“Kentsel Tasarım ve Uygulamalar Sempozyumu diyebilirim ki dünyada kentsel tasarım konusunda sürekliliği olan bilimsel toplantılardan bir tanesi”

MSGSÜ Şehir ve Bölge Planlama Bölümü Başkanı Prof.Dr. Aykut Karaman ve Öğretim Üyesi Doç.Dr. Gülşen Özaydın ile 15. Uluslararası Kentsel Tasarım ve Uygulamalar Sempozyumu üzerine bir söyleşi gerçekleştirdik.

Pınar Gökbayrak: İlk olarak genel bir bilgi alalım sizden. Bu yıl Onbeşincisi düzenlenen Kentsel Tasarım Sempozyumu’nun temel amaçları ve hedef kitlesi nedir?

Aykut Karaman: Çağrı formunda da görüldüğü gibi, bu sene 15. Kentsel Tasarım ve Uygulamalar Sempozyumu yapıyoruz. Her 5 yılda da bir kongre yaptığımız için bu 3. Kongre oluyor. Kentsel Tasarım ve Uygulamalar Sempozyumu diyebilirim ki dünyada kentsel tasarım konusunda sürekliliği olan bilimsel toplantılardan bir tanesi. Bildiğiniz üzere kentsel tasarım, 1950’lerde ilk defa Harvard’da kavram ve eğitim olarak verilmeye başlayan bir disiplin. Disiplin olarak oluşmasından bu yana kentsel tasarıma yönelik çeşitli kurumlar, kuruluşlar ve gruplar bu konuda çeşitli bilimsel toplantılar, bilgi alışverişi yapıyorlar. Bunların çeşitli isimleri var; urban design group gibi çeşitli isimler altında toplantılar. Bunlar ya 2 senede bir ya da bazen atlayarak yapılan toplantılar. Fakat, benim bildiğim kadarıyla bu bizim yaptığımız dünyada sürekli olan tek bilimsel toplantılar dizisi.

Bu sene konuya dikkat ederseniz biraz karşıtlıkla ifade edilen bir teması var. Değişimde Kentsel Tasarım – Kentsel Tasarımda Değişim. Bu temanın seçilmesinin sebebi şu; demin de söylediğim gibi sempozyumun onbeşincisini ve kongrenin üçüncüsünü yapıyoruz. Yani son 15 yılda dünyada birçok şey değişti. Bu değişimler kentsel tasarıma da yansıdı ve büyük ölçüde sempozyumda bunlar tartışılacak. Bu değişimler kentsel tasarıma hangi açıdan yansıdı? Kentsel tasarımın ele alınış biçimine mi yansıdı? Yoksa kentlerin planlanması yeni anlayışlarla ele alınmaya başladığı için bu dolaylı ya da dolaysız kentsel tasarımın ele alış biçimine mi yansıdı? Gibi sorular şimdiden herkesin kafasında var. Bunun için sorulara açıklık getirmek değil de soruları tartışma adına böyle bir tema belirledik.

Sosyolojik açıdan çok şey değişti; bilgi toplumu diyoruz, bu bilgi toplumu olma dünyaya bakışı da değiştirdi, insanların davranışını değiştirdi, giderek kentler bu bilgi toplumu olma özelliğinden kaynaklanan yeni roller üstlenmeye başladı. Bütün dikkatler kentin üzerine yoğunlaşmaya başladı.

Bunlar önemli değişmeler; küreselleşme gibi bir değişim, yeni kavramların disiplinlerde yer alması, örneğin sürdürülebilir değişme gibi bir kavramın planlamada ve her alanda konuşulur hale gelmesi kentleri de ilgilendiren bir konu olarak kentlerin sürekli ön plana çıkmasına neden oldu. Özellikle küreselleşmenin getirdiği bir olgu olarak kentler üzerinde yoğunlaşıldı. Ekonomik açıdan, sosyal açıdan, planlamanın yeniden kendisine vereceği tepki açısından hep kent odaklı tartışmalar ön plana çıkmaya başladı.

Dolayısıyla bu tür dinamikler, değişimler, gayet tabiki kentsel tasarımın geleneksel rollerini de etkilemiş olabilir diye düşündük. Geleneksel olarak kentsel tasarım kente geçmişteki haliyle bakarken bugün görselleşmenin getirdiği o yarışmacı kapasiteleri, yarışmacılığa soyunan özellikleri nedeniyle kentsel tasarım kente başka türlü bakmaya başlamış olabilir düşüncesi hakim.

Temadaki ikinci ifade; “kentsel tasarımda değişim” dediğimiz zaman da aynı soruları gündeme getiriyor. Bütün bu değişimler, genel anlamda dünyadaki değişim, dolaylı olarak da kentsel tasarımda bir değişimi gündeme getiriyor. Kentsel tasarımın misyonu hangi alanlarda ise o alanlarda zaten değişim olduğu hissediliyor. Dolayısıyla kentsel tasarıma bu açıyla bakarken belki kendi kendisini de sorgulayan, yenileyen yeni araçlar, yöntemler getiren, kente bakış açısını değiştiren bir durumla karşı karşıya kalmış olabilir düşüncesiyle böyle bir tema seçildi.

