Yarışmalarda Risk Alınca Bazen Eleniriz, Bazen de Birinci Oluruz

Yarışmayla kurulan ofislerden biri olan Özer+Ürger Mimarlık ile keyifli bir söyleşi yaptık.

Arzu Eralp: Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nde başlayan ve ofisinizin kuruluşuna uzanan hikayeden bahsedebilir misiniz?

Ali Özer: Bizim kuruluşumuz da aslında yarışmayla oldu. İlk olarak 4. sınıfta European Embassy diye bir öğrenci yarışmasına katılmış ve ilk dersimizi almıştık. Yersiz bir mekan tasarlamıştık, yarışmayı yapı önerisi olmayan bir proje kazanmıştı. Fikir yarışmasının yapı önerilmeden de sonuçlanabileceğine dair bir örnekti bizim için.

Mucip Ürger: Sonrasında Ali bir sene ara verdi, ben o sene Archiprix’e katıldım ve 2. oldum, Ali bir sonraki sene 1. oldu. 2001 yılında, birlikte Doğukent Kentsel Cepheler yarışmasına katıldık ve üçüncü olduk, o zaman ödül miktarı bizim çok önemli bir tutardı. Bir sene sonra da Celebration of Cities’de Ali birinci oldu ve birlikte üst üste 4-5 yarışmada ödül kazandık ve bu yarışmalardan bir ofis doğdu.

MÜ: Yeni mezun olan mimarlar için yarışmalar büro kurmanın tek yoluydu belki de.

AÖ: Yarışmalara girmeyi hep sürdürdük, fakat yarışmalar hayatımızı ve ofisimizi sürekli finanse edemedi. Bazen iş yoğunluğundan sene boyunca sayıları kısıtlı olan yarışmalara bile vakit ayıramadık… Türkiye’de açık ulusal yarışma sayısının kısıtlı olması ve bu kısıtlı ortamın genç mimarlar için mimarlık yapabilmenin tek aracı olması hep sıkıntılıydı bizim için, hala da öyle.

MÜ: Yeni kurulan bir ofis için kendisini ifade edecek bir kanal bulmak oldukça zor. İş almayı başarsa dahi bir ürün olarak yapıyı tamamlamak 5-10 yıl sürmekte. Bu süre zarfında muhtemelen binaları da ilk baştaki halinden oldukça farklı bir hal alacaktır. Yarışmada ise tam anlamıyla özgürsünüz, mütahit yok, işveren yok, dolayısıyla yarışma tamamen sürtünmesiz bir ortam. Yarışmada ödül alıyorsunuz, tanınır hale geliyorsunuz, en başta boş olan portfolyonuza yarışmaları ekleyerek geliştirmeye başlıyorsunuz ve şanslıysanız yapı yapma imkanını da kazanıyorsunuz. Yani mimarlık ortamında kendimizi ifade etmek için yarışmalar büyük öneme sahip. Ancak ofisler için iki yarışmayı üst üste kaybetmek, büyük bir darbe ve risk demek. Bu durumda ofis içinde bir denge aramaya başlıyorusunuz.

Bu süreçte birçok yarışmaya katılmışsınız ve ödüller almışsınız, yarışmayla uygulanan projeniz var mı?

MÜ: Birinci olduğumuz ulusal yarışmalardan henüz uygulanan yok. Davetli olduğumuz Türk Telekom binasının inşaatı bitmek üzere. Ulusal yarışmalar bu açıdan da bir risk taşıyor.


Türk Telekom – ODTÜ Teknokent AR-GE Binası 

AÖ: Ulusal yarışmalara üst üste girip ödül grubunda olup, yaşamınızı sürdürebilirsiniz fakat yeni bir ofis, ödül kazanmadığı sürece geçimini sağlayamaz. Burada farklılaşmaya gitmek gerekiyor, ön seçimli yarışmalar gibi. Öte yandan ön seçimli yarışmalar da gençlerin önünü tıkayacak bir seçenek. Onların önünü açacak başka yöntemler bulmak gerekiyor.

Ön seçimli yarışmalarda da kendi içerisinde, deneyimli ofisler ile genç ofislerin birarada olduğu heterojen bir durum oluşturmak çözüm olabilir belki.

MÜ: Biz Türk Telekom yarışmasını öyle kazandık. ODTÜ mezunuyuz, hocalarımız jürideydi, genç ekiplerin de yarışmada olmasını istediler ve bizi davet ettiler, bu durum Türk Telekom yarışmasında bizim önümüzü açtı.

Kamu kurumları ulusal yarışma açtığında, nasıl olsa uygulanmaz düşüncesi var mı sizde de?

