Bir Kentin Dokusuna Gömülmüş El Yazısı: Tipografi

Grafik tasarımcı Ayşe Ulay ile, tipografik unsurlar üzerine kurulu ID:LA sergisi ile ilgili konuştuk.

Kent mekanını size birebir sunmadan yaşatan, aidiyet, yerel, yere özgü olma sorunsalını, sadece sizin gözlemlerinize bırakarak sizi bir an yalnızlaştıran, ardından hemen tanıdık gelen imgeler ile çoğullaştırarak anlatan ID:LA sergisi, kent kimliği ve bellek üzerine gerçekten çok keyifli bir anlatım sunuyor. Ayşe Ulay’ın İstanbul’daki ilk kişisel fotoğraf sergisi ID:LA Milli Reasürans’ta 15 Mart’a kadar ziyaretçilerini beklerken fırsat bu fırsat Ayşe Ulay ile tasarımda tipografiden, kente uzun bir yolculuğa çıktık… Keyifli okumalar.

Sergi nasıl bir kent okuması sunuyor? Bir kenti, dönemi bağlamı tasvir etmek için neden, nasıl tipografi kullandınız?

ID:LA, birkaç katmanda okunabilirlik sunuyor. Serginin adı “translingual” ve içeriğinin bir ipucu aslında. Bir alt benliğe, kimliğe, hatta bir marka kimliğine direkt gönderme yapıyor. Kimliğin işaret ettiği şehrin adı da sembolleştirilmiş, akronim formuyla kullanılıyor. Bir anlamda işaret sistemleri üzerinden işaret edileni tanımlama söz konusu.

Sergi, mekandaki kurgusuyla izleyiciyi başlangıçta tam da anlamlandırılamayan, otopark numaralarından oluşmuş bir geri sayım düzeniyle alt kata yönlendiriyor. Rakamlar sıfırlandığında, belli bir sisteme oturtulmuş başka bir görsel seri ile karşılaşılıyor. Şehrin dayattığı yatay coğrafik konum, iklimsel şartlar, yapısal özellikler ve dönem algısı, görsellerin biçemsel devamlılığını oluşturan belirgenler olarak şehrin tanımını netleştiriyor. ID:LA ilk okunuşuyla, yerel mimarinin uzamında, kent mekanının ikonik imgelerinin dışında kalan, genelde pek de dikkat çekmeyen tabela göstergeleri, hatta park numaralarına uzanan işaretler, semboller üzerinden tanımlanmayı amaçlıyor. Proje, şehrin bu portre temsiliyetinde, ortak bir dönem duygusunu bütünlüğünde barındıran, eski ve yeninin bir arada gözlemlenebildiği kıyı bölgelerinde, fotoğrafiyi belli bir tasarım anlayışıyla kullanıp, işin retoriğini, tek bir göstergenin işlerliği üzerinden kurarak, sorgulatmak istiyor.

Tipografik öğeler üzerinden bir şehir okuması yapma nedenim grafik tasarım kökenim ve metin-alan ilişkilerine mesleki yatkınlığımla ilgili. Bir kentin dokusuna gömülmüş el yazısı diyebileceğimiz tipografik unsurların yaygın kullanımlarına, duvarlar, çatılar, facade’lar, dükkanlar, park yerleri ve istasyonlarda rastlamak mümkün. Tipografi, gösterge olarak kullandığı harf, simge ve sembollerden bir yapı kurarak tanıma/anlama ulaşır. Bu yapısal düzen mimari yaklaşıma benzer ortak birimler, oranlar, espaslar, ilişkisel mekanlar ve parçalardan oluşur. Dilin görsel işaretlerinin günlük kullanımında tipografik unsurlar, bilgi ya da mesaj vererek birinci plan görünürlüğünün yanısıra, alışılagelmiş görünmezliğinde barındırdığı zaman, yer ve bölge bilgileriyle, o “yer”e ait bir tanıma işaret ederken, tarihsel veriler ve kent dokusuna örülmüş referanslar gibi de okunabilir.

