“İstanbul’u Roma’nın Torunu Zannediyorduk, O Roma’nın Dedesi Çıktı!”

Atelye 70'in kurucularından Hüseyin Kaptan mimarlık ve planlama serüvenini, aynı zamanda İstanbul'un yakın geçmiş planlama tarihini anlattı.

AE: Hüseyin Kaptan için mimarlık ve planlama serüveni nasıl başladı?

HK: İstanbul Metropoliten Planlama’da çalışırken Sayın Topbaş’tan bir mesaj aldım. Vatandaşın biri başkana iki hava fotoğrafı göndermiş. Biri Hamburg’dan, biri İstanbul’dan. Bunların ikisi de şehir olduğuna göre neden biri birine benzemiyorlar diyor. Uzun yıllar vatandaşa cevap veremedim. Sorunun altında, teknolojide ve ekonomide varılan büyüklüklere rağmen, neden dünya literatürüne giren bir yerleşkeyi yaratamadık, yaşatamadık. Anlatacağım hikâye vatandaşa cevap da olsun.

O zaman masalcı dede gibi başlayalım.

1950’li yılların sonlarında Yıldız’da İ.T.O Mimarlık Bölümü öğrencisiydim. İstanbul bir milyon nüfus dolaylarında olmalıydı. Tarihi Yarımada’da, Üsküdar’da, Beşiktaş’ta ahşap mahalleler yaşıyordu. Yıldız Bulvarı yeni açılıyordu, İstanbul bir yıkım yaşıyordu. Başbakan Menderes yol istikametlerini tayin ediyordu. Tarihi semtlerde geniş bulvarlar açılıyordu. Bugünkü gibi, o zaman da sanatçılar, mimarlar hezeyan içindeydi. Harp sonrası yoksulluğu vardı. Sanatta Garipler vardı. Nazım yasaktı. Okullar erkekti. Sırasıyla trilin, grafoz, rapido kullandık.
Değişik yıllarda hocalarım İrfan Bayhan’ın, Adnan Kuruyazıcı’nın beni şehircilik derslerinde çaktırdığını hatırlıyorum. Ben bir dekorasyon bürosunda çalışıyordum, ilgi alanım iç mimariydi. Plancı olmak ve öğretim üyesi olmak gibi bir hayalim kesinlikle yoktu. 1961’de lisansüstü eğitim sürecinde iş ararken kendimi Ankara’da İller Bankası İmar Planlama Müdürlüğü’nde buldum. İmar İskân Bakanlığı ve İller Bankası, ülke kalkınma plan hedefleri doğrultusunda, ülke genelinde her ölçekte, kentleşme stratejilerini yönlendirmekle yükümlü genç kurumlardı. Batıda eğitim görmüş uzman abilerimiz liderlik yapıyordu. Görev çok büyük, kadrolar çok sınırlıydı.

İller Bankası’nda çalıştığım iki yıl özellikle, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da, Iğdır, Hani, Siruş gibi kırsal alanlarda hizmet verdim.

Arkada kalan yarım asırdan sonra İller Bankası günlerimi olağanüstü güzel hatıralar olarak yâd ediyorum. Orada çalışan genç plancıların, Anadolu’nun kırsal kentsel bütün gizli köşelerini adım adım tanıdıklarını biliyorum. Bugün hala hayatta olan birçok memleket sevdalısı usta oradan yetişmiştir.

1963 yılında Buca Mimarlık Okulu’nda şehircilik dersi asistanı olarak göreve başladıktan sonra da bir grup arkadaşımla özellikle kırsal kesimde planlama pratiği içinde bulundum. Kuzeyden güneye, doğudan batıya değişik coğrafyalar, değişik ekonomiler, değişik kültürler beni iyice sardı. Olağanüstü bir folklor çeşitliliği gibiydi. Planlama ve mimarlık eğitimi için bu sahanın en iyi okul olduğuna inanırım. 1968 yılında hocalarım İrfan Bayhan, Refik Şenvardar ve arkadaşım Emre Aysu’yla, Trabzon İmar Planı Yarışması’nı kazandık. Atelye70 bürosunu böylece kurduk.

