“Mimarlık İnsanları Bir Kutuya Kapamak Anlamına Gelmiyor”

Premier Kampüs Ofis projesinin lansmanının ardından projenin geliştiricisi Fer Yapı'dan Ramadan Kumova ve mimarı Julien de Smedt ile görüştük...

Selin Biçer: Fer Yapı olarak farklı bir mimari bakışınız var? Türkiye’deki çoğu geliştirici “Selçuklu mimarisi”ni çok severken siz projelerinizin neden çağdaş mimarlık ürünleri olmasını seçiyorsunuz?

Ramadan Kumova: Açıkçası biz mimarı hiçbir şekilde yönlendirmiyoruz. Biz sadece projenin kime hizmet edeceğini, kaç metrekare olacağını, hangi fonksiyonları içereceğini, vs söylüyoruz ve mimar her şeyi yapıyor. Dolayısıyla bizim şu olmalı diye bir tercihimiz yok. Sonrasında en güvendiğimiz, fonksiyon olarak projeyi en iyi okumuş ama estetik olarak da en iyi noktaya gelmiş tasarımla devam ediyoruz. Bizim bir yönlendirmemiz yok.

SB: Julien de Smedt ile daha önceden tanışıyor muydunuz? Projenin mimarı olmasına nasıl karar verdiniz?

RK: Dünyanın en iyi mimari ofislerinden üçüne proje için davet gönderdik. Bir yarışma tadında olmadı bu davetler, yarışmak/yarıştırmak doğru bir tanım değil benim için…

SB: Diğer iki ofis hangileriydi?

(Ramadan Kumova isim vermekte tereddüt ediyor…)

Julien de Smedt: Yapma Ramadan, söyle hangileri olduğunu.


Fotoğraf: Uğur Ceylan

RK: Fuksas ve UN Studio’dan da konsept projeleri geliştirmelerini istedik. Bence projeye en çok değeri JDS kattı. Hem çok fonksiyonel hem de çok estetik bir proje sundu. İyi arkadaş olmamıza rağmen Julien’i övmek benim haddime değil. (Gülüyorlar)

JDS: Benim seni övmem lazım! (Gülüyorlar) Her gün sizin gibi işverenlerle karşılaşmıyoruz.


Fotoğraf: Uğur Ceylan

SB: Sizin İstanbul’da çalışmak istediğinizi biliyoruz… Bu teklif sizin için bir sürpriz oldu mu?

JDS: Gerçekten de bir sürpriz oldu. Basın toplantısında Ramadan’ın anlattığı hikayeden yola çıkarsak zamanlama çok önemli. Bir şekilde doğru zamanda İstanbul’daydık. Belçika Prensi ve Prensesi ile birlikte iş için İstanbul’a gelmiştik, burada birçok kişiyle tanıştım. Ancak Ramadan bunlardan biri değildi.

İstanbul’dan ayrıldıktan 2 hafta sonra Fer Yapı tarafından aranıp davet edildik. Çok şaşırdım, çünkü bizi nereden tanıdıklarını anlayamadım.

Nedense bu projede kendimi rahat hissettim, doğru zamanda doğru yöne ilerlediğimizi hissettim. Eğer Türkiye’ye, özellikle İstanbul’a bakarsak ve şehrin gelecekte yüzleşmek zorunda kalacağı koşulları incelersek bu tip işbirliklerinin önemini daha iyi anlayabiliriz. İstanbul çok hızlı, agresif ve tehlikeli bir biçimde gelişiyor. Büyük deprem yüzünden gereken yenilenmelere ve yeniden yapılanmalara gidiliyor. Bu ne kadar harika olsa da bir aciliyet söz konusu. Fer Yapı’nın işi ele alış tarzı ise çok davetkar. İşlerin iyi yapılmasını umut ediyorlar. Bunu bu şekilde yapmak işin asıl heyecanlı ve önem arz eden tarafıydı.

Doğru amaç ve doğru istekler ile yürüyen bu tip çalışma tarzına ihtiyacı var bu şehrin. Bu iş sadece ticari amaçlar ya da iyi niyetle çözülemez. İyi organize edilmiş bir işte iki şeyin tek bir yönde ilerlemesi gerekiyor. Bu projede biz bunu başardık. (Gülüyorlar)

RK: İstanbul’da kendisiyle görüştükten 3 gün sonra beni arayarak benim fikirlerime karşı kendi fikirlerini anlattı ve çalışma maketlerinin görsellerini yolladı. Bu şu ana dek iş hayatımda karşılaştığım en önemli örneklerden bir tanesi. Enerjisi, projeyi sahiplenmesi ve önem vermesi beni çok etkiledi.

