“Yol Üzerinden Ters Yüz Olmuş Bir Kent Var Karşımızda”

Süperkent Trabzon dosyamız kapsamında Prof.Dr. Ayhan Usta ile söyleşi yaptık. Ayhan Usta, Karadeniz Sahil Yolu, Yeşil Yol gibi tartışma konusu olan projelerin kente etkilerini anlatarak Trabzon'un nasıl bir dönüşüm geçirdiğini gözler önüne seriyor...

Ezgi Can Cengiz: Öncelikle sizden bahsedelim, Trabzon ile ilişkiniz nasıl başladı?

Ayhan Usta: Trabzon kenti ile olan ilişkim 1981 yılında Karadeniz Teknik Üniversitesi, Mimarlık Fakültesi, Mimarlık Bölümü’ne giriş yaptıktan sonra öğrencilik hayatımla başladı. Ardından bütün akademik ve mesleki kariyerimin çoğu, aynı üniversitede ve aynı kentte geçti. Dolayısıyla öğrencilik yaşamımla başlayarak profesyonel meslek yaşantım süresince kentin geçirdiği evrimi farklı bir gözlemle deneyimleme fırsatı buldum.

Karadeniz Sahil Yolu kent merkezini nasıl dönüştürdü? Günümüzde Trabzon kentinin sahil ile ilişkisi nasıl?
Karadeniz, ne yazık ki tüm Türkiye sınırları dahilindeki Karadeniz halkı için sadece seyirlik bir denizdir. Çünkü yerleşim bölgelerindeki deniz kirliliği nedeniyle genellikle denize girilememektedir. Dünyanın en hızlı kirlenen denizlerinden biri olarak (üstelik bir iç deniz) barındırdığı doğal yaşam ve canlı türleri azalmaktadır, Türkiye’nin en uzun kıyı çizgisine paralel olmasına karşın yerleşim bölgeleri arasında deniz ulaşımı için kullanılmamaktadır. Limanlar genellikle deniz taşımacılığı için kullanılmaktadır. Ulaşım için karayolunun alternatifsiz oluşu yol için bir çaresizlik sendromu yaratmaktadır. Bu nedenle Trabzon, yolların yok ettiği bir şehirdir. Bu yok oluşta yol inşaatı sürecinde o dönemin politik aktörlerinin kendine özgü payları vardır. Bilindiği üzere Karadeniz Sahil Yolu AKP döneminde başlamadı. AKP’den önceki koalisyon hükümetleri döneminde başlayan sahil yolu çalışması AKP döneminde bitirildi.

Şunu hemen belirtmem gerekir ki Karadeniz Sahil Yolu bir gereksinim olmakla birlikte iyi planlanmamış, projelendirilmemiş; ekonomik, politik, ekolojik ve sosyolojik olarak bilimsel analizleri yapılmamış, bir proje olarak yaşam buldu. Söz konusu yol sadece Trabzon’nun değil bütün Karadeniz kentlerinin (Ordu dışında) kıyı kenti kimliğini yitirmesine neden oldu. Kıyı ile birlikte varlık bulan kentler sahil yolu nedeniyle kıyıdan uzaklaşarak kıyı kent bütünleşmesinde kentsel yaşamı olumsuz yönde etkiledi. Trabzon’da bu anlamda tarihsel kıyı kenti imgesinin karakteristik değerlerini yitirdi. Ya da güncel deyimle başka bir biçime dönüştü. Kente ve kentin mekânsal strüktürünün temel belirleyicisi olan kıyı morfolojisi bozularak dolgu alanları ile yeni bir kıyı morfolojisi oluştu. Kent ve Karadeniz birlikteliğine konu olan ve kent belleğini oluşturan birçok anı, edebiyat, müzik ve folklorik ögeler sahil yolunun altında kaldı.

Günümüzde Trabzon kentinin sahille ilişkisi bu anlamda kopuk bir yaşantı sürmektedir. Kıyıda sürdürülmek istenen yeni rekreasyonel yaşantı geleneksel kentin kıyı ile buluşan sokakları yerine sahil yolunun öte kıyısında kalmıştır. Kentin kıyıdan bu kopuşu daha radikal peyzaj projeleri yerine bölüm bölüm akçaabat köfte ve balık lokantaları çevresinde özensiz üst geçitlerle giderilmeye çalışmaktadır. Kıyıdaki kent içi ulaşımına paralel gelişen sahil yolu arasında kalan yeşil bant ise trafik kirliliğine maruz kalıp rekreasyon amaçlı kullanımlara dönüştürülmekte ancak kıyıdaki yaya sürekliliği açısından kentin ulaşım ağları ile bütünleşememektedir. 