Bu, aynı zamanda 15 yılda salt bu dünyadaki değişimlerin kentsel tasarıma yansımasını sorgulamak veya irdelemek değil, aynı zamanda bizim şimdiye kadar dünyada sürekli olan bir sempozyumlar dizisi olarak, şimdiye kadar söylediklerimizden bizlerin de farklı şeyler söylemeye başlaması, dolayısıyla bu son 15 yılın bir değerlendirilmesi, irdenelenmesi niteliğinde oluyor.

Hedef kitlemiz, her sempozyumda akademisyenler, öğrenciler, kentsel tasarımla dolaylı veya doğrudan ilişkili her türlü kurum ve kuruluşlar, belediyeler, belediyede çalışan plancılar, mimarlar, peyzajcılar, meslek odaları, mimarlar odası, plancılar odası, peyzaj mimarları odası ve bu mesleğin içinde olan insanlar. Bunun dışında kentsel tasarımda ekip çalışmasında yer alan bir takım meslek grupları var; harita mühendisleri, inşaat mühendisleri, ekonomistler, sosyologlar, hukukçular, onlar da bizim hedef kitlemiz arasında yer alıyor.

PG: Kentsel tasarım belediyeyle çok iç içe yürüyen, yürümek zorunda olan bir alan aslında. Belediyelerin bu tür sempozyumlara yaklaşımı nasıl? Ya da bu tarz yeniliklere ne kadar açıklar?

AK: Son 10 yılda belediyelerin çok pozitif bir şekilde kentsel tasarıma yaklaşmaya başladıklarını, kentsel tasarımı duyup, anlayıp böyle bir şeye ihtiyaç duymaya başladıklarını gözlemledik. Bu çok olumlu bir şey, yani kentlerin gelişmesi adına, ayrıca Türkiye’nin yaşam kalitesinin gelişmesi adına çok olumlu bir şey. Belediyelerin bu işe sahip çıkması, çok yavaş giden ama ümit verici şekilde tepkiler aldığımız bir durum. Örneğin Anakent Büyükşehir Belediyesi son 3 sene içinde Kentsel Tasarım Dairesi Müdürlüğü açtı.

Gülşen Özaydın: Projeler Daire Başkanlığı’na bağlı bir müdürlük..

AK: Onun ötesinde İzmir’de, Bursa’da, Eskişehir’de ve birçok büyükşehir belediyesi statüsünde olan ya da küçük şehir belediyelerinde kentsel tasarıma yönelik hem söylem geliştirdiklerini gözlüyoruz, hem de bu konuda sürekli olarak bize ve profesyonel ortama başvurduklarını görüyoruz. “Bizim kentimizde şöyle bir kentsel tasarım sorunu var, sizin uzmanlığınızda nasıl çözeriz, ne yapmamız lazım, yarışma mı yapalım, yoksa bunun yöntemi nedir?” gibi çok talep var. Belediyeler ve profesyonel ortam tarafından, hatta işverenler tarafından artan bir ilgi ve bunun gerekliliğini anlama gibi bir durumla karşı karşıyayız.

Biliyorsunuz eskiden, mimarlara da inşaat mühendisi diyorlardı. Herkes, giderek artık mimarlığın başka bir meslek, mühendisliğin başka bir meslek olduğunu farkettiği gibi, bizim toplum, kentsel tasarımın da ayrı bir disiplin ve gerek kentin gelişme dinamiğinde önemli bir araç, gerekse önemli rolü olan bir formasyon olarak önemini kavramış durumda.

PG: Yani artık nitelikli kentsel çevre konusunda daha bilinçliyiz.

AK: Daha bilinçli bir grup ve düşünce ortamları var. Bunlar, bu konunun uzmanlarını aramaya, bu konuya ilişkin bilgi edinmeye yönelik girişimlerde bulunmaya başladılar. Bizden kitaplar istiyorlar, zaman zaman araştırma için danışmanlık bazında üniversiteye başvuruyorlar. Örneğin Cuma günü Büyükşehir Belediyesi’nden bir grup geldi ve bir toplantı yaptık, yani artık böyle bir talep var.

PG: Sempozyuma dönecek olursak, bu senenin programı nasıl oluşturuldu? Katılımcıların profilleri nelerdir?

AK: Bu sene, başlığın da bize dikte ettiği üzere olabildiğince çok yaygın bir katılım olmasını sağlamak için yutiçi – yurtdışında ilişkide olduğumuz bütün bu konuda söz sahibi olan isimleri davet etmeyi ön plana aldık. Listede gördüğünüz gibi çok sayıda isim var, gerçekten bu isimler bu konuda yazmış, çizmiş, uygulamış insanlar. Çoğu akademisyen ama uygulama deneyimleri de çok yüksek ve kentsel tasarımda uygulama yapmış olmak çok önemli. Türkiye’den de aynı şekilde üniversiteler bazında bu konuda eğitim veren bölümleri çağırdık. Bu konuda sürekli bize her sene katılan kişilerin yanısıra, başka yeni isimleri davet ettik. Odalardan meslek kuruluşlarından, profesyonel ortamdan insanlara da gönderdik çağrı formlarını. Olabildiğince bu işi yaygınlaştırma ve üçüncü kongre olduğu için her aktörün, kentsel tasarımda rol alan her kişi ve kurumun yeni şeyler söylemesini sağlama amaçlı herkesin katılmasını hedefledik.