SB: Peki herhangi bir Türk mimarla aynı hissiyatı yakalayabileceğinizi düşünmediniz mi?

RK: Biz bu konuda yerli ya da yabancı mimarı ayırmıyoruz. Bu konuyu iyi mimarlık olarak değerlendiriyoruz. Türkiye için yeni bir konsept öneriyoruz. Julien de Smedt dünyayı geziyor ve görüyor. Benzer projeler içinde yer almış. O’nun bu bakış açısına da ihtiyacımız vardı. JDS Architects’e işi vermemizin nedeni yabancılara öykünmekten değil. Bunu yaşamış, tecrübesini bize aktarabilecek çok ünlü bir mimar Julien…

SB: Biraz önce lansmanda projeye yaklaşım tarzını dinledik ama benim çok merak ettiğim bir durum söz konusu. Vaziyet planına bakıldığında proje M harfine benziyor. Belki de W…

JDS: İkisi de değil açıkçası. Kağıthane bölgesinde arsamıza yakın zaten bir Z ofis mevcut ve sahibinin soyadıyla uyum sağlıyor. (Gülüyorlar) Hem Ramadan hem de ben bu tür konularla ilgilenmiyoruz. Mimarlıkta öne çıkarmaya çalıştığımız mentalite kesinlikle bu değil. Belki projenin çevresiyle alakasını ya da manzara değerini öne çıkarabiliriz. Biz durumlarla ve gelecekle uğraşıyoruz. O yüzden hangi harfe benzediği umurumuzda değil. Bu biçim projenin program ihtiyaçlarından ve çevresiyle olan ilişkilerinden üzerine yerini buldu.

SB: Gördüğüm kadarıyla işvereninizden gayet memnunsunuz…

JDS: Diyelim ki bir resepsiyondasınız… Bahçenin bir yanında dururken diğer uçtan bir kahkaha geliyor ve o kişinin Ramadan olduğunu biliyorsunuz. Zamanında bir adam, bir ofisin yaratıcılığını ölçmek için oradaki kahkaları dinleyin demiş… İnsanlar ne kadar çok gülüyorsa, orada daha fazla yaratıcılık var demektir. Yanımdaki bu adam herkesten daha yüksek sesle gülüyor. (Gülüyorlar)

SB: Projenin ne zaman tamalanacağına inanıyorsunuz?

RK: 2015’in Kasım ayında teslim edeceğiz…

SB: Ramadan Bey, projeyle ilgili bize anlatmak istediğiniz başka bir şey var mı? Ya da kısaca “eylemlerimiz sürecektir” mi diyorsunuz?

RK: Bunu daha ne kadar sürdürebileceğimizden çok emin değilim. Yenilikçi olmak, yeni bir fikir geliştirmek kolay iş değil. Bugüne kadar bunu başardık, ancak bu beraberinde bir korku da üretiyor Sırada ne olduğunu düşündürtüyor insana. Biz çok iddialı bir çıkış yaptık, yeni bir konsept, yeni bir ürün… Bu tavrı devam ettirmek üzerimizde bir baskı oluşturuyor. Umarım yakalarız birşeyleri.


Fotoğraf: Uğur Ceylan

SB: Tasarımla ilgili başka bir soru daha sormak istiyorum. Son zamanlarda mimarlıkta sürdürebilir ve çevre dostu binalar üretiliyor. Ben bunu moda olarak görüyorum. Bu konuda tasarım adına neler yaptınız bu projede?

JDS: Bu projede aslında sürdürülebilirlik konusunda daha düşük teknolojiler kullandık. Bu haliyle de Türk yapım tekniğine de yakın olmuş oldu. Burasıyla ilgili sevdiğim şeylerden biri de bu, çünkü örneğin İngiltere’de yüksek inşaat teknolojisi çok yoğun bir şekilde kullanılıyor. Eğer sürdürülebilirlik konusuna ilerici bir bakışla yaklaşırsak düşük teknoloji ve basit konseptler daha iyi. İleri teknoloji günün birinde başka birşeye dönüşecek.

Projenizde düşük teknoloji uygulanmış bir sürdürebilirlik konsepti kullanırsanız, sonradan projeyi daha basit bir biçimde değiştirebilir ya da eklemeler yapabilirsiniz. Gelecekte de hala güneşten korunmak gerekecek ya da ofisinizin doğal olarak havalandırılmasını başarmanız lazım olacak. Projenizin mevcut koşullara uyumlu olması gerekiyor…

Bu projedeki temel prensipten bahsetmek gerekirse, ofiste ihtiyaç duyulan her şey bulunmalı. Bu konuda daha insani olmak lazım.