60’lı yıllarda ve 70’lerin başında İller Bankası, özellikle bölgesel kalkınma merkezi olarak seçilen kentlerde, yarışmalar düzenliyordu. Sivas, Erzurum, Gaziantep, Zonguldak, Kocaeli, Konya gibi. Gerçekten ciddi bir sistematik içinde hazırlanan analitik etütler, makro ölçekten mahalleye çözüm arayışlarını sorguluyordu. Bizim kuşak için gerçek bir okuldu. O zamandan bugüne Türkiye’de bu kapsamda nitelikli bir arayışın gerçekleşmediğini söyleyebilirim. Planlama pratiğinde, o gün için kuramsal olarak doğru görülen bu sürece rağmen başarı gelmedi. Bölgesel kalkınma stratejileri tutmadı. Sanayi batı kentlerinde yoğunlaştı, doğudan erozyon hızlandı. Bana göre gerçek neden ise, planlamanın baş aktörü olan yerel yönetimlerin sistem dışında kalmasıydı. Analitik, Nazım Plan, Uygulama Planı, Onay hiyerarşisi 10-15 yıla yayıldı. Yerel yönetimler ipin ucunu bıraktı.

Önce kamu arazileri işgal edildi, gecekondu diyoruz, sonra daha büyük felaket tarım alanlarının bölünmesi, hisseli ifraz diyoruz. Kanser gibi büyüklü küçüklü bütün kentleri ve kıyıları sardı. Bu süreç 60’lı ve 70’li yıllarda süreklilik kazandı. Böylece 12 Eylül darbesine, daha sonrada 2981 sayılı İmar Islah Yasası’na ulaştık.
1970 yılında Atelye70 İstanbul’a taşındı. Atelye70 grubu olarak akademik hizmetler yanında, okul dışında planlama sürecinde ümitsiz işimizi sürdürüyorduk. Küçükyalı, Maltepe, Alibeyköy planları bu yıllara rastlar. Aynı zamanda İstanbul’da planlama eğitimi veren üç üniversite olarak, Kemal Ahmet Aru, Mehmet Ali Handan, İrfan Bayhan’ın liderliğinde sıkça toplanıp çözüm yolları arıyorduk. İşimiz buydu.

Bu aşamada yaşadığım emsalsiz serüveni anlatmam gerekir.

Mehmet Emin Sungur’un yönlendirmesiyle üniversiteye, Tuzla-Darıca ve Soğanlık Belediyelerinin planlanması teklif edilmişti. Yıl 1978. Sorumluluğu Yerleşke Bilimleri Enstitüsü üstlendi. Ben de genel sekreteriydim. Yenilgileri unutup, yeni bir model denenebilirdi. Düşüncelerimize en yakın kişi İller Bankası’nda Planlama Daire Başkanı Ahmet Menderes’ti. Onun organizasyonunda bir model geliştirdik. Planlar yerinde üretilecekti. Yerel yönetimler siyasi ve bürokratik organları ile sürecin içinde olacaktı. İmza yetkisi olan ve merkezi yönetimi temsil eden bütün kurumlar yerinde temsil edilecekti. Planlamanın klasik hiyerarşisi terk edilecek, makro ölçekte ve parsel ölçeğinde kararlar birlikte alınabilecekti. Planlamada gizlilik kalkacak, şeffaf, sırsız ve halka açık olacaktı. Özetle amaç, planlama süreci ile yaşamın sürekliliğinin paralel yönetilmesiydi.

