“İstanbul’a uzaktan bir bütün olarak baktığınızda, veya havalanına giderken aklınızda kalan görüntüde hiç bir eksiklik yok”

Ömer Kanıpak'ın Zaha Hadid ile İstanbul'da verdiği konferans sonrası gerçekleştirdiği söyleşi.

Ömer Kanıpak: Her ne kadar işlerinizin Konstrüktivistler ve Süprematistlerden etkilendiği bilinse de konferansınızda anlattığınız projelerin bazılarına baktığımda, bir şekilde Sant’Elia’nın başını çektiği fütürizm akımı ile bir ilişki olduğunu sezdim. Siz de böyle bir ilişki kurabiliyor musunuz?

Zaha Hadid: Tam olarak kuramam.

ÖK: Belki yanılıyorumdur bu hislerimde ama sanki Sant’Elia gibi fütüristik mimarların hayallerini gerçekleştirme başarısı göstermiş gibisiniz?

ZH: Sanırım işlerim 20yy başlarındaki pek çok akımla ilişki kurar, bunların içinde konstrüvistler, süprematistler de vardır ama sadece tekil olarak fütüristlerle bir bağım olduğunu sanmıyorum. Ama bilmiyorum, belki de farketmediğim bir ilişki vardır. Olabilir.

ÖK: Yerçekimi size neyi ifade ediyor?

ZH: İlk zamanlarda, yani yerçekimi ile sınırlandırıldığımızı düşündüğümüz zamanlarda, yerçekimine karşılık vermek hafifliği, bu yükten ve zorlamadan, dolayısı ile bazı kurulmuş düzenlerden kurtulmayı ifade ediyordu bizim için. Ama aynı zamanda zemine konma, zemini yeniden organize etmeyi de çağırıştıyordu. Ama kesinlikle havalarda uçmak değil, akışkanlık ve hafiflik ile ilgili bir çağrışım yaratır benim için.

ÖK: Tüm projelerinizde bir katmanlaşma ve zemin teması olduğunu söyleyebilir miyiz?

ZH: Evet, kesinlikle. Özellikle zemin teması çok önemli, zeminle kurduğum ilişki. Öğrencilik yıllarımdan beri yapının zeminle kurduğu ilişki, mimarlıkla yaratılan topoğrafyaya çok önem verdiğimi farkediyorum.

ÖK: Bu ilişkinin hangi projenizde daha çok vurgulandığını düşünüyorsunuz?

ZH: Sanırım zaman içinde, her projede biraz daha evrim geçiriyor, değişiyor. Düsseldorf’daki projem veya Wolsfburg projesi örneğin, bina zemin ilişkisi açısından önem verdiğim projelerimden. Barselona’daki sinema projesi örneğin aynı şekilde zeminle ilişkisi açısından önemlidir. Roma projesinde ise mekanların akışkanlığı daha öndedir örneğin.

ÖK: Zaman içinde projelerinizde nelerin değiştiğini görüyorsunuz?

ZH: Ne açıdan?

ÖK: Örneğin son kazandığınız yarışma, Londra Olimpik Havuz projeniz, bir şekilde diğer projelerinizden ayrışıyor, çünkü bütünlüğü çok daha kolay algılanabilir, heykelsi bir formu var.

ZH: Aslında programla birlikte herşey değişiyor tüm projelerimde. Size iç mekanlarını gösteremedim o havuz projesinin. O projede aslında iki çatı var, normal çatı ve zemini oluşturan çatı iki ayrı önemli katman. Havuzun organizasyon açısından çok kompakt olması gerekiyordu. Ama dışarıdan bakıldığında ve etrafından dolaşıldığında iki zemin olduğunu görürsünüz. Üzerinde yürüdüğünüz zemin ve çatıyı oluşturan zemin.

ÖK: Cincinnati Sanat Müzesi projesi sizin için özel bir anlam taşıyor mu?

ZH: Son yıllarda yapılmış büyük ölçekli projelerden biri idi. Aynı zamanda pek çok yeni projenin gelmesini sağlayan bir proje oldu.

Çok ağır bir kütlenin zemindeki şeffaflığın üzerinde taşındığı, kentin zeminin müzenin içine çekildiği ayrıca son on yıldaki pek çok fikrin bir araya geldiği bir proje oldu.

ÖK: Sizi en çok tatmin eden projeniz hangisidir?

ZH: Tam olarak şudur diyemem. Hepsinin benim için anlamları farklı önemler taşır. Örneğin “The Peak” projesi hayatımda özel bir yer kaplar. Zamanı için çok radikal proje idi. İrlanda Opera Binası da aynı şekilde benim için önemli bir projedir.

ÖK: Bundan sonraki on sene içinde genç mimarlardan kimlerin isimlerini daha sık duyacağız dersiniz?

ZH: Sanırım hem fikir üretip hem de bina yapabilenlerin ismini daha çok duyacağız. Emin değilim. Gregg Lynn, Hani Rashid veya Şulan Kolatan orneğin. Oldukça agresif şekilde çalışan pek çok genç mimar var.

ÖK: Size kimler ilham verir?

ZH: Pek çok ilham veren kişi var. Hepsinin ismini sayamam. Pek çok sanatçı ve mimar var, New York, Moskova ve Almanya’dakilerden daha çok ilham alıyorum sanırım.