Fotoğraf: Uğur Ceylan

SB: Premier Kampüs Ofis’te sizin için mimari anlamda bir yenilik var mı?

JDS: İlk olarak şunu belirtmeliyim ki bu benim ilk ofis yapım. Aslında daha önce benzer projeler tasarladık, ancak bu inşa edilen ilk projemiz. Bu yüzden de benim için çok heyecan verici bir durum. Genelde bu tür projeler birbirini tekrarlayan unsurlar içerir ve dikeydir. Bu projedeki durum bu yüzden hem heyecan verici hem de zorlu. Burada çalışacak topluluğun mekanları kullanım şekli her şeyi ulaşılabilir kılıyor.

Örneğin burada sigara içmek için asansöre binip aşağıya inip kendinizi suçlu hissetmenize ve ofise geri gidene kadar onca zamanı kaybetmiş olmanıza izin vermiyor. Normal ofis yapılarına göre bu projede daha fazla esneklik ve basit olgulara karşı daha iyi bir ilişki var.

Mimarlık insanları bir kutuya kapamak anlamına gelmiyor. Bu projede bunun tersini yaptığımız için mutluyum.


Fotoğraf: Uğur Ceylan

SB: Türkiye’deki mimarlık ortamı hakkında neler düşünüyorsunuz? Burada arkadaşlarınız var mı?

JDS: O kadar çok arkadaşım yok. Ancak burada neler olduğunu takip ediyorum. Çok iyi bir isim hafızam yok, Superpool’u tanıyorum, çok iyi işler yapıyorlar.

SB: Hiç birlikte çalıştınız mı?

JDS: Yok aslında çalışmadık. Sadece Bianel’den biliyorum, burada tanıştık. Onlarla bir şekilde çalışmayı isterdim, kulağa iyi geliyor. Superpool bildiğim kadarıyla sadece 3-4 senelik bir ofis ve bu o kadar da uzun değil…

Sanki yeni birşeyler oluyor gibi. 10 sene önce, buna benzer bir hal Brüksel’de başlamıştı, Kopenhag’da mimarlığa daha yeni başlamışken, benzer çok az mimar vardı. Sadece büyük ofisler vardı. Buradaki durum da aynı. Birçok ofis ve birçok sıkıcı iş var, aynı birçok ülkedeki gibi. Ama hayal eden sesler de var ve hızla büyüyorlar.

Burası enteresan şekilde çok büyük bir yer, Avrupa’nın kuralları yeniden yapılanmak için teşvik edici. Savaş sonrası dönemden daha fazla yapı yapılıyor, çok garip.

Bence büyük birşeyler olacak. Ve herkes ne söylemek istediğimi anlayacak. Çok çirkin bir süreç yaşanacak, hırslı bir şekilde. Amerikalılar sadece büyük projeler gerçekleştirme hayalleriyle bu bölgeye geliyorlar. Bir yandan da Avrupa’nın fakir mimarları geliyor, ve daha iyi olmak istiyorlar. Umuyorum ki kentte birşeyler başlayacak…

İstanbul’a prenses ve prensle geldiğimde İBB bize 17 dakikalık bir video izletti. Tanrım, ölmek istedim! Video boyunca neler yaptıklarını anlatıyorlar, ama günün sonunda, sadece belediye başkanın yüzünü hatırlıyorsunuz. O kadar çok şey yapılmış ki ,daha fazla görmek istemiyorsunuz. Ama gerçekte, burada bu işin içinde olan insanlarla konuştuğunuzda, yapılanlarla ilgili ortada en ufak planlanmış bir durum yok. Yapılaşma çok hızlı ve çok muğlak bir şekilde gerçekleşiyor.

SB: Bazen biryerlere çok fazla seyahat ettiğinizde, her defasında ufak farklılıklar görürsünüz. Burası için de aynı şeyi hissediyor musunuz, değişiklikler görüyor musunuz?

JDS: Güzel bir soru. Gerçekten zor, çünkü tabii ki toplumla ilgili önemli değişiklikler, normalde algılanması daha çok zaman alır, benim deneyimlediğimden daha uzun süre deneyimlemek gerekir. Ama açıkça gözlenen olan bazı şeyler var, bazı bölgeler hızla değişiyor. Biliyorsun, Taksim değişiyor.