Bunda ne kadar başarılı olduk? Program oldukça zengin, 50 kişinin üzerinde katılım var. İşin başarısını, bu üç gün boyunca yapılacak tartışmalar söyleyecek, yeni söylemlerin varlığını veya yokluğunu o zaman görmüş olacağız. Zaten amacı da o, bu değişim içinde kentsel tasarım ne durumda kendisi nasıl bir değişim içinde onu göreceğiz.

Rabia Alga: Steering Committee adı altında bir Düzenleme Komitesi’nden bahsediliyor. Bununla ilgili kısa bir bilgi alabilir miyiz?

AK: İyi bir noktaya değindiniz. Bundan 3-4 sene önce bir Steering Committee oluştu. 2001 yılında yine uluslararası bir toplantı düzenlemiştik. Onu düzenlerken yurtdışında çağırdığımız birçok insan vardı. Dedik ki; yurtdışından ve yurtiçinden bu kadar insan çağırıyoruz, biz bunu giderek steering, yani sabit bir komite haline getirelim. O insanlar bilimsel komitede yer alsınlar, zaman zaman bilgi alışverişinde bulunalım düşüncesiyle böyle bir komite oluşturduk. O komiteyle olan ilişkilerimiz devam ediyor. Neden tekrar isim olarak yok derseniz çoğu burda var ancak burada bir protokol gibi, düzenleme aşamasında, hem de olabildiğince katılım aşamasında yardımcı olacak bir sabit komite niteliğinde olarak yer alıyor. O isimler programda yer alıyor. Ama her sene düzenlediğimiz toplantı için oluşturduğumuz bilimsel komitede olabildiğince Türkiye genelinde bu konudaki uzmanları da harekete geçirmek istiyoruz.

Steering Committee’yi nasıl olsa artık sabit ve her zaman bize yardıma hazır olan bir grup olarak algılıyoruz. Nitekim de öyle. Burada her sene dediğim gibi bilimsel komitede ufak tefek değişiklikler, yenilikler yapıyoruz. Yani yeni isimler oluşabiliyor. 15 senede hep aynı isimler bilimsel komitede olamayacağı için bazı kurumlar yeni departmanlar da açmış olabiliyor. Örneğin İzmir Yüksek Teknoloji Enstitüsü kentsel tasarım eğitimi vermeye başladı. Bazı isimleri destek olarak onlardan alıyoruz olarak. Danışma kurulu gördüğünüz gibi yine o Steering Committee’ den isimleri içeriyor.

RA: Peki Sempozyuma yurtdışından birçok uzman çağırılıyor. Bunları ne şekilde çağırıyorsunuz? Kendi başvuruları mı değerlendiriliyor? Yoksa bu Steering Committee tarafından mı belirleniyor?

AK: Başvuruları iki türlü yapıyoruz. Birincisi, yurtiçinden ve yurtdışından bu konuda isim olmuş kişileri hedefliyoruz, onları doğrudan davet ediyoruz. Bu konuda gerçekten yazmış, teorik açıdan çok sayıda bildirisi veya kitapları olan insanlar, akademisyenler. Bunları hedefliyoruz, davet ediyoruz, yeri geldiğinde bu çağrı formlarını dünyadaki bu mailing list’e gönderiyoruz. Oradan başvurular oluyor. Kendisi doğrudan geliyor. Yani iki türlü katılım var; bir davetli olan var bir de çağrı formundan bilgiyi duyup gelenler.

RA: Peki Steering Committee’nin başvuranları seçmede bir etkisi oluyor mu? Her başvuran kabul ediliyor mu?

AK: Hayır. Davet ettiklerimize komite olarak biz hep beraber karar veriyoruz. Dolayısıyla orada sorun yok. Diyelim bu konuda kitap yazmış doktora tezini bu konuda yapmış, ülkesinde doçent olan birini çağırıyoruz. Bildiri gönderenler ise, özet gönderiyorlar, onu bilimsel komite değerlendiriyor. O değerlendirmenin ışığında kabul veya reddediyoruz bildirileri. Mesela Mısır’dan, Ürdün’den, Brezilya’dan, Avrupa’dan, Amerika’dan çok sayıda davetli olanlar var.

RA: 2001 yılındaki sempozyuma geri dönmek istiyorum. Çünkü internette de araştırma yaparken en çok 2001 yılındaki bildiriler karşımıza çıkıyor. Uluslararası bir sempozyuma 2001 yılında mı dönüştü bu toplantılar?

AK: Başından beri yabancı katılım olan bir sempozyum bu. Fakat giderek yabancı sayısı artmaya başlayınca, resmi olarak 2001 yılında ve Steering Committee’nin oluşmasıyla uluslararası bir sempozyum oldu.

RA: 2001 yılındaki bu ilk uluslararası sempozyumda konu, “Küreselleşme Sürecinde Kentsel Tasarım ve Yerel Özellikler” idi. Siz de az önce bahsettiniz küreselleşme konusundan. Öncelikle, uluslararası sempozyum olmaya karar verdikten sonra mı küreselleşme konusunu ele aldınız yoksa küreselleşme konusundan sonra mı sempozyumu uluslararası bir sempozyuma dönüştürmeye karar verdiniz?

