun tekrar gerçekleşmeye başladığını görüyoruz, insanların kendilerini daha özgür kılıp sadece direnmeye değil önermeye başlayabilmeleridir. Daha farklı bir kent yaşamı, farklı bir güvenlik anlayışı, gelişmiş bir eğitim, iyileştirilmiş konut ve iş olanakları ile farklı bir dönüşümü talep edebilme özgürlükleri olmalıdır. Herhangi bir kentsel mücadeleyi, kenti şimdikinden farklı bir yer olarak hayal eden politik bir programın arka planıyla bağdaştırmak çok önemli. Sonuçta şehirler mükemmel olsaydı, zorunlu yerinden edilmeler, yer değiştirmeler, okulların kapatılması gibi uğruna mücadele edecek hiçbir şey zaten olmazdı. Bu doğrultuda, dikkat çekmek istediğim iki temel anlayış var. Birincisi neo-liberal projeyi başa sarıp, bu projenin kentsel formunun özellikle talancı, şiddetli, haksız ve adaletsiz olduğunu görmektir. Ama bu beraberinde başka bir soru getiriyor o da, neo-liberal olmayan bir alternatif kapitalizm mümkünse bile bunun neye benzeyeceği ve uğrunda savaşmaya değip değmeyeceği sorusu. Öte yandan ikinci anlayış, kapitalizm altında deneyimlediğimiz her şeye tümden alternatif olabilecek koşullar üzerine düşünmeyi getiriyor. Bu anlayışlara paralel olarak kent pratiklerinde de tamamen alternatif olan bir öneri düşünmeye başlıyorsunuz.

CA: Sanırım siz bu ikinci anlayış üzerinden konumlandırıyorsunuz kendinizi?

DH: İkinci anlayışın önereceği yolu benimsemek için çok iyi sebeplerimizin olduğunu düşünüyorum ama birçok insanın bu konuda benimle aynı fikirde olmamalarını da çok iyi anlıyorum. İlk anlayışı benimseyenlerle de beraber hareket ediyor, böyle projeleri destekliyorum çünkü bunların aslında daha büyük bir yolda ilk adımlar olabilecekleri kanısındayım.

CA: Kentleşmesinin büyük kısmının kökeni “enformel” süreçlere dayalı olan İstanbul gibi şehirlerde, kayıtdışı ya da resmi olmayan strüktürlerin bu kadar geniş bir ölçekte geçmişlerinin olması toplumsal ve mekansal örgütlenme açısından fırsatlar ya da engeller arz ediyor mu? Örneğin İngiliz işçi sınıfının ya da daha güncel olarak Batı’daki göçmen sınıfların örgütlenmesiyle kıyaslanabilir bir yapı sunabilir mi?

DH: Aslında engellerinden biraz bahsedebilirim. Bu tür oluşumların tarihine bakarsak çok olumlu yanları var. Özellikle bu koşullar bir şekilde mekanları özgürleştirerek insanların kentsel çevreye taşınmasını sağlayabilmiş. Eğer bu süreçler olmasaydı ev fiyatları çok yüksek olduğundan ya da toprağa ulaşma şansı olmadığından nüfus kentte var olamazdı. Bu yüzden böyle hareketlerin olumlu bir yanı var. Buradaki negatif durum insanların içine taşındığı sosyal-hukuki çerçevenin bireyciliği ön plana çıkartarak bireysel mülk haklarını gerek kanuni gerek toplumsal olarak vurgulamış olmasında. Bu sahiplenici ve bireyci bir sosyal düzenin inşaasına başlıyorsunuz demek. Sahiplenici bireycilik çok iyi bir değer değil. Hele ki kentsel alanlarda alternatif bir siyasi ve toplumsal yaşam inşa etmekle ilgileniyorsak. Dolayısıyla bence doğan güçlüklerden biri bu enformel hareketlerin kollektif bir amacı olup olmamasında yatıyor. Bildiğim kadarıyla başta hepsinin böyle bir amacı vardı. Ama sonra farklılaşıyor, biçimsizleşiyorlar. Bunu İsrail’deki Kibbutz’larda da görebiliriz. Kollektif bir form olarak başladığı, daha sonra para ve güç tarafından yön değiştirdiği ve sosyalizmden çıkıp sahiplenici bireyciliğe ve başka türlü bir siyasete dönüştüğünü biliyoruz. Enformel oluşumlardaki tehlike ve güçlükte burada yatıyor. Dolayısıyla bence enformel aktivitenin yoğun olduğu kentlerde en önemli görevlerden biri başlangıçtaki kollektif bilincin korunabilmesi, dayanışma ve aidiyetin iyileştirilmesidir.