SB: Evet değişecek…

JDS: Evet değişmeye devam ediyor. Bazıları daha iyi olacağını, bazıları daha kötü olacağını söylüyor. Biliyorsun insanların ağzında dolanan soylulaştırma meseleleri falan yüzünden. Görülüyor ki burada bir devinim var, hissedebiliyorsunuz. Ayrıca geniş bakış açısı olan insanları da görebiliyorsunuz. Yolda yürürken insanlar arasındaki eşitsizliği görebiliyorsunuz. Taksimde, bazı insanlar galerilere gidiyor, neredeyse hemen yanların gecekondu şartlarında yaşayan insanlar varken. İnsanların onlara yaklaşımlarını hissedebiliyorsunuz, belki yanlış bir şekilde. Belki bunların hepsi gayet normal. Ama daha yapıcı, daha birleşik, gerçekten zeki insanların bir araya gelmesi lazım bunu yenmek için, olması gereken şey bu. Açıkça görülüyor ki bir çok problem var, şehrin üzerinde birçok el var.

Şu an New York’ta yaşıyorum ve hep söylüyorum, New York’la ilgili en güzel şey çok önemli bir bağımsızlığa sahipsiniz, Amerika’nın yasasından kaynaklanan bir durum, her devlet büyük bir özgürlüğe sahip ayrıca. Bence bu çok önemli. Tüm bu kadar bağımsızlıkta insanlar para kazanmak istiyor ,ama bu bağımsızlığa sahip olunca insanlar yaşadıkları yerleri daha çok önemsiyorlar, insanlar daha çok kaygılanmaya başlıyor kendi çevreleriyle ilgili. Bu kırsal bölgede bazı insanlar adına başkalarının karar vermesi gibi bir durum değil. Kararları açıklıyorlar, New York’ta 51 toplumdan insan yaşıyor ve her birinin yaşadığı alanlarla ilgili bir takım kararlar veriliyor. Her alandan insanlar bu kararlarda rol alıyor, aynı zamanda vatandaşlar da rol alıyor. Kentin doğru kararları alması için buna ihtiyacı var.

SB: Tabii ki…

JDS: Brüksel ise daha çok korkunç bir şehir çünkü birçok semt çok fakir ve insanlar çevreyi önemsemiyorlar… İyi birşeyler yapmadan önce, biçimsel görünümü belirleyerek, yeniden kurmak çok önemli. Bende inanıyorum ki kule ve çevreleriyle ilgili yeni kurallar yapılmalı İstanbul için, kesinlikle buna karşı duran kararlar. Ama ayrıca insanların para kazanması desteklenmeli. Böylece onlar da çevreyi geliştirebilirler. Bence inşa etmek bunun tek yolu.

SB: Kentlerin durumunu ne kadar tartışsak az. Sizce bu proje İstanbul için bir çözüm öneriyor mu?

JDS: Aslında bir mimar olarak sorumluluğum en başta bir duruma bakıp bunun insanlar için iyi olup olmadığını değerlendirmek. Türkiye’de ekonomik durumu belli bir düzeyde olan insanlar için konutlar üretiliyor. Ancak bu insanlar için üretilen mimarlık yetersiz. Evet, kağıtta bu bir gelişme. Mimarlık buna göre daha karmaşık. Sadece mühendislik açısından buna konuya eğilmemek lazım. Sosyal, ekonomik ve hissi boyutlarına bakmak da gerekli.

Ben kesinlikle yargılamıyorum, ama bunu yapmanın başka yolları da var. Adana’da şehrin merkezinde artık istenmeyen bir stadyum alanında bir proje ürettik. Kentin dışına atılması isteniyor. Adana’da iki büyük futbol takımı var ve taraftarları da oldukça fazla sayıda. Şehrin kültüründe bu oturmuş durumda. Bir maçı izlemek için şehrin banliyölerine bu inşaları götürmek şehrin enerjisini yitirmesine neden olur. Buradaki stadyumu yıkıp yerine TOKİ konutları dikmek isteniyor. Bizim önerimiz bu iki işlevi bir araya getirerek iyi mimarlık yapmaktan yana oldu. Böylece hem stadyum şehrin içinde kaldı, hem de lokantalar, ofisler ve ticari alanlarla birlikte kent hayatı zenginleşecek. Bu herkes için kazanç sağlayacak ve aradaki fark çok büyük.

SB: Bu projeyi ne zaman inceleyebileceğiz?

JDS: Mümkün olan en kısa zamanda…

SB: Merakla bekliyoruz. Çok teşekkür ediyoruz.

JDS: Rica ederim…

Etiketler

Bir yanıt yazın