AK: Küreselleşme olgusunun bu kararımıza etkisi yok. Uluslararası olma isteğimiz başından beri vardı. Yani sempozyumun başından beri yabancı bir takım kurumlarla, özellikle kişilerle ilişkimiz vardı. Örneğin, Oxford Üniversitesi’nden Urban Design Programı’nın direktörü, ilk sempozyumdan beri geldi bize, onun yanısıra başkaları geldi; İspanyollar, Portekizliler, Hollandalılar. Sürekli değişiyor. Onların ışığında bunu yapma isteğimiz ondan kaynaklandı.Yani bizde her zaman “İstanbul, kentsel tasarım açısından, kaynak açısından çok zenginliği olan bir şehir” düşüncesi hakimdi. O düşüncenin içinde dedik ki neden İstanbul dünyada bir kentsel tasarım merkezi olmasın.

RA: O zaman sempozyumun uluslararası olmasında İstanbul bir araçtı.

AK: Evet sempozyum da bunun bir aracı haline geldi.

RA: Uluslarası bir sempozyum olma niteliği taşıdıktan sonra katılımda niceliksel ya da niteliksel bir fark oldu mu? Sonuçları açısından ne gibi artılar getirdi?

AK: Valla başından beri standartı, kalitesi üst düzeyde olan bir sempozyumdu. Ben, bunu dünyada birçok sempozyuma katılmış bir insan olarak söylüyorum. Kendi kısıtlı olanaklarımızla üst düzeyde böyle bir bilimsel toplantıyı başından beri aynı çizgide götürüyoruz. Yabancı katılım var veya yok bu hiç önemli değil, çünkü biz öyle bir kalite ve standart oluşturduk ki yabancılar da tercih eder hale geldi. Çünkü dediğim gibi kentsel tasarım çok tartışılan bir disiplin. Mimarlar bu bizim alanımız, plancılar yok bizim alanımız diyordu geçmişte. O yüzden farklı tarafa çekilen ve misyonu açısından hala çeşitli platformlarda tartışılan bu sorun. Yabancı ülkelerde de gruplar var ancak bunu sürekli kılamadılar bizim gibi.
Uluslararası olması, yani yabancı katılımın olması tabiki kaliteyi artırıyor. Görüşlerin zenginleşmesine katkısı oluyor. Ama başından beri kendi kalite ve çizgisini korudu ve hep korumaya da devam edecek.

PG: Peki bu 15 yılllık süreci değerlendirirseniz genel olarak hem sempozyumların sürekliliği, hem de 15 yıldır Türkiye’deki kentsel tasarım anlayışı olarak nasıl bir değerlendirme yaparsınız?

AK: 15 yıllık süre içinde kurum olarak, bu konuda en iyi eğitimi veren, en güçlü kadrosu olan kurum imajımızı bir kere daha tescil ettirmiş olduk. İkincisi, öğrencilerimize yüksek lisans düzeyinde kentsel tasarım eğitimi veriyoruz. Hem öğrencilere hem katılımcılara paralel bir kentsel tasarım eğitimi veriyoruz sempozyum aracılığıyla. O açıdan bu sempozyum işlevini yerine getirmiş oluyor. Sempozyum sonucu ortaya çıkan kitapların yaygın bir şekilde meslek odalarına, kişilere, üniversite kütüphanelerine, öğrencilere dağıtılması aracılığıyla burada tartışılan bilgiler daha da yaygınlaşmış oluyor.
Kentsel tasarımın tartışılan misyonunun da herkes tarafından anlaşılıp yerine oturmasına yardımcı oluyor. Yani hem bilimsel, hem profesyonel hayata bu sempozyumun katkısı ve yararı var.

GÖ: Son söylediğiniz şey bence çok önemli, çünkü bu konuda üzerinde uzlaşılmayan çok farklı söylemler var. O nedenle bu sempozyum sonunda ortaya çıkan kitaplar da bu farklı söylemlerin bir arada toplandığı, bir bakıma “Kentsel tasarıma bakış nedir? Hangi konularda karşılaşılıyor?” konularına açıklık getiriyor.

Biz şimdiye kadar yani geçen yıla kadar bu sempozyumu destekleyen atölye çalışmaları yapıyorduk. Yani bu da çok büyük kazançlar doğurdu. Bu çalışma, akademisyenlerle, öğrencilerle, sivil toplum örgütleriyle ve belediyeden çalışanlarla, bir konu çerçevesinde sempozyum süresi boyunca 3 gün beyin fırtınalarının yaşandığı bir atölye çalışması şeklindeydi.

RA: Peki bu kitap ya da workshop dışında herhangi bir proje ya da etkinlik oluyor mu? 2001 yılında yapılan ilk uluslararası sempozyum sonunda Boğaziçi Araştırma Merkezi’nin kurulmasına yönelik çalışmaların başlatılması gerektiği sonucu ortaya çıkmış. Bu konuda bilgi alabilir miyiz?

