Cüneyt Özdemir ile Mimarlık Üzerine…

Heval Zeliha Yüksel, Cüneyt Özdemir ile söyleşi yaptı.

Bir seminere katılmak için Cambridge’e davet edildim. Harika bir zamanlama ile aynı tarihlere, Londra’da İstanbul’un tanıtıldığı InnLondon etkinliği denk geldi. Pek çok Türk galeri, sanatçıları ile oradaydı, bazı Türk tasarımcılar ve yine İstanbul’dan iki mimarlık ofisi Victoria House isimli tarihi binada yerlerini almışlardı. InnLondon’u başka bir yazıda anlatırım. Gitmişken bir süredir Londra’da yaşayan ve mimarlık ile yakından ilgilenen çok az sayıdaki gazeteciden birisi olan Cüneyt Özdemir ile sohbet etme imkânım oldu. Hem de InnLondon sergisinde Emre Arolat ile yaptığı söyleşi sonrasında… Yani bir gazeteci bir mimar ile söyleşi yaparken aynı sıralarda başka bir mimar da aynı gazeteci ile söyleşi yapıyordu… Verdiği samimi cevaplar için kendisine teşekkür ederim.

Heval Zeliha Yüksel: Mimarlık dünyasını yakından izleyen çok az sayıdaki gazeteciden birisiniz. Mimarlık neden önemli sizce?

Cüneyt Özdemir: İlki kişisel bir eksiklikten kaynaklanıyor. Benim en büyük hayalim mimar olmaktı ancak matematik ve çizimde o kadar başarısızdım ki mümkün olmadı. İçimde bir hasret olarak kaldı. İkincisi mimarlık üzerine düşünmeye başladıkça hayatımızdaki önemi daha çok öne çıkmaya başladı. Mimar arkadaşlarım sayesinde onların dünyalarına girme fırsatı buldum. Ayrıca kitaplar, bienaller derken kendimi mimarlık konusunda yetiştirmeye de çalıştım. Böyle bir hayat üniversitesi diyeceğim bir mimarlık öğrenimi çabasından sonra kendimi mimarlığın ana akım medyadaki bir numaralı temsilcisi olarak buldum. Yani anlayacağınız benim ilgimin nedeni ilk olarak kişisel bir meraktan başlıyor…

HZY: “Mimarlık” üzerine konuşulunca iyileşebilecek bir konu mu?

CÖ: Durun mimarlık ne zaman hastalandı, yatağa düştü?! Şaka şaka… Elbette daha iyi olabilir. Bakın düne kadar Türkiye’de Taksim’de bir cami yapılacak denilse yapılan tek tartışma laiklik üzerinden yürürdü. Oysa bugün artık nasıl bir cami yapılacağı, mimarının kim olacağını tartışabiliyoruz. Aynısı Çamlıca Camisi için de geçerli. Pek çok kişi oraya bir cami gerekli mi sorusunu soruyorsa biraz da bu konuşmalarımızın doğru hatta oturmasından kaynaklanıyor. Ha bunları konuşuyoruz da bir şey değişiyor mu? Şimdilik değişmiyor olabilir ama zaten bir anda değişmesini beklemek de yanlış. Yavaş yavaş bu tür konuşmalar endişeler ve tartışmalar yaratıp, Mimarlık konusundaki algıyı arttıracaktır. En azından benim umudum bu…


Yarışma sonucu seçilen proje

HZY: Cami mimarlığı ile ilgili iyi projeler üreten mimarlar ile bu konuyu konuştunuz. Yaptığınız programlar sonucu geldiğiniz noktayı nasıl açıklarsınız?

CÖ: Hemen bir noktaya gelmedik. Türkiye’de Nevzat Sayın ve Emre Arolat son yıllarda eşi benzeri olmayan iki cami yapıyorlar. Bu bile bir devrim nerede ise. Zira önümüzdeki yıllarda cami yaptırmak isteyen (yeni para kazanmış) muhafazakâr kesimlerin elinde, bakacakları örnek alacakları iki yapı olacak. Bizim görevimiz başka bir gerçeğin olduğunu göstermek. Türkiye’nin gündeminde mimarlık ile ilgili pek çok tartışmayı başlatabildiğimizi ya da farklı alanlarda taşıyıp genişletebildiğimizi umuyorum. Bunun ne kadar etkili olacağının cevabını vermek bana düşmez.