MÜ: Yıllardır o kadar çok yarışmaya proje yaptık ki, artık şartnameyi okuyunca binanın yapılıp yapılmayacağını anlıyoruz ve uygulanmayacak bir proje yarışmasına bile bile girme ihtimalimiz daha düşük artık. Şartname süreci tarifleyen en önemli kaynak. Çeşitli kurumlara, özel şirketlere proje yaparken, atölye çalışması gibi geçiyor, bir iletişim var, yarışmada ise tek iletişim kaynağı şartname. Şartnamedeki ciddiyet, idarenin kendini ifade etme biçimi, o projenin yapılıp yapılmayacağını ve ileride yaşanacak sorunları baştan çok net belli ediyor.

Profesyonelleşme ile yarışmalardan uzaklaşma durumu geçerli mi peki?

MÜ: Genel olarak öyle bir durum var. Aslında ulusal bir yarışmaya katılma fikrimiz olduğu zaman ilk aşamada ofisin iş yükü belirleyici oluyor. Fakat davetli ya da ön seçimli bir yarışma varsa ilk tercihimiz o oluyor.

AÖ: Ulusal yarışmalara katılma isteğimiz oluyor, fakat takvim sıkışık olduğu için girsek mi acaba diye düşünüp giremediğimiz oluyor çoğu zaman. Eskiden hep teslime 15 gün kala şartnameyi okuyup eskiz yapmaya başlardık, fakat artık ofis takvimi belirleyici oluyor, ve mümkün olduğundan daha çok zaman ayırmaya çalışıyoruz.

MÜ: Birlikte çalıştığımız arkadaşlar da çok heyecanlı oluyorlar yarışmaya katılacağımız zaman ve enerjileri de farklı oluyor.

ODTÜ’nün açtığı yarışmalara sadece ODTÜ mezunlarının davet edilmesi hakkında ne düşünüyorsunuz?

MÜ: Ben mantıklı buluyorum. Fakültelerin kendi mezunlarını desteklemek istemeleri bana yanlış gelmiyor. Bu durumda söz konusu kurum Çevre ve Şehircilik Bakanlığı olsaydı sağlıklı olmazdı. Her okulun kendi geleneği var ve bunu geliştirmek istemesini olumlu buluyorum. ODTÜ mezunlarının davet edilmesi üzerine genel bir anlayış var, fakat esnetildiği zamanlar da oldu, örneğin Cem İlhan’ın binası var ODTÜ’de.

AÖ: Ben de yanlış bulmuyorum bu durumu, çünkü bir aidiyet söz konusu ama esnetilebilir, bazı yarışmalar ODTÜ dışındakilere de açık olabilir. Bir şekilde yeni mezunların daha çok yer alabileceği yarışmaların olması gerektiğine inanıyorum. Yine ön seçimli yarışmalarda, belirli kriterler doğrultusunda genç ofislerin sürece dahil olmasının sağlanması gerekiyor.

MÜ: Örneğin Ali ile bir bina beğeniyoruz, bu binayı iyi bir mimar yapmış diyoruz ve mutlaka tanıdık birisi çıkıyor, aslında bu kötü bir durum. Çok az ofis var ve çoğu tanıdığımız isimler. kaliteli ofis sayısı arttıkça mimarlık ve kültürünün kapladığı alan artacak ve bu durumdan yine bizler fayda göreceğiz. Bizim mezun olduğumuz dönemde daha az ofis kurulurdu, şimdi bu sayının biraz arttığını görüyorum. Bu artışta öncesine göre epey gelişen mimalık medyasının etkisi olduğunu düşünüyorum. Bugün medyanın insanları heveslendirdiğini görüyorum ve bu durumun olumlu etkilerini göreceğimizden eminim.

AÖ: Mesela MEB sosyal medyada da çok tartışmalı bir yarışma oldu, fakat pozitif yanları da var, zaten kamu yarışma açmaya yanaşmıyor, onlar bu adımı atmışken mimarlar reddederse çıkmaz bir durum oluşuyor. Tersine bu fırsatı yakalayıp, diğer kurumlara örnek gösterip, daha iyisini bir başka kurumla gerçekleştirmek amaçlanmalı.

Aynı zamanda MEB’in ön seçiminde jüri çok doğru bir karar verdi ve kimseyi elemedi. Süreç daha kapsayıcı oldu. MEB yarışmalarının çok büyük sıkıntıları var fakat olumlu yanları da var.


MEB İzmir Eğitim Kampüsü Mimari Proje Yarışması, 1. Ödül

MÜ: Biz yarışmayı kazandıktan sonra, kesin projeleri hazırlamayı başta reddetmemize rağmen sonradan kabul ettik, çünkü uygulama projelerinde tecrübeli bir ekibimiz var, o dönemde ofisin takvimi de rahattı ve çizebildik. Yarışmanın kendisi yaygın ve olumlu bir hizmet alma tabanı geliştirdi, fakat sonrasındaki süreçte teklif edilen bedellerle kesin projelerin hazırlanması işini kabul etmek demek, ofisin dört ay başka işlere kapatılması demekti…

Bakanlığın teklif ettiği rakam çerçevesinde de çok mantıklı bir durum değil. Bakanlık öyle bir model önerdi ki sadece belli büyüklüğün üzerindeki ofisler çizebildi bu işi.