AK: İstanbul, kent planlama veya tasarım alanındaki her disipline önemli bir kaynak oluşturuyor. O sempozyumu hazırlarken, ortaya çıkan fikirlerden bir tanesi buydu. İstanbul’u kentsel tasarım merkezi yapalım düşüncesi vardı ve hatta bunu sohbette ben de söyledim, ortaya attığımı düşündüm ama baktım hep başkaları da aynı şeyi söylüyormuş. Neyse böyle bir fikir ortaya çıktı. Sonra o fikir Boğaziçi Araştırma Merkezi olarak değiştirildi. O zamanki belediyeyle konuşuldu, Beyoğlu Belediyesi’yle, o fikir güçlendirildi, olabilir dendi fakat yönetim değişti.

Sanıyorum Kadir Topbaş zamanında, Beyoğlu Belediyesi’nin bünyesinde, İstanbul’la ilgili İstanbul Araştırmaları’na Beyoğlu’ndaki binalardan bir katı tahsis ettiler. O hala devam ediyor mu? Bilmiyorum ama güzel bir soru sordunuz. Benim bu vesileyle onu açılış konuşmasında da vurgulamam lazım, iyi oldu bu. Onu tekrar sorgulamak lazım gerçekten. Böyle bir fikir ortaya atılmıştı ne oldu diye?

RA: Peki her sempozyumun sonunda böyle bir sonuca varılıyor mu? Yoksa o sadece 2001 yılına mı özeldi?

AK: Bu sempozyumlar, Gülşen Hanım’ın da söylediği gibi salt bilimsel toplantı kimliğini taşımasının yanısıra konunun, o senenin özelliğine göre workshoplarla da destekleniyor olması. Mesela boğazı işlediğimiz sene boğaz üzerine bir workshop yaptık. Bir yandan aşağıda sempozyum yapılırken paralel olarak atölyelerde de workshop yapıldı. Ve bunu bir teknede yaptık. Boğazda tekne içinde, herkes gözlemlerini yaptı, eskizlerini hazırladı, fotoğraflarını çekti. Döndük burada atölyede gruplar oluşturuldu her grup bir çalışma ortaya koydu. Boğazla ilgili gelişme senaryoları fikir projesi niteliğinde çalışmalar yapıldı.

Konunun özelliğine göre, yani daha uygulama ağırlıklı daha operasyonel yapıda olan bir tema varsa workshop koyuyoruz. Mesela bu kongre, artık daha çok fikir alışverişi düzeyinde olduğu için bu sene workshop koymadık. Ya da böyle bir takım yaratıcı fikirler ortaya çıkmış olabiliyor; işte Boğaziçi Araştırma Merkezi gibi. İstanbul Kentsel Tasarım Merkezi’ni ben bu sene tekrar gündeme getireyim bakalım.

RA: Bu seneki sempozyum sonrasında eğitime yönelik bir panel de yer alacak. Bu konuda da kısaca bilgi alabilir miyiz?

AK: Bu da güzel bir soru. Çok güzel bir noktaya değindiniz, iyi oldu benim de konuşmama yardımcı oluyorsunuz. Biz on beşinciyi üçüncü kongre olarak hazırlarken, başlığında da olduğu gibi değişimi, söz konusu şu 15 yılı bir irdeleyelim diyoruz. Bu tabi sırf kentsel tasarımın kuramsal açıdan geldiği birikimleri tartışmak değil, uygulamaları ve yeni anlayışları ortaya koymak da hedeflerimizden bir tanesi. Ama bir de kentsel tasarım eğitimi var. Bu eğitimde de bir takım sorunlarla karşı karşıyayız. Türkiye’de şu anda Mimar Sinan Üniversitesi, İTÜ, ODTÜ, İzmir Yüksek Teknoloji Enstitüsü olmak üzere 4 kurum var, yüksek lisans düzeyinde kentsel tasarım eğitimini veren.

GÖ: Gebze’de de yüksek lisans düzeyinde eğitim veriliyor.

AK: Evet bir de Gebze var. Gördüğünüz gibi sayısı az, belki de bu anlamlı birşey az oluşu. Bu konuda eğitim verebilecek kurumlar, kapasiteler o kadar demek ki. Yani elit bir yapısı var. Artık workshop değil de eğitim ön planda. Farklı kurumlar bu eğitimi nasıl veriyor dünyada diye tartışılan bir yapısı var. Bizdeki katılımcılar belli, yurtdışından gelenler var, onlar da kendi eğitimlerini anlatacaklar. Dolayısıyla bakın sırf bu eğitim panelini ayrı bir kitap haline getireceğiz; “Kentsel Tasarım Eğitimi” diye. Sempozyum kitapçığından ayrı olarak yani iki kitap çıkacak. Dolayısıyla kentsel tasarım eğitimi konusunda ilk defa bir kitap ortaya çıkmış olacak. Kaç kurum varsa, eğitim programı istenecek, Michael Sorkin gelemese bile ondan da oradaki eğitim programını yazılı isteyeceğiz.