ID:LA’in görsel çatısını projenin başında belirlemiştim. Seçtiğim tipografik örneklerin mekansal forma bürünmüş karakterlerini, gökyüzü görünürlüğüne LA’in hemen her yerinden imkan veren yatay mimarisiyle cephe yüzeylerine odaklanmış yapı pratiğini ilişkilendirerek, fotoğraflarda mekan derinliği olmayan, grafik bir yaklaşım tercih ettim. Sert, kontrast gölgeler konum ve çevre bilgisini limitleyen yalıtma unsuru, bulutsuz gökyüzü de, işaretlerin arka planında tipografik nesneleri öne, merkeze çeken, işlerin yapısal devamlılığı koruyan temel bir veri olarak işledi.

İnsanın “Kendi” Olamadığı O Yerden Özüne Bakışı ile Sergideki İşaretlerin Mekansal Kimsesizlikleri ve Terkedilmiş Issızlıkları Buluşuyor

Sergide biraz yalnızlık var gibi? Birey ve kentin ilişkisini nasıl yorumluyorsunuz? Çünkü bence serginin sunduğu duru, kimsesizlik ve terkedilmişlik hali biryanda çephere dokunan toplumsal bir içerik sunarken bir yanda içe, bireyin kendine de dönmesi için bir fırsat sunuyor…

Serginin fotoğraf dizini, biçemsel devamlılık ve kurgusuyla, Los Angeles’ın otomobil kültürü ve sinema endüstrisine gönderme yaparak, hareket halindeyken seyretme, ya da sinema ekranından izlenircesine belli bir mesafeden bakan bir duruma, bir sürece işaret ediyor. Hemen kaldırılabilir etkisi veren planlar ya da eskizler gibi, fotoğrafların duvara tutturulmuş “tedirgin” yerleşimleri, işaret edilen melez zamanın geçicilik, değişebilirlik algısını güçlendiriyor. Yokluğunda varlığını teyid eden insansız anlatımla daha da uzak ve anıtsallaşmış görünen işaretler, şimdi ve geçmişin yanyanalığında muğlak konumlarıyla, şehri “o” şehir olma bağlamından koparıp, dışarıya taşıyarak, izleyiciyi herhangi bir şehirde rastlanabileceği ve belirsizliğe terkedilmiş göstergeleriyle kentsel dönüşüm süreçlerini, kendi kimliği, yalnızlık ve yokoluş algısıyla ilişkilendirebileceği bir alt okumaya yönlendiriyor.

Sosyo-ekonomik dinamiklerle hızla hareket eden, hızla büyüyen ve değişen her metropolde olduğu gibi kent mekanı içinde birey, sürekli değişime uğrayan çevresel faktörlerin algı ve belleğine kaydedilme ve kabul görme sürecini, şehrin dönüşüm ve “hareket” sürecine kancalayarak ilerlemeye, sürüklenmeye mecbur kalıyor. Bulunduğu alanı fiziksel, belleksel anlamda sürekli tehdit eden ve giderek başedemediği bir organizmaya dönüşen bu yapının içinde birey, başlangıç ayarlarına dönülemeyen, kentin yenilenme projeksiyonlarında aidiyet bulamadığı bir “yer”de duruyor. Bu bağlamda insanın unutarak yenilediği, yıkarak ilerlediği ve artık “kendi” olamadığı o yerden özüne bakışı ile sergideki işaretlerin mekansal kimsesizlikleri ve terkedilmiş ıssızlıkları paydaş bir alanda buluşuyor. Ancak, gerçekliğinden uzaklaşmış, kendimizi de içeren ve uzaktan bakılan bu bakılan yer, tortu-mekan da artık bir seyir alanıdır denilebilir.