CA: Bu söyledikleriniz burası için de geçerli. Bir arada kente taşınma hareketini içeren gecekondular zaman içinde arsa paylaşmaları, tapu dağıtımındaki dengesizlikler ve türlü eşitliksiz içeren süreçlere tabi oldu, kimi bölgeler tamamen yapılaştı, kimisi ise şu anda oldukça zor durumda. İstanbul Bilgi Üniversitesi Mimarlık Fakültesi’ndeki konuşmanızın sonlarına doğru antikapitalist bir kentin neye benzeyeceğine ve nasıl görüneceğine dair bir soru sordunuz. Benim de son sorum bunun üzerine. Ütopyalar üzerine olan çalışmanız “Umut Mekanları”nın da Türkçe çevirisinin yayınlanmasından yola çıkarak, merak ediyorum: Bu soruda biraz ütopyacılık var mı, varsa bu sıfırdan inşa edilecek bir şehrin hayali mi, ütopyaların hala mümkün olduğunu düşünüyor musunuz?

DH: Ütopya kavramı olmadan yapabileceğimizi sanmıyorum. Çoğu ütopya projesine olan itirazım, onların çok statik olması ve bizim de onları çok statik öneriler olarak görmemiz üzerine. Ben her zaman dinamik bir ütopya düşünmeyi seviyorum. Benim yazılarımda, sürekli gelişen, diyalektik bir ütopyacılığı hayal etmek vardır. Sürekli hareket halinde olan, yeni karşılaşma ve yüzleşme biçimlerini barındıran, yeni kültürel formların doğduğu, yeni hayat biçimlerine izin veren şehirler, anlıyor musun? Aslında, filozof Alfred North Whitehead’in çok sevdiğim sözlerinden biri var bununla ilgili. “Doğa yeniliğin aralıksız keşfindedir!” Bence insanlar da böyle, aralıksız olarak yeniliğin ve özgünlüğün peşindeyiz. Yani ideal bir şehir düşünecek olursak, bu şehir aralıksız olarak onu yeniden keşfetmeye ve üretmeye devam etmemize izin verecek bir şehir olmalı. Ve buna illa uyum içerisinde yaşanan bir ortamı dahil etmiyorum. Bilakis, çatışmaları anlaşmazlıkları barındırmalı. Zira uyum içinde, topyekün dayanışmacı, armoni içeren toplumlar dayatan ütopyaları da fazlasıyla sıkıcı buluyorum.

Bir keresinde Philadelphia Presbiteryan baş rahibi tarafından bir konferansa çağrılmıştım. Bu konu üzerine konuşuyorum ve etrafta bütün ilahiyatçılar var. Hristiyanlığın en büyük problemlerinden biri cennet kavramı. “O kadar sıkıcı ki kimse gitmek istemiyor,” dedim. Buna baya gülmüştük beraber. Öyle bir yer hayal edelim ki diyalektik bir cennet düşüncesi ve bu ilahi tarlalarla kaplı pasifçe vakit öldürdüğümüz bir yer olmaktansa, çalışabildiğimiz, değiştirebildiğimiz, yeniliğe özgünlüğe tamamen dahil olunan bir şehir olsun dedim. Yani ben dinamik bir ütopya konsepti oluşturmak istedim. Tarihte üretilenlere baktığımızda çoğu statik. Sonuç olarak statik olan bu konseptleri pratiğe döktüğünüzde son derece otoriter mekanlar oluşuyor. Ve bu bence kaçınılması gereken bir şey.

CA: Çok teşekkürler, benim size sormak istediklerim bu kadar. Sizin bana bir sorunuz varsa alabilirim.

DH: Evet var, ne yapacağız? Dünyanın sorunlarını nasıl çözeceğiz!? Bana sürekli bu sorular soruluyor…

CA: Bence ufak ufak başlamakla ilgili söyledikleriniz çok ilham vericiydi. Keskin hatlarla çizilmiş mutlak bir gelecekten ziyade farklı dertlere sahip ama benzer hedefler için hareket eden grupların birbirinden haberdar olarak ve birbirlerini destekleyerek ilerlemeleri ve kentin başka türlü kurgulanabileceğine dair operasyonel ve örnek teşkil edebilecek adımların atılması gerekiyor. Kent mekanı sadece fiziksel bir olgu değil, içindeki çatışmalarıyla ortaklıklarıyla beraber düşünmek ve direnmekten önermeye doğru harekete geçmek için fazla beklememek lazım sanırım. Sorularımı cevapladığınız için tekrar teşekkürler.

Etiketler

Bir yanıt yazın