Eğitimle ilgili bir problem var dedim, onu da söyleyeyim size; kentsel tasarım eğitimi tüm dünyada yüksek lisans eğitimi düzeyinde verilmekte. Bilkent Üniversitesi’nin Peyzaj Mimarlığı Bölümü var lisans eğitimi veren. Bunlar bir süre sonra peyzaj mimarlığına bir ekleme yaparak, Peyzaj Mimarlığı ve Kentsel Tasarım diye bir isim koydular lisans eğitimi programlarına. Ve Bilkent Üniversitesi’nden bizim bu sempozyumlara her sene katılan insanlar vardı. İsimleri değiştikten sonra katıldıklarında Program Başkanı Zuhal Hanım’a dedik ki “Bakın siz yanlış bir şey yapıyorsunuz, kentsel tasarım eğitimi lisans düzeyinde olmaz. Bu bir meslek değil, ayrıca siz peyzaj mimarları yetiştiriyorsunuz, bunlara peyzaj mimarlığı diploması veriyorsunuz. Bu kentsel tasarımı ne oluyor böyle eklemişsiniz buraya?” Eklediler dendi, e tabi siz talep ettiniz ve eklendi. Şimdi burada iki türlü sorun yaratıyorsunuz dedik sonra bunu resmi olarak hem YÖK’e yazdık hem kendilerine. Bunun yanlış olduğunu kentsel tasarım eğitiminin yüksek lisans düzeyinde bir uzmanlık dalı olduğunu, bir meslek olmadığını söyledik.

“Peyzaj mimarlığı devlet statüsünde baremleri belli olan bir meslek, 4 yıllık eğitim görüyorsunuz, mezun olduğunuz zaman bir diploma alıyorsunuz. Dolayısıyla işi karıştırıyorsunuz, siz yasal sorunlar ortaya çıkartıyorsunuz, bunu lütfen düzeltin bu eğitim yüksek lisans düzeyinde olmak zorunda. Bir de mezun olan kişiyle piyasada sorunlarla karşı karşıya bırakacaksınız. Alan çatışması haline gelecek mesele. Diğer bir sorun da bu ikisini aynı anda veremessiniz eğitim olarak.” dedik.

PG: Sempozyumun dışına çıkıp biraz kentsel tasarımın kendisiyle ilgili birkaç soruyla bitirelim istiyoruz. Daha önceki sempozyumlarda başlıklara baktığımız zaman, tasarımlar bir bütün, çok disiplinli bir yaklaşım olarak ele alınmış. Yurtdışında kentlerin, artık kimliklerini, kentsel tasarımdan daha büyük ölçekte ve ileri görüşlü bir planlamayla ortaya koymaları gerektiğinin farkında olduklarını görüyoruz. Rotterdam yeni baştan inşa ediliyor, Barcelona her türlü organizasyonu kendisine bir çıkar olarak alıyor. İstanbul bu bilinçlilik düzeyinde nerede? Ya da İstanbul’da doğru bir organizasyon mu yok, neden İstanbul’da süreklilik taşıyan projeler üretemiyoruz biz?

AK: Tabi bu çok boyutlu cevap verilmesi gereken bir soru, yani işin içinde planlama var, planlama kültürünün örgütsel yapısına yönelik sorunlar da var ama teorik bazda şu bir gerçek ki, İstanbul’un kentsel tasarıma ihtiyacı var; kurumsal bazlı yani, büyükşehir belediyeleri ve ilçe belediyeler bazında kentsel tasarım departmanlarının devamlı olarak kurulması lazım. Tabi bu kurulunca da sorunlar çözülmüyor. Buradaki ekibin, mezun ettiğimiz öğrencilerin buralarda rol alması lazım. İstanbul’un bunu, gizli avantaja dönüştürebilmesi için kentsel tasarım misyonunu kullanması lazım. Buna yönelik yani bütün projelerde stratejiler geliştirirken kentsel tasarımı araç olarak kullanması lazım ki o fikirler hayata geçirilebilsin.

Kentsel tasarımın kentlerin yaşam kalitesi adına en önemli misyonu, en önemli yanı, fikri hayata geçirmedeki güçlü kapasitelere sahip olmasıdır. Mimarlıkla planlama arasındaki boşluğu dolduran bir yapısı var. Avrupa ve Amerika’nın bazı kentlerinde olduğu gibi kent dezavantajlarını avantajlara dönüştürebilir veya gizli kimliklerini, değerlerini, ortaya koyulmasında kullanılabilir.

PG: Kentsel tasarım, İstanbul gibi bir kent için de uygulaması zor bir alan mı?

AK: Değil, aksine çok ihtiyacı olan bir kent. Bugün planlamada kavramlar değişti, artık kent planlanmıyor, bölgesel kent kavramı var. O bölgesel kent, yani kent bölgesiyle bir varlık olarak ele alınıyor. Bu varlık, ekonomik, sosyal, tasarlanması ve planlanması gereken bir varlık. Planlandığı andan itibaren o kendini gösteriyor, tasarlanması gereken odaklar ortaya çıkıyor. Dolayısıyla İstanbul da kentsel bölgesiyle var olan bir kent, her yanı kırsal kesimle beraber tasarlaması gerekiyor. İçine giriyorsunuz kentin korunası değerleri, sokakları, mekanları, mahalleleri var veya dönüşüme ihtiyacı olan bölgeleri var. Bunlar kentsel tasarımın doğrudan ilgi alanları olduğu için çok önemli bir araç.

GÖ: Kentsel tasarım adı altında geçen ama içeriğinin hakikaten kentsel tasarımla alakası olmayan o kadar çok proje görüyoruz ki, bunların da sorgulanması gerekmektedir. Diğer bir sorun, galiba bu projelerin şeffaf süreçleri yansıtmadığı için kapalı devre çalışıyor olması ve sonuçta o bölge için gerçekten geçerli bir proje midir konusunda tartışmaların sürmesi. Sizin sitenizden de ben sürekli izliyorum projeler bazında, bunların çok iyi sorgulanması ve süreçlerin açık olması lazım.