ÖK: İstanbul’u çok iyi bildiğinizi biliyorum. Sizin gözünüzde İstanbul’da eksik olan nedir?

ZH: İstanbul’a uzaktan bir bütün olarak baktığınızda, veya havalanına giderken aklınızda kalan görüntüde hiç bir eksiklik yok, bence mükemmel bir şehir. Ancak içine girdiğinizde, yaklaşıp zoom yaptığınızda pek çok bölgesinin döküldüğünü görüyorsunuz. Bu çok üzücü. Bunu özel olarak ele alıp proje geliştirmek gerekir.

ÖK: Sizce İstanbul Paris’in Eyfel’i veya New York’un Özgürlük Anıtı gibi simgesel değere sahip bir yapıya ihtiyaç duyuyor mu?

ZH: Hiç sanmıyorum. İstanbul’un bir kere eşssiz bir topoğrafyası var. En önemlisi bu topoğrafyayı Boğaz sayesinde geri çekilip algılayabileceğiniz çok fazla açık alan ve çok fazla sayıda açı var. Bu şans iyi kullanılmalı. Ayrıca yeteri kadar simgesel yükü kaldıracak anıtsal yapılar var bu topoğrafya üzerinde. Ancak çağdaş mimarlık adına bir şey olmaması üzücü. Belki bu tip yapıların bir araya toplanacağı özel alanlar yaratmak gerekir. Öte yandan şehrin içine anıtsal ölçekte olmayan, karşı yakadan gözükmesi gerekmeyecek çağdaş ve ilginç yapıların nüfuz etmesi gerekli.

ÖK: Dünyanın pek çok şehrinde proje yaptığınız için kıyaslama imkanınız olacaktır. İstanbul’daki yatırımcı ve işverenler hakkında ne düşünüyorsunuz?

ZH: Sanırım burada henüz iyi mimarla çalışmanın değerini anlamamışlar. Yatırımcılar dünyanın yerinde her zaman proje ücretleri üzerinden pazarlık ederler, bunu düşürmeye çalışırlar. Oysa proje ücreti toplam bina maliyeti içinde oldukça küçük bir oran kaplar ve iyi projenin getirisi her zaman çok daha fazladır. Bundan tasarruf etmek sonuç ürünün kalitesinden tasarruf etmeyi de beraberinde getirir. Anlamadıkları şu ki hizmete yatırım yapmadıkça kazanamayacaklar. Sanırım İstanbul’da da yatırımcılar proje ücretlerinin üzerinden çok ciddi indirimler yapmayı öte yandan da binaları kalitesiz de olsa bir an önce bitirmeyi tercih ediyorlar. Risk almayı sevmedikleri belli. Farklılık istiyorlar ama bunu elde etmek için cesaretleri yok gibi.

ÖK: Çin sanırım bunun üstesinden geldi? Yatırımcılar risk alıp proje için hakedilen ücreti ödemeyi kabullendiler mi?

ZH: Pek sayılmaz. Farklılık yaratmak adına risk almayı beceriyorlar. Ancak orada proje yapabilmeniz için orada ofis açmanız gerekli. Yoksa çok pahalıya çıkıyor. Onlar da son zamanda mimari hizmete yatırım yapmayı akıl ettiler fakat çok oburca saldırdılar. Sonucu iyi olmayacak.

ÖK: Son kazandığınız yarışma projelerinden biri Londra’daki Mimarlık Merkezi binası idi. Mimarlık Merkezleri’nin rolü hakkında ne düşünüyorsunuz?

ZH: Mimarlık Merkezleri’nin mimarlık mesleğini topluma açması konusunda çok önemli görevleri olduğunu düşünüyorum. Aynı şekilde yatırımcılara verdikleri danışmanlık hizmetleri ile onları doğru mimarlık hizmetlerine yönlendirmeleri açısından önemli görevleri yerine getiriyorlar

ÖK: Teşekkür ederiz.

ZH: Ben de teşekkür ederim.

Etiketler

1 Yorum

  • deniz-emek says:

    Ömer Bey,
    Çamlıca Camisi ile ilgili bugüne kadarki süreci çok güzel özetlemişsiniz. Buraya kadar olan biteni yazılı ve görsel basından takip ettik ama yazınızda benim de dikkatimi çeken ve aslında gerçekten de en çok rahatsız eden nokta, ne kent,ne de bulunduğu alan ölçeğinde hiç bir uyum endişesi taşımıyor olması.Yapılacak caminin kent ölçeğinde İstanbul silüetine katkısını değil de sadece ve sadece iktidar silüetine katkısını düşünen bir iktidar anlayışı olduğu sürece bulunduğu bölge ve orada yaşayan halk açısından değerlendirme söz konusu bile olamıyor.Plaza diker gibi cami dikilmez demek istiyorum, alış-veriş merkezi yapar gibi cami yapılmaz demek istiyorum hatta anıt diker gibi cami dikilmez demek istiyorum.
    Kısacası ben de “nitelikli yarışma açmak” diyorum. Seçilen bu çakma camiyi yapmak, hem bugüne hem de gelecek nesillere “biz ancak bunu yaptık” noktasında beni başım öne eğik bırakacak…

Bir yanıt yazın