Tipografi Dilin Görselleştirilmiş Halidir

Tipografi üzerine biraz konuşmak gerekirse. Bir tipografi çalışmasını adeta bir kentsel tarih okuması gibi sunuyor sergi… Bir yanda tipografinin toplumsal dönüşüm ile nasıl ilişkilendirileceği de söz konusu. Serginin bu anlamda mekanla nasıl ilişki kurduğunu ve tipografinin nasıl mekandan beslendiğini aktarabilir misiniz?

Kentlerin varoluşundan bu yana, insanın yaşam alanlarında tipografi geleneği mevcut. Kent mekanının günlük kullanımında birey, işaretler aracılığıyla, bilgi, tanım ve kimlik yönlendirmeleriyle o yere ait bir bellek oluşturur. Tipografi dilin görselleştirilmiş halidir. Kendinden menkul anlamsal bir varoluşa sahip değildir. Toplumla birlikte evrilir. Bakılır ve okunurluğuyla tipografik öğeler, bulunduğu alan ve dönemin temel verilerini içeren, kendi mekanını, ait olduğu çevresiyle ilişkilendiren, sürekli dialog üreten görsel bir yapı kurar. Bu anlamda yer bilgisi ve yerel kültür için önemli ipuçları taşır.

Bulunduğu ülkenin “diğer kıyısı”nda ve geri kalanından bağımsız bir kültür benimsemiş LA, “Melekler Şehri”, “La La Land”, “L.A. Noir”, “Surf is Up”, “Tomorrowland”, “Autopia”, Drive-in” vb. kavramlarla ilişkilendirilmiş kimliğiyle, kurgu bilim geleneği ve film endüstrisinin şekillendirdiği mit ve fantazilerden beslenerek temellendirilmiş bir megapolis.

Modernist ideolojilerin uçuşkan hafızasında ’60’lar, ’70’lerin Los Angeles’ı, sahne dekorunu anımsatan cephe mimarisi, uzay üssüne benzeyen yapıları, motorize yaşam biçimlerine hizmet eden ve kaldırım kenarı kullanımını devreye sokan mimarı anlayışıyla, yatay, panoromik yerleşkesinde, görselini etkin ve iddialı kılan, yoğun işaretleme sistemiyle fiziksel gerçekliğini kolektif şehir algısına dönüştürmüş bir metropol.

ID:LA’in kavramsal formatı bir kent tarihçesi değilse de, bir dönem algısı, ’50’ler, ’60’lar Los Angeles’ının tipografik izdüşümleri üzerinden ilerliyor. Bu dönemi seçmemin nedeni fütüristik kent mottosuyla tasarlanmış LA’in, hala yansıtmak istediği yarı ütopik şehir kurgusuna ait yapıtaşlarının ’50’ler, ’70’ler arasında tavan yapmış olması. Yenilenerek, sürdürülebilirliğini denerken karakterini kaybetmeye yüztutmuş şehir merkezinin distopik uzamında ghetto, yeni bir ütopya hedefleyememiş kentin çeperinde, tuhaf bir şekilde, zamanı geçmiş bir ütopyanın tipografik anlayışını, kentin ikonik imgelerinin anonim karşılıklarında barındırıyor. Bu nostaljik, değil, biraz endişeli bir bakış. Hızla aynılaşan kentler akımından nasibini almış bir şehrin imgeleri üzerinden yapılmış bir memento mori, bir uyarı.

Güncel sanat eğilimlerini sizinle tartışmak isteriz…. Son dönem pratiklerine baktığımızda kentin değişimini anlamaya çalışan sanat çalışmalarının arttığını görüyoruz. Bienaller vs hep kente yoğunlaşıyor…. Fakat diğer yandan aslında dünyayı ve kenti anlamamızı istemeyen ve – aslında hep böyle süre gelmiş- baskı da gitgide artıyor… Çatışma nasıl sonuçlar doğuruyor sizce?