Bugün bir masal gibi hatırladığım bu süreç gerçekleşti. Performans mükemmeldi. Tartışmalar meclis salonlarından düğün salonlarına, kapalı spor salonlarına taşındı. Sorular çok basitti, kıyıları kapatalım mı? Su havzalarına, tarım alanlarına, zeytinliklere, ormanlara girelim mi? Yaşamın gerçeği olan bu saf sorulara toplumdan cevaplar geliyordu. Süreç son derece başarılıydı ve geniş bir çevre tarafından izleniyordu. Marmara Boğazlar Belediyeler Birliği aracılığıyla pek çok teklif geldi.

50 yılı aşan deneyimden sonra ben hala 1970’lerde kaldım. Hala inandığım model budur. Her neyse… Benzer bir model için Doğu Karadeniz belediyelerince davet edildiğimizde 12 Eylül darbesini haber aldık ve rüya bitti. Siyasiler hapishanelere, evraklar tekrar sömel altına saklandı.

1980; belediyeler emekli muazzaf komutanların yönetimine girdi. Tırtır Paşa komutasındaki İstanbul’un Nazım İmar Planı merkezi yönetimce onaylandı. İstanbul Belediye Meclisi Salonu plan işlerine tahsis edilmişti ve kapısında büyük harflerle “GİRİLMEZ” yazıyordu. Hedef nüfus 5 milyon kişiydi. Doğal eşiklere dayanmıştı. Coğrafyasının sunduğu kapasite buydu.

1984 yılına ulaşıldığında yurt genelinde yasadışı gelişmeler had safhaya ulaşmıştı. Gecekondu işgal alanları bitmiş, özellikle hisseli ifraz bir kanser sürekliliğinde metropolü ve kıyıları sarmıştı. Özal dönemiydi.
2981 sayılı yasa, ülke genelinde, kentleşme sürecinde bir milattır. Talihsiz bir milat. Toplum yaşamı, büyük oranda yasa sınırlarının dışında kalmıştı. Onu yasa sınırlarının içine taşımak zorunluluk gibi görünüyordu.
Yasa bilinen bütün donatı standartlarını terk ediyordu. Makro ölçek plan kararlarından vazgeçilebiliyordu. Nüfus, işgücü gibi demografik hedefler gereksizdi. Ruhsatsız yapıların ayakta durabilirliğin, zemin güvenliğini araştıracak bir süreç yoktu. Yağ lekesi olarak tanımladığımız hasta dokusuyla tepeler dereler iskâna açıldı.

Ne var ki, 2981 uygulamasına rağmen yasadışı yapılar durmadı, kendi temelleri üzerinde yeniden ve yeniden katlandı. Atelye70’de bu süreçte önemli sorumluluklar üstlendi. Şişli, Kağıthane, Ayazağa Islah Planları 4 yıl sürdü. Nerdeyse 1 milyon kişi. Nafile emekler, meslek yaşamında şuursuz bir patinaj.

Sonuç itibariyle 2981 sayılı yasa ile yasallaşan mülkiyet 2010’larda bir fenomen olarak karşımıza çıktı. Tohumlar 1984’te atıldı, hasat 2010’da görüldü. Deprem gerçeği ile karşılaştığımızda sahne böyleydi. 6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi yasası bu sürecin sonuydu.

AE: Afet Riski Altındaki Alanların Dönüşümü kapsamında yapılacak projeler ile ilgili öngörüleriniz nelerdir?

HK: 6306 Afet Riski Altındaki Alanların Dönüşümü kapsamında başlatılan olaylar, talepler bundan böyle gelecek yirmi-otuz yılın iyi-kötü anlamda vizyonunu çizmekte. Yasa öncesi uzlaşma ortamında başlatılan dönüşüm projeleri, iki aşırı uçta ürkütücü sonuçlar sergiledi. Ayazma ve Sulukule örnekleri gibi dönüşüm alanında yaşayanların yok sayıldığı ya da Fikirtepe örneğinde olduğu gibi hayal gücünü aşan spekülasyon süreci. Yaşayan sosyal yapıyı koruyarak estetik değerlerin öne çıktığı sağlıklı bir örneği henüz göremedik.