Emre Arolat’ın Sancak Ailesi için tasarladığı caminin görselleri InnLondon’da sergilendi


Nevzat Sayın’ın Malatya’da Kavuk Ailesi için tasarladığı caminin içinden bir görüntü

HZY: O zaman biraz Londra’dan bahsedelim. Şehircilik açısından örnek alınacak bir kent Londra. Bir süredir Londra’dasınız ve bazen yakındığınızı biliyoruz. Sevdiğiniz yanları yok mu?

CÖ: Yakındığım yanı insanları! Mesafeli, kibar, kibirli, uzak ve güler yüzlü insanları. Yoksa havasını saymazsak şehir ile bir problemim yok. Biraz yaşlı ve tutucu olan havasını da işin içine katmazsak müthiş bir koruma ve düzen var. Peyzaj mimarisinden, şehircilik kurallarını hayata geçirişlerine, parklarından kaldırımlarına kadar bir referanslar bütünü gibi. Öyle bir şehir düşünün ki zengin fakir bütün kaldırımları aynı yükseklikte aynı genişlikte. Parkları şehrin ortasında biri biterken diğeri başlıyor. Evden işe 40 dakikalık bir yürüyüş ile gidiyorum ve giderken 3 ayrı parktan geçiyorum. Şehrin ortasında sincaplar kazlar kuğular cennetten bir köşe gibi… Bir de şehrin dünya mutfağına ev sahipliği yapan lokantalarını anmadan geçmeyelim. Ben bu kadar lezzetli yemeği ülkelerin kendilerinde bile yemedim. Bu yüzden kilo aldım yahu!

HZY: Gectiğimiz hafta sonu İstanbul, Londra’da anlatıldı. Sizinle buluşmamıza vesile olan InnLondon etkinliği ile. Gezdiniz ve çekimler yaptınız. InnLondon’u genel olarak nasıl buldunuz?

CÖ: Biraz kermesi andırıyordu. Moralleri bozmak istemem ama bu tür işlerin başlangıcı belki de her zaman böyledir. Biraz sancılı, biraz küçük olur ama sonrası gelir. Zira gelenleri görüyoruz… Daha büyük alanlarda daha büyük katılımcılar, olayın kendisine daha iyi hizmet edecektir. Bir de böyle Türkiye pavyonu mantığı içinde üç tane tasarımcı iki tane galeri, biraz kuru fasulye pilav ve bir kaç da mimar getirmek bana biraz demode geliyor. Bir konsepti, içeriği olmalı diye düşünüyorum. İddiası zaten hayata geçirdiği bu içerikte gelmeli. Daha tematik, bir biri ile geçişken ve ortak bir anlam buluşturan bir etkinlik daha iyi olabilirdi. Bu biraz gezelim görelim gibi olmuş. Yine de ilgi oldukça yani benim beklediğimden fazlaydı.
Umarım gelecek yıllarda daha da toparlar…


InnLondon Sergisinden Fotoğraflar

HZY: İstanbul yükselen bir yıldız gibi şu anda. Örneğin ben seminer sırasında İstanbul’dan geldiğim için ilgi odağıydım. Dışarıdan bakan bir göz ile sizce İstanbul’un Londra’da veya başka bir şehirde anlatılmaya ihtiyacı var mı?

CÖ: İstanbul’u nasıl anlattığınız önemli… Bence her şehrin bir iletişime ihtiyacı var. Barselona sanırım Olimpiyatlar’dan sonra sönen yıldızını para verip Woody Allen’a çektirdiği şahane filmden sonra biraz daha toparladı diyebiliriz. Şehirlerin de iletişimi olmalı ama o iletişimi nasıl kurguladığınız da önemli. Ben önce yapıp sonra gösterme taraftarıyım. Siz son zamanlarda İstanbul’da uluslararası ödüller alan mimarlarımızın binalarından bir konsept ile bunu yapabilirsiniz. Ya da uluslararası tasarımcılarımızı anlatabilirsiniz. Bunları nasıl yapacaksınız çok önemli… Londra Kitap Fuarı vardı mesela aynı tarihlerde. Türk’ün Türk’e propagandası olarak geçti. Kültür Bakanlığı 150 yazar getirmiş. Birbirlerine konuşup gittiler. İstanbul InnLondan’da mesela pek çok söyleşi Türklere yapılıyor gibiydi. Oysa bunu farklı bir boyuta taşımak gerekiyor. Ancak o zaman bir iletişim doğuyor. Yoksa böyle kendin anlat kendin dinle olacaksa kalkıp buralara gelmeye gerek yok!

