Çamlıca Camisi Biraz Daha Büyük Yapılırsa Milli İradenin Tamamını İçine Alabilir

Gazeteci-yazar Kürşat Bumin'le güncel kent meseleleri üzerine konuştuk.

Kürşat Bumin’in 80’lerde kaleme aldığı “Demokrasi Arayışından Kent” adlı kitabında gündemimizde her geçen gün daha fazla yer bulan katılımcı demokrasi ve kent konuları yer alıyor. Keyifli söyleşimizde kendisine güncel kent meselelerini sorduk. Çamlıca Camisi için biraz daha büyük yapılırsa milli iradenin tamamını içene alabilecek bir cami olabileceğini söyleyen Bumin: “Bir muhafazakarın yeni şehir istemesi, gökdelen istemesi olacak şey mi? Muhafazakar beton aşkından yanıyor. Bugünkü iktidar için de öyle. Devamlı hadisle, ayetle konuşan bir iktidar devamlı gökdelen peşinde koşuyor” dedi. Söz Bumin’de!

“Demokrasi Arayışında Kent” adlı kitabınız ile ilgili bir söyleşide şehrin sadece mimarlara, şehir plancılarına, belediyelere bırakılmayacağını söylemişsiniz. Bugünlerde de aynı konuları konuşuyoruz. Neler söylemek istersiniz?

Sözünü ettiğiniz çalışmayı yayınladığım zaman 80’lerdi. Şehir şimdiki gibi herkesin hakkında fikir beyan ettiği bir alan değildi. Daha çok belediyeciler, belirli meslek odaları, üniversitelerin kimi fakültelerinin mahalli yönetimlerle ilgili birimleri fikir beyan ediyordu. Ben bu kitabı yazarken şehrin politik, felsefi olarak da okunması gerektiği üzerinden hareket etmeye çalıştım. Şehir sadece mimarlara, şehir plancılarına, belediyelere bırakılacak bir alan değil. Şehir en başta şehirlilerin düşünmesi gereken bir konu.

Şehir Kültürünün İmhası Çok Hızlı Bir Şekilde Gerçekleşti

Peki Türkiye’de şehir ile ilgili süreçlere halkın katılımı nasıl?

Benim bu çalışmayı yayınladığım dönemlerde, SHP’de (sonrasında CHP’ye dönüşmüş olan) bir arayış vardı. Katılımcı bir demokrasi arayışı vardı. O zamanda katılımcı demokrasi çok tutulan bir şeydi. Sonra Refah Partisi de bu katılımcı demokrasi arayışına katıldı. “Şehri mahalle konseyleri, kent konseyleri ile birlikte yöneteceğiz” gibi açıklamaları vardı. Fakat olmadı. SHP, epeyce belediye kazandı ama bir türlü katılımcı demokrasi uygulamaya geçmedi. Kolay da bir şey değil tabii ki . Bunun sağlanması için merkeziyetçi yapının hırpalanması, değişmesi lazım. Katılımcı demokrasi slogan olarak kaldı. Çok büyük kentlerde bu işin olması daha zordur ama bizde küçük şehirlerde de bu durum de böyle. Anadolu’ya gittiğiniz zaman hiçbir şehrin kimliği kalmamış durumda. Malatya’ya gittim. Taksi’ye binip beni kentin eski merkezine götürmesini söyledim. Malatya çok eski şehirlerinden birisidir. Koca bir Ermeni cemaati yaşamıştır. Taksici “kentin eski merkezi yok” dedi. Bir baktım, gerçekten yok. Şehirler birbirinin kopyası, ha Uşak’a gitmişsiniz ha Malatya’ya gitmişsiniz. Binaların da mimarisi aynı. Türkiye’deki şehir kültürün imhası çok hızlı bir şekilde gerçekleşti.

Demokratik katılım bize yabancı bir kavram olarak mı kalıyor?

Tabi. Bizde katılımın bir tarihi, kültürü yok. Hiçbir yere katılmamışız şimdiye kadar. Böyle bir geleneğimiz olmayınca katılım bize çok yabancı kalıyor. Mesele politik ve bizde de çok merkeziyetçi bir idare var. Biliyorsunuz Anayasa da açıkça merkezi iktidarın gücünü belirtiyor.

Muhafazakar Beton Aşkıyla Yanıyor

Yahya Kemal’in Kör Kazma yazısını sık sık hatırlatıyorsunuz. Oradaki “muceddin olmak” (yenilikçi olmak) Batı’dan biraz daha farklı mı algılanıyor bizde? Eskiyi yok sayma, yıkma üzerine mi bu anlayış?