Dönüşüm yasası, 2981 sayılı İmar Islah Yasası’ndan çok daha güçlü bir otorite koyuyor. Makro ölçek plan kararları, demografik projeksiyonlar, donatı standartlarının göz ardı edilmesi yanında; kıyılar, ormanlar, sit alanları, Boğaziçi, tarım alanları vs. bütünüyle, gereğinde feda edilebiliyor.

2981 sayılı yasa en ince ayrıntıda mülkiyeti korurken, 6306 sayılı yasa tam aksine mülkiyetlerin bütünleşmesini, globalleşmeyi, kapsamlı projeleri destekliyor. Bir anlamda yazılı metinlere geçmese de, kapsamlı projelerin gerçekleşebilmesi bağlamında yeni kentsel rantların yaratılması gerçeğini kabul ediyor. Çünkü büyük dönüşümü gerçekleştirecek kamusal kaynağı göstermiyor.

Netice olarak başta İstanbul olmak üzere Türkiye genelinde ekolojik ve kültürel sürdürebilirlik bağlamında korkulu rüyalar gören insanlar, geniş bir kesim var.

AE: İMP’de yapılan çalışmalardan kısaca söz edebilir misiniz? Neden İstanbul’un planlamasında saf dışı kaldınız?

HK: İstanbul Metropoliten Planlama, benim için güzel bir rüya idi. Sonunda kâbusa dönüştü. Beklenmedik bir serüven olarak başladı. Beklendik bir felaketle bitti. İbreti âlem için izlenmesi gereken bir olay.
Beklenmedik bir olay, siyasetin bilim kurumlarına yaptığı davetti. Bilim kurumları siyasetin davetine gönülden karşılık verdiler. Ekoloji, ekonomi, kültür, altyapı, lojistik vs. gibi yaşama konu olan bütün konularda kendi uzmanlık alanlarında bir ömür tüketen kadrolar ilk olarak İstanbul vizyonunda buluştular. Yine ülkemizde ilk defa ulaşım master planı arazi kullanım kararları paralelinde gerçekleştirdi. Yine ilk olarak Anakent Meclisinde bütün partileri temsil eden üyelerin oy birliğiyle onaylandı.

Beş yüz genç plancıya okul oldu. Sırsız, şeffaf, çalışkan, bilgili ve dürüsttü. Vatan sevgisi, aşk gibi bir şey. İstanbul’un çağdaş dünyaya açılan penceresiydi. Başkan her konuda bizimle mutabıktı ve İMP çalışanları için kahramanlar derdi. Merkezi yönetim ketumdu ve sırdaştı. Ne oldu? İMP Ankara’nın gizli hesap dışı projelerine karşı çıktı. 3. Köprü saklanır mı? Hava alanı saklanır mı? Su havzalarında sanayi, camilerin arasından fışkıran gökdelenler.

Ankara, bilime diz çöktürdü. Şu anda dönüşüm projelerini yönetmede İMP standardında bir büro var mı? Uzun hikâye… Bu kadar…

İstanbul olağanüstü bir şehir, 8 bin yaşında, biz onu Romanın torunu zannediyorduk, Roma’nın dedesi çıktı. Olağanüstü bir silüet, inanılmaz bir coğrafya, içerisinde bütün dünyayı temsil eden unsurlar var. İMP döneminde yurtdışından birlikte çalıştığımız insanlar İstanbul’u geziyorlar ve soruyorlar: “Siz ne yaptınız?” İnanın bana bizim kuşağın yaptığı hiçbir eser yok. Utana utana Piccinato’nun 1950’lerde yaptığı Ataköy’ü gösteriyorum, bir de Kemal Ahmet Aru’nın yaptığı 4 Levent, bu çok acıklı bir durum. Oturup şapkamızı koyup düşünmemiz lazım plancılar olarak.

Sen bana Hüseyin Kaptan’ı sordun, ben sana ne masallar anlattım. Ama bunları anlatmadan kendi yenilgilerimi anlatamazdım. Önemli gördüklerimi sana liste olarak vereyim.