AÖ: Biz de başka işlerimizle MEB’in sürecini finanse etmiş olduk.

MÜ: Türk idaresi bir hizmeti belirli bir sürede ister ve niteliği ikincildir. İdare yarışmayı açıp risk aldı ve sonrasında ise projesini istedi. Türk idaresi yarışma olursa işin gecikeceğine inanır, oysa gerçekte durum böyle değil. Yarışmanın başında kaybedilen süre, sonrasında telafi ediliyor.

Çanakkale Anten Kulesi sürecinden biraz bahsedebilir misiniz, Snohetta ile ortaklık, yarışmaya hazırlık, teslim sonrası gelen ikincilik ödülü..

AÖ: Battle McCarthy, İngiliz bir mühendislik ofisi, bizimle iletişime geçti, biz de güçlü bir ekibi daha ekleyerek şansımızı arttırmayı teklif ettik. Onlar da Snohetta ile proje bazlı çalıştıklarını söyledi, Snohetta’ya teklif götürdük ve aynı gün içerisinde kabul ettiler. Teslime bir buçuk gün kala portfolyo toparlayıp, yarışmaya gönderdik. Snohetta ile seçilmeme imkanımızı hiç düşünmedik!

MÜ: Çok zevkli bir süreçti bizim için. İskandinavlar çok mütevazi ve kendi içlerinde hiyerarşik bir düzen kurmayan insanlar. İlk olarak Snohetta ekibinden 2 kişi İstanbul’a geldi ve burada bir atölye çalışması yaptık. Sonrasında biz Oslo’ya gittik ve orada da bir atölye çalışması yaptık, böylece ana fikir çıkmış oldu.


Çanakkale Karasal-Sayısal Yayın Kulesi Uluslararası Ön Seçimli Mimari Proje Yarışması, 2. Ödül

AÖ: Ofisin ortaklarından Kjetil Trædal Thorsen ve Robert Greenwood da çalışmalara katıldı. Kapsayıcı bir süreçti, başta kaygılar taşımıştık tasarım sürecini nasıl yürütürüz? Sürece karşılıklı ne kadar dahil olunur? gibi soru işaretleri vardı aklımızda.

Sürece ne kadar dahil oldunuz?

MÜ: Projeyi sonuna kadar birlikte ürettik. İstanbul’daki ilk çalışmadan sonra birbirimize karşı güven oluşmuştu.

AÖ: Maketi Snohetta ekibi, ofislerindeki maket atölyesinde üretti, üç boyutlu görselleri ofis dışında yaptırdık. Biz normalde projelerimizde görselleri kendimiz üretiyoruz fakat vakit dardı ve çok iyi görsellere ihtiyacımız vardı.

Çanakkale Yarışmasıda belirlenen sınırın dışına çıkan bir tasarımınız vardı. Bu durumun değerlendirme sürecinde negatif etkisi olduğunu düşünüyor musunuz?

AÖ: Evet inanıyoruz… Ancak yine olsa yine çıkardık. Aksi durumda fikrimiz çok şey kaybederdi ve jüri bu fikri istiyorsa fedakarlık yapabilirdi… Projeleri görünce birinci olan tasarım ile kendi tasarımımızı diğer yarışmacılardan ayırdık, iki projede de fikrin ve imajın ilk bakışta aynı olduğunu düşünüyoruz. Ancak daha detaylı baktığınızda bizim önerimiz, getirdiği drama ile içeriğe çok bağlı, birinci seçilen projenin ise bu içerik için fazla hareketli olduğunu düşünüyoruz.


Çanakkale Karasal-Sayısal Yayın Kulesi Uluslararası Ön Seçimli Mimari Proje Yarışması, 2. Ödül

MÜ: Biz zamansız, imaj kaygısı olmayan, mutlak bir form istedik. Çanakkale sonuçta bir anıt mezar alanı, sessiz ve sakin durmanın yeri. O yüzden ilk fikir hep sakin olmak, drama üretmeye çalışmak ve basitleştirmekti. Alanın dışına çıkma meselesini Oslo’da tartışıyorduk, arkamızdaki alan askeri bölgeydi ve dokunamıyorduk, biz de her şeyi öne itelim ve arkamızdaki alandan uzaklaşalım istedik. ”Bu bir risk, farkında mıyız?” dedik.

AÖ: ”Bazen eleniriz, bazen de birinci oluruz” dedik ve bu riski aldık.

MÜ: Birinci projenin avantajı, alanın formsuzluğuna iyi bir cevap vermesiydi. Biz risk aldık ve kazanacağımızı düşünüyorduk. İdare istese bu durumu çözer diye düşündük. Çoğu zaman tasarım yaparken böyle riskleri göze alıyoruz.

Etiketler

Bir yanıt yazın