Bu Türkiye’nin büyük sorunu. Bir çok şehir anlayışı var. Geçen gün Abdullah Gül Roma’ya gitti ve “Roma’da gökdelen yok, AVM yok” dedi. Hoş bir laf ama “yeni mi gittin Roma’ya” diye insanın sonrası geliyor. Hiç çıkmadın mı Türkiye’den? İngiltere’de okumuş falan. Ki orada da aynıdır. Bizde böyle bir şehircilik yok. Bizde içinde dahil olduğunuzu düşündüğünüz düşünce dünyasının şehir konusunda ne gerektiği konusunda bir düşünce yok. Bir muhafazakarın yeni şehir istemesi, gökdelen istemesi olacak şey mi? Muhafazakar beton aşkından yanıyor. Bugünkü iktidar için de öyle. Devamlı hadisle, ayetle konuşan bir iktidar devamlı gökdelen peşinde koşuyor. Bu Türkiye’nin entelektüel birikim açısından çok uzun yol alması gerektiğini gösteriyor.

Çamlıca Camisi’nin Adını da Milli İrade Camisi Koyabiliriz

Çamlıca Camisi de eleştirilen projeler arasında. Büyüklüğü de eleştiriliyor. Yaklaşık 50-60 bin kişilik bir kapasitesi olacağı açıklandı…

Biraz daha büyütseler milli iradenin hepsini içine alacak bir cami olabilir! Adını da “Milli İrade Camisi” koyabiliriz. Olacak şey değil.

Ama oluyor…

İstanbul’daki camiler de tepelere yapılmış ama bu her yerden görülmesi fikri onlardan da büyük bir iddia. Çamlıca için orada yeterli cemaat yok diye çok yazıldı. Ataşehir’de yapılan bir cami var. Önde cami arkada finans merkezi var. Valeler çalışıyormuş camide. Arabanızı alıyor namaz sonrası telefon ediyorsunuz getiriyor. Valeli cami! Çamlıca’da teleferik gibi saçma sapan bir proje var. Bu araç da oraya cemaat taşıyacak. Muhafazakarlardan bahisle Menderes bu kadar iddialı olmadı, Özal, Demirel böyle yapmadı. Demek ki bugün bu muhafazakar beton aşkının bütünleşmesi tam zirvesine ulaşmış durumda. Böyle bir şeye kimsenin hakkı yok tabii ki . İstanbullunun aklında orası Çamlıca Tepesi. Pek çok hikayede, filmde, romanda orası Çamlıca Tepesi. Böyle bir şeyi yapmaya hiçbir merkezi ya da yerel iktidarın, yerel yönetimin hakkı yok. Ayrıca bu proje için konuşacaksak öyle bir yarışma da olamaz. Cami yaptırma derneğinin seçtiği bir jürinin kararında yola çıkarak böyle devasa bir proje çizilemez, uygulanamaz. Çünkü bu bir mahalle camisi değil. Şehre en hakim tepeden bakan cami olacak.

Gezi’den sonra olsa birçok proje durabilirdi

Şehrin içinde bazı işlevini yitiren, boşa çıkan alanlarda sürekli yükselen rezidanslar, gökdelenler görülüyor. Yeşil alanlar, sosyal donatı alanları yerine AVM’ler yapılıyor. Bunu nasıl yorumluyorsunuz?

Galatasaray stadı yerine yapılan inşaatla ilgili CHP’li bir meclis üyesi şikayetçi oldu. Mahkeme reddetti. “Seni doğrudan etkilemiyor” dedi. Türkiye’de durum böyle; şehirle çevre ile ilgili yurttaşların tek tek veya bir araya gelerek şikayetçi olması, bu konularda açılan davalara müdahil olması kabul edilmiyor. Mesela bir yurttaş olarak şurada bir fabrika var, şehri kötü etkiliyor diye şikayetçi, müdahil olamıyorsun. Bu hukuk sistemimizin büyük bir eksikliği. Batı’da durum tamamen farklı. Mesela bir kadın derneği, kadınlar için aşağılayıcı manşet atan gazeteye dava açabiliyor ve tazminat alıyor. Gazeteyi de mahkum ettiriyor. Türkiye’de olsa savcı “hakaret edilen kadın sen misin” diye soruyor. Katılım diye konuşurken yurttaşların kamusal hayatla ilgili dava açmasının bir yolu olması gerekiyor. Gezi bir takım şeylerin yapılamayacağını gösterdi. Bana sorarsan Gezi’den sonra olsaydı bir çok proje durdurulurdu. Zorlu, Emek, Cevahir de olmazdı. Hükümet her gün Gezi konusunda laf edip duruyor da Gezi projesi yapılamadı. Gezi, kışlayı, o projeyi durdurdu. Saray, kışla bozuntusu yapı yapılamadı. Galatasaray’ın eski stadının bulunduğu Mecidiyeköy gibi bir yere o kadar gökdeleni dikmek de nedir? Gezi daha önce olsaydı o gökdelenler de dikilemezdi. Bu bir cinayet. Bu kültürsüzlüğün, kültür düşmanlığının, şehir hayatı düşmanlığının göstergesi.