PG: Metropol ve değişim derken; kentin ihtiyaçları o kadar çok değişiyor ki, kentsel tasarım nasıl ayak uydurabilir o değişime? Acaba bizim öngörülerimizin çok ilerisinde mi bir metropol olarak kent değişiyor, o yüzden mi sürdürülemiyor?

AK: Hayır, o sürekli değişimi planlama yakalayamıyor. Planlamada genel çerçeveyi kurarken bakıyorsunuz kentin içi değişiyor. O değişen yerler; korunacak bölgelerin değişimi, kentteki değişim olgusunun oluştuğu alanlar, ekosistemin bu değişim içinde maruz kaldığı tehditler. Bu konular metropollerde, kentsel tasarımın proje konuları olarak gündeme geliyor. Bu hızı yakalayabilecek uzmanlık alanı; kentsel tasarım, çünkü bir ekip çalışması. Mimarlar, plancılar, peyzaj mimarları, ekonomistler, sosyologlar, ekolojistler, arkeologlar… Ortak çalışma içinde biz bunları bir bütün olarak görüyor, bu bütünlükte kentsel tasarımı da iki gruba ayırıyoruz. Süreç olarak ve proje olarak kentsel tasarım.
Süreç olarak kentsel tasarımda işte bu saydığımız meslek grupları rol alıyorlar, buraya şu proje yapılsın dediğimiz zaman, oranın sosyal yapısı, ekonomisi, planlanması, arkeolojisi ve bütün o uzmanların getirdiği yasal durumlar var. Dolayısıyla bu meslek grupları süreç olarak kentsel tasarım projesinde var. Proje olarak kentsel tasarım dediğimiz zaman design aşamasına geliyorsunuz. O zaman plancılar, mimarlar, kentsel tasarımı formasyon olarak kazanmış insanlar projeyi yapıyorlar.

RA: Çağrı ya da bilgilendirme formlarında, Türkiye’ye özgü bir kentsel tasarım anlayışının gerekliliğinden bahsediliyor. Peki siz bu kavramı nasıl değerlendiriyorsunuz? Türkiye’ye ya da İstanbul’a özgü bir kentsel tasarım anlayışı nasıl olmalı?

AK: O ifadeyi ben düzelteyim, böyle birşey olamaz, dikkatli olmak lazım. Türkiye’ye özgü bir kentsel tasarım anlayışı olamaz, yanlış anlaşılmayı düzeltmek için onu biraz açalım isterseniz. Kentsel tasarımın bir evrensel boyutu var; kuramsal yani teorik yapısı var, o evrensel. Kuramsal yapısına bakıldığı zaman şöyle bir sınıflamadan söz ediyoruz. Ekoloji, çevre ve insanın davranış ilişkileri, estetik boyutlar, sosyo ekonomik, ekolojik ve tasarıma yönelik konulara açıklık getiriyor. Tabi bu bilgileri oluştururken öyle kuramsal alanlar var ki o zaten yerele özgü tasarımcıya ışık tutan bilgiler.

Yerin bir kimliği var diyoruz. O kimlik birçok parametreden oluşur ve tarihsel süreçlerin getirdiği bilgilerin yer aldığı unsurlar dikkate alınmalıdır. Tropikal bir iklimde kentsel tasarım yaparken modernizmin bir zamanlar düştüğü hata, yani orada Johnson’un yaptığı cam evi alıp Erzurum’a koyduğun zaman o yerel olmuyor. Biz bunları çok kapsamlı bir teorik bilgiler içinde bir başka söylem alanı olarak söylüyoruz zaten. Ancak Türkiye’ye özgü demek bütün mesele onun etrafında dönüyor demek olamaz; o yanlış onu düzeltelim. Ama yerellik önemli tabi, yani bugün Mardin’de bir tasarım yaparken oranın bir görsel değeri, iklim değeri, malzemesi, imajı ve kültür değeri olduğunu unutmamak lazım.
Bir de çağın esprilerini de yadsımayalım. Orada kastedilen, hakikaten önemli birşey yakalamışsınız ama hep beraber düzeltelim, belki yasalar yönetmelikler oluşsun anlamında söylendi yoksa tekrar ediyorum “her tasarım biraz Türkiye koksun”; o çok yanlış birşey.

GÖ: Bazı kavramları kendi bağlamlarından çıkartıp sorgulamanın büyük sakıncaları var. Yani orada kişiselleştirerek kendimize uygun hale getirmek anlamında bir yaklaşımdan bahsediyoruz. Özellikle bu adlandırmalarda, örneğin bu centrification kavramı şimdi çok konuşuluyor, bu hangi toplumda, hangi koşullarda, hangi bağlamda ortaya çıkmıştır ve bizim bunu olduğu gibi alıp yansıtmamız hiç bir zaman doğru bir yaklaşım olmaz. Bize özgü bir kişiselliştirmeyi biz daha çok kapsıyoruz.