1961-1972; Anadolu’nun değişik bölgelerinden kırsal kasabalar, analitik etütler, doku, rölöve, imar planı çalışmaları. İzmit, Trabzon, Zonguldak imar planı yarışmaları. On dolayında kentsel tasarım yarışması. Trabzon, Ordu imar planları.

1970-1980; İstanbul’un farklı belediyelerinin imar planları. Maltepe, Küçükyalı, Alibeyköy. Üniversite çatısı altında Tuzla, Darıca, Soğanlık imar planları.

1980-1990; Şişli-Kağıthane Islah Planı (3 yıl), İsotaş (Ataşehir), Batıkent (Sinanoba-Kamiloba), Bahçeşehir-Zekeriyaköy-Uskumruköy-Durusupark. Harem-Gebze koridor planlaması.

1990; Başakşehir. Bodrum’da turistik köyler Hekimköy, Gümsan, Oasis, Pan Clup…

2004-2008; İstanbul Metropoliten Planlama

2008 sonrası; Bursa Nilüfer Eko-kent, Gebze Mollafenari Eko-kent, Kocaeli Körfez bitişi MİA, Bursa Yıldırm Belediyesi Dönüşüm Projesi, Urfa Ruha Park Kültür Kenti, Yenikapı Transfer Merkezi ve Arkeopark Yarışması

50 yılı aşan meslek hayatımdaki kırılmaları da bu kapsamda ifade etmek isterim. Bu kırılmalar maddi ve manevi enerjimi tükettiği gibi, planlama alanlarında da olunmaz değer kayıplarına neden oldular.

12 Eylül Darbesi; Oluşum sürecinde olan yerel demokrasi ve katılımcı planlama yerle bir oldu. Bu sürece inanan kadrolar yeniden aynı kavramlara ulaşmakta en az 10 yıl geriye düştüler.

1989 seçimi ve Sözen’in iktidara gelişi; Geniş uzman kadrolarıyla, 1987’de başlayan ve iki yıl süren Harem-Gebze Planlamasını gerekçe göstermeksizin iptal etti. Planlamanın amacı metropolün batısı ile doğusu arasında iş gücü desantralizasyonundaki dengesizliği çözüm aramaktı. O zaman var olan fırsatlar tükendi.

Sonuncusu ise 2008 yılında İMP’nin kapanışı.

Görüldüğü gibi, son elli yılda benim ve birlikte çalıştığım meslektaşlarımın emekleri, harcanan enerji, yatırımlar, çağdaş dünyaya kaliteli bir resim sunamamış.

Atelye70 Planlama ve Tasarım Grubu’nda üretilen projelerin, işlevsel ve estetik değerler bakımından ortaya koydukları olumlu vizyonlar izleniyor. Ne var ki sonuç hüsran. Bahçeşehir, Batıköy, Ataşehir gibi kentsel alt bölge olarak tanımlanan alanlar çoğu çevrede gelen tusinamilerin altında kimliklerini yitirmişlerdir. Bu kentlere sahip çıkan TOKİ faktörünü de unutmamak lazım.

Son olarak söylemek istediğim şu;
Kentleşme ve demokratikleşme birbirinin vazgeçilmezidir. Ve son sözüm siyaset üst kurumdur. Bu işi başaran kahraman bir gün siyasetten çıkar. Bilimi ve sanatı öncelikli tutan siyasetçi.

AE: Şu an ofisinizde neler yapıyorsunuz?

HK: Yeniden, umutla işlediğimiz önemli projeler var.

Bursa Nilüfer Belediyesi Eko-kent Projesi
Bursa metropolünün batı gelişme aksında 2.500 ha bir gelişme alanıdır. Tarım ve orman alanları gibi doğal eşiklerle sınırlanmış olması, proje alanına kendi içinde iş gücü ve sosyal donatı alanları ile dengeli metropoliten alt bölge kimliği kazandırmaktadır.
Raylı sistem ve ana karayolu bağlantıları, organize sanayi bölgeleri, üniversite alanının varlığı kuramsal anlamda iş iskan dengesinin kurulduğu ekolojik hassasiyetleri öne çıkaran satalit kent konseptini güçlendirir.