Küresel kentler, etkin ekonomik güçler, politik ideolojiler, göçler, demografik dağılım ve yönetim biçimleriyle hızla ve hırsla şekillenirken, kent bireyini kendi alanında, kendisine danışmadan, ihtiyaç ve kullanımına pay vermeden sıkıştırarak, toplumsal direnç noktalarını zorluyor. Çevresel faktörlerden, alt-yapı yetersizliğine, dengesi bozulmuş bir yapının eşiği aşılmış sürdürülebilirliğiyle karşı karşıyayız. Kentlerin bazıları kontrolsüzce büyürken, bazıları vizyonsuz yönetim anlayışlarıyla hepten çöküyor. Doğal olarak güncel sanat da insan-kent ilişkisinin büyüyen problemlerinden muaf, ayrı bir düzlemde seyretmiyor. Bienaller, evet, ama ekonomik kurumlar, şirketler ve devletin iktidar alanlarının içiçeliği ve multidisipliner biraradalıklara pek de izin vermeyen sanat kurumlarındaki akademik monopollerin bir şekilde aşılması gerekiyor. Şirketlere ait sponsorlarla sunulacak kent imgesi de, önerilen çözümler de çatışan menfaatler nedeniyle biraz içten pazarlıklı olmaya mahkum.

Hiyerarşik güç yapıları ve idari sistemin içinde temsiliyet bulamayan kolektif hareketlerin, kurumların “iyi niyet”lerini beklemekten vazgeçip, kültür politikalarının yeniden yapılandırması gerekiyor. Varolan sistemi anlatacak, sorgulatacak, kollektif bilinci geliştirecek, sivil insiyatifleri yaygınlaştıracak, yerel yönetimleri hareketlendirecek yeni yöntem anlayışları, girişimler, alternatif platformlar gerekli. Belkide dönüşüm değil, temel insani ihtiyaçları hatırlayacak bir çeşit geridönüşüm şemaları çıkarma zamanı. “Gerilla Bahçeleri”, “Yataycılık” gibi organize, “Diren” hareketleri gibi spontan bir hareketlilik var. Mahalle bilinci, sahip çıkma ve korumacılık ile dengeyi kuracak, çevre bilincini yayacak, ikna edecek ara alanlar, arabulucu birimler, kurullar, katılımı yaygınlaştıracak, sahalar yaratmak gerekiyor. Baskı artıyor ama direnç de var. Bu umut verici.

Çok teşekkür ederiz

Ben teşekkür ederim.

Etiketler

5 yorum

  • nazli-tayman says:

    Biz , 6306 ya göre değil, doğal süreci içerisinde ve ihtiyaç halinde binaların incelenerek, teknik sorunlarının saptanıp raporlanmasını dilerdik. Sağlam binalara riskli raporlar verilmesinin de ağır cezaları olacaktır…
    .Kat malikleri yaptıkları yanlıştan her zaman dönebilir… Binaları yenilemek ama yıkmadan da yenilemenin tartışılması gerekir.
    Kimse güçlendirme konusunda bilgi sahibi değil ve bu konuda da korkuyorlar…yıkmadan önce de bu konuda inceleme yapılması ve rapor alınması mecburiyeti getirilebilinir mi?
    Yönetmelik değişmesi ve bunun bir tehdit aracı olması bazı kişileri sevindirse de bu iş AİHM de biter.

  • nazli-tayman says:

    Uzun yorumlara hedef olan ilk apartman GÜL apartmanı…Bu Tayman apt da aynı sokakta ve ikizi sayılabilir…Bizim GÜL apt da idare mahkemesinde dava sürmekte… Bu Tayman apt da ise bir şekilde imza attırmışlar…Bana, itiraz sürelerini kaçırdıklarını üzülerek anlattılar. Ayrıca 2013 te Kadıköy Belediyesinden güçlendirilebilir raporu almış olmalarına rağmen bir sene sonra riskli rapor almışlar..

  • zafer-akay1 says:

    Zaten bütün bunların afetle herhangi bir ilişkisi yok. En sağlam zeminlerde en kaliteli binalar yıkılmakta olduğuna göre… Sorun daha çok lüks konuta uygun arsa kıtlığı. Çünkü planlama ile yeni prestij alanlar yaratılamıyor. İnsanlar da kapalı otopark ihtiyacı duyuyor. Bazı sıkışmalar var tabi bu kısır döngüyü yaratan.