AK: Evet ama kentsel tasarım, kavramları bakımından kentsel tasarımın kendisi değil. Orayı atlamamak lazım. Yani kentsel tasarımdaki kavramların dönüşümünde, ifadesinde Türkiye’ye özgülüğü yansıtmak diyebiliriz. Centrification’a Türkiye’de şimdi “soylulaştırma” ve bir sürü şey deniyor. Kavramların biraz Türkçeleştirilmesi anlamında olabilir.

RA: Sempozyum çerçevesinde herkesin aklında bir Türkiye var mı? Mutlaka bir kıyaslama olacaktır, özellikle yurtdışından gelen uzmanların oradaki tasarımları, projeleri, teorik bakışları açısından..

AK: Herkes birbirinden, o tasarımların, projelerin içinde yatan süreçleri anlamaya çalışıyor. Herbirinin kendine özgü sorunu var. Çünkü, eğer siz bir fikri hayata geçirme sürecinde, kentsel tasarımda yasal düzenlemeler yapmadıysanız, ekonomik kaynakları yaratmadıysanız, ortaklıkları oluşturmadıysanız, proje taraflar bazında hayata geçmiyor. İnsanlar birbirlerinin örneklerine baktığında da bunlara bakıyor. “..ya siz buradaki ortaklık meselesini nasıl çözdünüz..” diye soruluyor. Diğeri cevap veriyor: “…kamu-bireysel ortaklığı biraraya getirdik…” ya da “…biz serbest bir yasal düzenleme yaptık sırf bu projeye özgü..” şeklinde teşvik edici modeller sunulmuş oluyor.

Süreç olarak kentsel tasarım boyutu çok önemli. Eğer bunu başaramazsanız, projenin hiç anlamı yok. İşte o aşamada herkes birbirinden birşey öğreniyor. O zaman bakıyorsunuz Türkiye’deki de ilginç bir model denemiş olabiliyor. Öbürü hala biz atlamışız bunu bizde kullanabiliriz diyebiliyor. Avusturya’da, Londra’da, New York’ta, Philedelphia’da ne şekilde yapıldığını görebildiğiniz örneklerle karşılaşıyorsunuz.

RA: O zaman sempozyumun önemi bu noktada daha ön plana çıkıyor.

AK: Bence de. Yani bu meselelerin bütün dünyada, bizde daha fazla üzerine gidilmesi lazım, o süreç çözülmedi henüz. Bu sürece ilişkin çok sayıda modele, düşünceye, yaratıcı modellere ihtiyaç var.

PG: Biz hep profesyoneller uzmanlar üzerinden bakıyoruz. Bir de bunun kullanıcı kesimi var. Aslında hiç bir bilgisi olmayan ama kentsel çevre içinde yaşadığı için bütün zamanını nitelikli bir kentsel çevre ihtiyacını hissetmesi gereken bir de asıl kişiler, esas kullanıcılar, kentliler var. İstanbul bağlamında birikim olarak zenginlik var aslında ama buna rağmen biz kaliteli çevre talebinde çok biliçsiziz. Bunun nedeni ne olabilir ve bu nasıl aşılabilir?

AK: Tabi burada komik bir şey söyleyip “eğitim şart” diyeceğim. Bilinçlendirme diyelim. Özellikle proje aşamasında süreç olarak kentsel tasarım diyorum ya, o süreç olarak kentsel tasarımda bu söylediğiniz katılım mekanizmasının herkesçe anlaşılır olması lazım, yani eğitimden kastım o. Proje sürecine, üniversiteler olsun, belediyeler olsun veya sivil toplum örgütleri olsun katılma istiyorlar ve projede rol almak istiyorlar.

Mesela, salt “proje aşamasında benim de fikrimin alınması” anlamındaki bir katılım değil. Gelinen nokta şu; sürece katılım tarafların ister yatırımcı olsun, ister o yatırımdan rant sağlayan veya zarar gören taraf olsun, ortaklıklar bazında bir araya geliş olması lazım. Yani fikrini söylemenin ötesinde, kentsel söylem anlamında taraf olması lazım. Ekonomik anlamda, karar mekanizmalarında oy hakkının olması anlamında ortaklık olması lazım.

Mesela toplanıyorsunuz, Cihangir’de bir karar alacaksınız ve herkes fikrini söylüyor. O yetmiyor, işi bitirmiyor. Eğer orada bir rant ortaya çıktıysa, örnek vermek lazım, diyelim bir dönüşüm alanı var, burası çöküntü bölgesi, diyelim bir gecekondu bölgesi, İstanbul içinde bu dönüşecek ve buraya bir kent parkı yapılacak. Siz o gecekonduları oradan alacaksınız. Burada yasal, ekonomik ve sosyal sorunlar var. İnsanları nereye koyacaksınız? Şimdi tamamen eski anlayışları silip süpürüp, hayal kurup, buraya birşey yapacağız. Bu olmuyor.

Önce projeyi alıp hatırlıyorsunuz. Projelerden en azından haberi oluyor, buraya gelecek ranttan da tarafların fikri oluyor. Ortaklık oranlarını paylaştırmassanız, o proje hayata geçmiyor. Onun için bu çok önemli.

GÖ: Ankara’daki Dikmen Vadisi ve Portakal Çiçeği projeleri en yakın projeler olarak örnek verilebilir.

Etiketler

Bir yanıt yazın