Bursa Nilüfer Belediyesi Eko-kent Projesi

Bursa Yıldırım Belediyesi Dönüşüm Alanı Projesi
400 ha olan, 6306 sayılı yasa bağlamında Bakanlar Kurulu’nca afet riski altındaki alan ilan edilen, yaşayan konumuyla hisseli ifraz dokusunda kurgulanmış yasadışı gelişen orta ve düşük yoğunluklu konut kümelerinden oluşmaktadır. Donatı standartları ve yaşam kalitesi düşük seviyededir.
Metropolün yoğun aktivite alanları ile kurduğu ilişkiler; ulaşım ağında raylı sistem ve karayolu bağlantılarının ortaya koyduğu pozitif girdilerden hareketle dönüşüm potansiyelinin olduğu görüşüne varılmıştır.
Plan ilkesi olarak Bursa stratejik planının ortaya koyduğu veriler bağlamında alanda hizmet sektörü desteklenecek, yaratılan artı değerle yaşayan halkın kendi mahallerinde sağlıklı yaşam ortamının yaratılması amaçlanmaktadır.


Bursa Yıldırım Belediyesi Dönüşüm Alanı Projesi

Yenikapı Transfer Noktası ve Arkeopark Alanı Uluslararası Ön Seçmeli Davetli Mimarlardan Mimari Avan Proje Temini Hizmet Alımı Yarışması
Yenikapı bölgesi, İstanbul’un demir, kara ve raylı sistem bağlantılarının bir kavşak alanıdır. Ulaşım master planına göre bu transfer merkezini günde 1.500.000 kişinin kullanacağı hesaplanmaktadır. Aynı zamanda 8.500 yıllık neolitik çağa ait kalıntılar ile özellikle Bizans dönemi antik Theodosius limanının arkeolojik kalıntıları bu bölgede yer alır. Proje, çağdaş kentin ulaşım sorunlarını çözmenin yanında arkeolojik kültür varlıklarının yaşam içinde algılanmasını hedeflemektedir. Proje ortaklarımız Prof. Francesco Cellini ve Eugenio Cipollone kardeş şehir Roma’da benzer hassasiyetleri olan tarihi çevrede ürettikleri ve uyguladıkları projelerle övgü almış dostlarımızdır.


Yenikapı Transfer Noktası ve Arkeopark Alanı Uluslararası Ön Seçmeli Davetli Mimarlardan Mimari Avan Proje Temini Hizmet Alımı Yarışması

Urfa Ruha Park Kültür Kenti
Harran Üniversitesi mitolojide dünyanın en eski üniversitesi olarak bilinir. Modern Türkiye’nin güney doğudaki kalkınma öğelerinden biri olarak gelişen Harran Üniversitesi sosyal ilişkiler anlamında kent yaşamından uzakta ve ıssızdadır.

Ruha kent projesi Harran üniversitesi ile ortak bir sivil yaşamı yaratmak ilkesinden geliştirilmiştir. İşlevsel anlamda eğitim, kültür, eğlence ve konut alanlarını içermektedir. Bir ölçüde Urfa kentine günü birlik turizm destinasyonu olduğu gibi komşu iller ve hatta komşu ülkeler içinde bir kültür ve turizm buluşma alanıdır. Bu proje Atelye70’den daha çok, Harran Üniversitesi Kampüsü müellifi kadim dostum Baran İdil’in eseridir. Bunun yanında genç mimarlar olarak, Arda İnceoğlu ve Devrim Çimen’in katkıları önemlidir.


Urfa Ruha Park Kültür Kenti

AE: Keyifli bir söyleşiydi, teşekkür ederiz.

HK: Ben teşekkür ederim.

Etiketler

Bir yanıt yazın