  • banu-ozdemir says:

    merhaba ne yazikki uzun bir sure tayman apartmaninda yasamis biri olarak su anda yikilisini aglayan gozlerle izliyorum . Subat ayi sonunda bina bosaltildi ve yikimindan once her bir kattan bir cok bolgede derin karotlar alinmisti gercekten binaya bu kadar zarar verilmesi ya da yikilmasi gerekli miydi? bugun ise Ayhan Taymanin diger yapisi olan Gul apartmani bosaltildi ve yavas yavas yikimina baslaniyor ve yerlerine hastane yapilarina benzer estetikten uzak binalar dikiliyor sanirim eski kadikoyu ve zamanin guzel binalarini cok ozleyecegiz bu rant arayisinin en kisa zamanda bitmesi dilegiyle

  • ozlem-eker says:

    Gul apartmani icin mahkeme karari ile alinan karotlarin dogru alindigi ve bunun sonucunda hazirlanan raporun dogru hazirlandigi ve bu sonuctan yola cikilarak guclendirmenin mumkun olamayacagi saptanmistir. Zira guclendirmenin olabilmesi icin gerekli sartlar mevzuatta bellidir apartmanimizin bu sartlara eger uyabiliyor olsaydi herkesden once ben en buyuk daireye sahip kat maliki olarak tabii ki once bunu tercih ederdim ama olmadi. Kaldiki ikinci olmamasi icin sebep eger guclendirme olur ise her dairenin cebinden cikarip guclendirme parasini bu gunun sartlarinda 100-200 bin tl olarak vermesi gerekirdi apartmanimizin yaridan fazlasi buna yanasmadi cunku daireleri fazla m2 olarak buyumuyordu neden bunu istesinlerdiki adam su anda da 100 m2 de oturuyor cebinden bu kadar para harcayacak yine ayni metrekarede oturacak ayrica boyle bir parasi da yok cogu yasli ve emekli insanlardan olusur idi. Bu mevzular 3 senedir konusuluyor ve tartisiliyor. Bunlara yani bu gibi konusmalara istirak edip baris yolu ile fikir beyan edip ortak bir cozum yoluna gitmek dururken savasmayi tercih edince 3 senenin sonunda sayin tayman ailesi su anda butun apartmanin antipatisini kazanmis durumdalar neden derseniz; butun zamanlarini savasmak, muhalif olmak, dava acmak, sureyi uzatmak gibi ne kendilerine faydasi olacak ne de diger 21 daireye faydasi olacak bir cikmaza surukluyorlar bunu aslinda yilmadan 3 senedir yapiyorlar, Bu insan sagligini da bozar ben sahsim adina sagligim bozuldugu icin cekildim, Bu konular insan sagligini enerjisini bozar cunku kavgada yumruk sayilmaz, belden asagi vurulur arada yalan olur ki bunu mutemadiyen hic korkmadan yapiyorlar. Bu sitede iddia edilen hicbir bilgi malesef dogru degil. Hiic polemige de girmeyecegim dedigim gibi sanirim bu sitenin kurucusu beyefendi kimdi adi Zafer Akay bey de bu surec de Nazli hanimlarin evindeydi yardim ariyordu bavullarini tasiyordu kendisi yakinlari oldugu icin epey hassasiyet gosterdiler, tabii size tavsiyem hicbir konu tek tarafli degildir Zafer bey musadenizle sizinle bir ara kahve icmek isterim, stress olmadan ben mimariden anlamam ancak hak ve hukuk nedir herkes kadar bilirim. Aslen de muhendisim. Az cok da kafam calisir. Makul olculerde konusabilecegimizi dusunuyorum. Su anda Amerika dayim 8 Eylul de donecegim. tlf numaram 0533- 648-9757 vaktiniz olursa memnun olurum. Selamlar Ozlem Eker.

Bir yanıt yazın