Bir de yazılarınızda değindiğiniz Boğaz kıyısından denizin görülmemesi meselesi var…

Bütün Boğaz boyunca yalı duvarlarından deniz görünmüyor. Four Seasons Otel’ni yazdım. Hiçbir şehirde denizi gizlemek yalı sahibinin hakkı olamaz. Otel sahibinin hiç olamaz. Beşiktaş’tan bir çıkıyorsun deniz görmeden Ortaköy’ün ilerisine kadar gidiyorsun. Orası Allah’tan boş ama sonra yine başlıyor. Hele karşısı, Üsküdar’dan başla Kuzguncuk’a kadar hep duvar görüyorsun.

Mitingin Amacı Hayatın Doğal Akışını Bozmaktır

Yenikapı’da bir milyon kişilik konser, festival miting alanı yapılıyor. Tarihi yarımadanın peyzajına zarar verdiği de eleştiriler arasında. Yenikapı’daki dolgu alanını nasıl buluyorsunuz?

Miting bizdeki hakim anlayışa göre mümkün olduğu kadar insanların kimseyi rahatsız etmeden bir yerlerde toplanıp, kendi arasında konuşmasıdır. Hayatın doğal akışı bozulmayacak. Oysa mitingin amacı hayatın doğal akışını bozmak, kendini göstermek, başkalarına bir şeyler ifade etmektir. Aynı şey grevlerde de vardır. Grevler mümkün olduğu kadar halkın gündelik yaşamını bozmayacak şekilde algılanıyor. Grevin amacı milleti rahatsız etmektir. Sistemin işleyişini bozmak için yapılır. Yenikapı’daki Miting alanı işi tehlikeli de bir şey. Espirili bir şekilde söylersek; düşünülen Yenikapı miting alanına TOMA’lar girdiği zaman -akıntı da var orada- katılımcılar patır patır denize dökülür. TOMA olmadı, izdiham olsa patır patır akıntıya döküleceğiz. Nereden esinlenebilirler diye düşünelim, ama yok dünyada bir benzeri yok.

TOKİ Meselesi Görgüsüzlükten Kaynaklanıyor

TOKİ hakkında ne düşünüyorsunuz?

TOKİ’ler de tabi ki muhafazakar bir kültür dünyasının kabul etmeyeceği bir yapılaşma biçimi. Nitekim gerçek bir muhafazakar olan Mimar Turgut Cansever tek tipleşmeyi çok eleştirirdi. Muhafazakarlar onu da sever görünürler ama iş TOKİ’ye gelince sesleri çıkmıyor. Bu TOKİ meselesi de bir görgüsüzlükten kaynaklanıyor. Bir kere mimari anlamda bir estetik yok. Bir çirkinlik abidesi. TOKİ’nin şöyle bir yanlışı var. TOKİ ev sahibi yapmaya çalışıyor. Oysa Avrupa’daki sosyal konutlar satılık değil kiralıktır. Sosyal devlet satılık değil, kiralık ev yapıyor. Urfa’da balkonsuz ev yapıldığını anlatmışlardı bana. Urfalı balkonu yazın balkonsuz evde nasıl yaşasın. Merkezden çizilen projeler, o derece özensiz.

Medya Devamlı İktidara Yakınlığıyla Şekilleniyor

Menderes döneminde de bazı kültürel, tarihi yıkımlar yaşanırken açılan bulvarlar, yollar medyada bir gelişim göstergesi olarak sunuluyordu. Şimdi de üçüncü köprü, üçüncü havalimanı bir tarafta gelişim, bir tarafta çevre katliamı olarak sunuluyor. Bu açıdan medyayı nasıl değerlendiriyorsunuz?