HZY: İstanbul 2020 Olimpiyatlarına ev sahipliği için talip. Olimpiyatların Londra’ya ve diğer “Olimpik Şehirler”e yaptıkları tartışılıyor bugünlerde. Ne söylemek istersiniz bu konuda?

CÖ: İlki sevindim. Türkiye için İstanbul için büyük gurur olur. Şahane bir fırsat! Bir de belki bu sayede futbol dışında bir iki spor dalı daha öğreniriz. Ben Atina Olimpiyatlarını yerinde izlemiştim. Çocuklar için çok ilham verici olabileceğini düşünüyorum, Şehircilik kısmına gelince şu anda tam bir felaketle karşı karşıyayız. 2020 olimpiyatları için kimin çizdiği, kimin onayladığı belli olmayan tesisler gösteriliyor. Üstelik Haydarpaşa gibi tartışmalı bir alana kurulan hayali projeler var. Bu tür devasa organizasyonları iyi hesaplamadığınız zaman Atina gibi elinizde yıkıntıya dönüşecek dev yapılar kalıyor. Oysa Barselona ve Londra gibi iyi planlandığında şehre yeni bir soluk getirebilecek yapılar yapmak da mümkün. 2020 olimpiyatları Türkiye’ye gelirse ilk olarak şu andaki hayali çizimlerin hepsini bir kenara bırakıp şehir tasarımcıları ve mimarları ile düzgün ve kapsayıcı bir organizasyona gitmek, yapılacak eserleri ciddi yarışmalarla seçmek gerekiyor. Yoksa bu hali ile Yunanistan ekonomisini batıran olimpiyatlar gibi bir felaketle karşı karşıya kalmaktan korkuyorum. Ama bunlar yapılamayacak şeyler de değil.

HZY: Bugün mimarlık alemini en çok destekleyen sektörlerden birisi Seramik. Seramik Federasyonu mimarlara ulaşmak için dergi çıkarıyor. (Ben editörlüğünü yapıyorum) İçerik tamamen mimari. Ya da sektörün büyükleri mimari panel, gezi, yarışma ve sergileri destekliyor. Soru şu seramik sektörünün duayenlerinden biri ile Dipnot Tablet mimari konularda iş birliği içinde. Nasıl gelişti bu bağlantı?

CÖ: Bu soruyu sorduğunuz için özellikle teşekkür ederim. Kalebodur ile Mimarlık adında Dipnot Tablet’te her hafta Türkiye’deki mimarlık haberleri ile ilgili özel bir bölüm hazırlıyoruz. Bu tamamen Pelin Özgen’in vizyonu ile hayata geçti. Yapılan haberleri sosyal medyada milyonlarca kişiye ulaştırıyoruz. Kalebodur sektörde mimarlar için müthiş bir duyma ve tartışma platformu yaratıyor. Mimarları kendi kapalı kutularından çıkartıp ana medyanın içinde güncel konuşmalara taşıyor. Bunu yaparken de mimarlar ile söyleşilerle destekliyor. Bu anlamda seramik firması olarak sadece “ilanımı veririm ayaklarımı uzatıp keyfime bakarım” zihniyetini geride bıraktı. Kalebodur’un sektörün geleceğine yaptığı bu yatırıma, bugüne kadar reklamlarla rekabete giren firmalar da duyarsız kalamaz, kalmayacaktır. Bu herkesin kazandığı bir rekabete dönüşecektir umarım. Biz bu konuya emek vermek isteyen herkes ile çalışmaya varız…

HZY: Sırada mimariye katkı bağlamında bir planınız var mı?

CÖ: Bir iki büyük mimari firmanın “application book” yani uygulama kitaplarını çıkartmak için görüşmeye başladık. Mimari bir kitabı basmak da, yayınlamak da, dağıtmak da çok masraflı ve meşakkatli bir iş. Oysa biz tamamen tabletlere yönelik yapacağımız özel kitaplarla bunları sadece Türkiye’de değil dünya çapında yayınlayabilecek bir kabiliyete sahibiz. Neden bir firmanın İngilizce kitabı yayınlanmasın ki? Bunun getireceği fırsatları gözünüzde canlandırın. Üstelik normal bir mimari kitabının hazırlandığı rakamların çok daha altında…

Etiketler

Bir yanıt yazın