Türkiye’de medya her zaman kötüdür. Çünkü Türkiye’de medyanın kendi tarihi yok. Devamlı iktidara yakınlığıyla şekillenmiştir. Bu dönem de çok kötü. İçinde yaşadığımız dönem darbe veya darbemsi dönemlerdeki iktidar ve medya ilişkisini hatırlatıyor. Basının durumu kendi tarihi olmaması ile alakalı. Bu da özgürlük, ifade özgürlüğünün ülkedeki eksikliğinden kaynaklanıyor. Patronların devlete iş yapması da var ama tamamı bundan kaynaklanmıyor.

Ahmet Hakan, Yeni Şafak’tan kopuş sürecinizin sonrasında sizin için 28 Şubat’ta medyanın içine düştüğü perişan hali en düzeyli ve en cesur şekilde deşifre ettiğinizi yazdı. Üstelik bunu da Yeni Şafak’da yaptığınızı söyledi…

Ben Refah Partisi’ne hiçbir zaman yakın değildim. Ama özgürlükler meselesinde konuya bakacak olursak Refah Partisi kapatma kararı yanlış bir karardı. Doğruya doğru yazdım. Hatta AİHM’nin bu kapatma kararını onaması da yanlış bir karardı. AİHM’nin bu kararında asıl doğru tespitler, söz konusu karara muhalefet şerhi koymuş olan iki yargıcın altını çizmiş olduğu hususlardı. Bu çerçevede şunu da söyleyeyim Başbakan için de övücü şeyler yazdım. Mesela bir zamanların ünlü polemik konusu “demokrasi tramwaydır ” (araçtır) tartışmasında Başbakan’ın demokrasiyi araç olarak nitelemesinin doğru olduğunu yazdım. Eski Yunan’da doğmuş olan demokrasi nihai amaç olan mutluluğun bir aracıydı. Belki hatırlıyorsunuzdur Başbakan da bu akıl yürütmeyi hatırlatır biçimde –haberdar mıydı, değil miydi bilemem- “mutluluk” için değil demokrasinin, dinin bile bir araç olduğunu söylemişti.

Hizmet Hareketi ve hükümet arasında devam eden tartışmaya nasıl yaklaşıyorsunuz?

Çok eskiden beri cemaate yönelik çok eleştiride bulundum. Okullarını kendime yakın bulmadığım için yazılar yazdım. Şimdi eleştirel yazanlar o zamanlar okullarını ziyaret ederek, öve öve bitiremiyorlardı. Ben o okulların manasız ve hatta zararlı olduğunu yazmıştım. Ayrıca hatırlıyorsunuz eskiden de yakışıksız “beddualar” dolaşıyordu ortada. Demek istediğim durduğunuz, baktığınız yer doğru makbul bir yerse ne cemaat ne iktidara ilişkin görüşlerinizde büyük zikzaklar olması mümkün değildir.

Etiketler

1 Yorum

  • yilmaz-kuyumcu says:

    Metro köprüsü konusunda seksenli yılların ortasında Mimarlar Odasında bir çalışma vardı. Şimdiki köprünün 100 metre kadar Haliç içine yapılması, Eminönü ve Karaköy Meydanlarının ve eski Galata Köprüsünün yayalara ayrılmasını böylece Hanlar Bölgesi ile Galata’nın bir aks üzerinden birleştirilmesi önerilmişti. Kimse dinlemedi, ortaya bu köprü çıktı. İki meydan otoyol kavşağına dönerken köprü de anormallik olarak kaldı kentin ortasında. Kadıköy metrosu deniz dolgu alanda inşa edildi. En az otuz metre denizin altına iniyor. Depremde neler olabileceğini düşünmek bile istemiyorum. Derin metrolar İstanbul’un kaderi gibi. Mesela Bostancı Metrosu tam 320 basamak aşağıda. Taksim metrosu neredeyse deniz seviyesinde hat uzatılsa Kabataş’a düz ayak çıkılır. (ya da bir tünel yapılsa ve finikülere gerek kalmaz.) Üçüncü köprü evet bir çevre felaketi ama bir başka felaketi daha var İstanbul’un felç olmuş köprü trafiklerine tam 96 kilometre mesafede yani şehir içine hiçbir faydası yok. Bunların baş nedeni projelerin müteahitlere yaptırılması. Yani kurda kuzunun emanet edilmesi ve bunun tasarruf yapmak diye yutturulması.

Bir yanıt yazın