Hüseyin Avni Aker Stadyumu’nun Trabzon Akyazı Stadyumu’na taşınmasını değerlendirebilir misiniz? Eski stadyum arazisi nasıl dönüşecektir? Kentin Akyazı’ya doğru büyümesi mi bekleniyor?
Hüseyin Avni Aker Stadyumu kentin Kavaklık Meydanı olarak bilinen bölgesinde yer almaktadır. Tarihsel dönemlerde Kavaklık Meydanı’nın ve bulunduğu bölgenin hipodrom gibi kültürel ve sportif karşılaşmaların yapıldığı bir alan olduğu görülmektedir. Kentin eğimli topografik yapısı düşünüldüğünde Kavaklık Meydanı nispeten sportif karşılaşmaların yapılabileceği ender düz alanlardan biridir. Dolayısıyla Hüseyin Avni Aker Stadyumu açık spor alanları ve kapalı spor salonu ile birlikte güçlü bir kent belleği üzerine inşa edilmiştir. Trabzonspor’un kentin en önemli marka ve değerlerinden birisi olarak kent içinde yerleşmiş olması son derece anlamlıdır. Stadyum, kent hafızasındaki yeriyle başka bir alana taşınmak yerine bulunduğu yerde güçlü bir kentsel odak olarak yeniden tasarlanabilirdi. Böylece kent içi stadyumu olarak geliştirilip fonksiyonel alanlarla birlikte kentle daha kolay bütünleşebilirdi. Ancak sahil yolunun kıyı morfolojisi üzerine yarattığı etkinin benzeri Akyazı mevkiinde deniz üzerinde büyük dolgu alanları yapılarak yeni bir stadyumun inşaatıyla sonlanmak üzeredir. Bu anlamda mevcut stadyum yerinin nasıl dönüşeceğini üzerine bir takım spekülasyonlar yapılmakla birlikte kesinleşmiş bir karar yoktur. Ancak olası bir senaryonun daha önce sözünü ettiğim kentsel hafıza ile örtüşecek biçimde kent içi spor ve rekreasyon alanı ile dönüşmesini bekliyoruz. Özellikle Trabzon ve Trabzonspor olgusunun kentlinin en öncelikli gündemini oluşturduğunu düşünüldüğünde spor ve rekreasyon amacını hedefleyen bir dönüşüm olmasını umut ediyoruz. Kentin kıyıdan başlayarak güneye doğru eğimli bir topoğrafyaya sahip olması kent büyümesini kaçınılmaz olarak doğu-batı yönüne taşımaktadır; bu bağlamda Akyazı Bölgesi doğu-batı yönündeki duraklardan biri olacaktır. Bir büyüme potansiyelinden çok batıdaki Akçaabat’la birlikte büyüme sürecini hızlandıracaktır. 

Trabzon şehir merkezinin, çeperi / kırsalı ile ilişkisi nasıl? Önümüzdeki yıllarda tamamlanacak gibi duran Yeşil Yol’un buna nasıl bir etkisi olacaktır sizce?
Sadece Trabzon şehir merkezi ve çeperi değil, Karadeniz Bölgesi’ndeki tüm kentlerin şehir merkezi ve çeperi arasındaki ilişki üst ölçekli planlama yaklaşımlarından uzak olduğu için sorunlu görünüm sunmaktadır. Çünkü çeper ya da kırsal alan giderek kent merkezine taşınmakta ve merkezde gereksinim duyulan mekânlar çepere doğru yapısallaşarak büyümekte; böylece sosyolojik, ekonomik, politik ve kültürel bağlamada bir planlama olmadığı için kent merkezleri giderek daha çok kalabalıklaşmakta ve mevcut kent strüktürü bu kalabalıklaşma yükünü taşıyamamaktadır. Bu olgudan en çok kentlerin tarihsel ve kültürel süreçte oluşmuş strüktürü zarar görmektedir. Plansız ve hızlı bir şekilde yapısallaşma ile ve kent merkezi ya da kent çeperinde oluşan niteliksiz yapı stoku, kentsel dönüşüm, kentsel yenileme gibi kavramlarla ve sadece kamulaştırmanın sorun olarak algılandığı politikalarla çözüm üretilmeye çalışılmaktadır. Bu anlamda sahil yoluyla kıyı-kent ilişkisini koparmış sahil yoluna paralel olarak gelişen ve Tanjant Yolu olarak bilinen kent içi geçişle kentin tarihsel strüktürü bozulmuş ve yeni güney yolu projesiyle de kent adeta patlatılarak çevreye doğru büyütülmeye çalışılmıştır.

Ancak esas sorun Karadeniz Bölgesi’ne karakteristik özelliklerini veren kültürel ve doğal varlıkların yanlış uygulamalara maruz kalmalarıdır. Özellikle Trabzon ve çeperinde farklı rakımlarda konumlanmış yaşam alanları ve yaylaların sahip oldukları doğal zenginlikler, ekosistemi özgün kılan değerleri, mekan kullanım kültürü, özgün kırsal mimari ve folklorik özellikler en çok zarar görenlerdir. Söz konusu değerler, sürdürülebilir kültürel ve ekonomik politikalar yerine bilimsel araştırmaları hiçe sayan yayla turizmi, HES gibi enerji politikalarına ilişkin uygulamalar ile tahrip edilmektedir. Yeşil yol bu yaklaşımların sonuçlarından biridir. Ne yazık ki sahil yolu ve kent içi yol güzergahlarının yapılması sürecinde yaşanan duyarsızlıklar ve üst ölçekli plan eksikliklerinin doğal, sosyal, kültürel, ekonomik ve tarihsel değerler üzerinde yarattığı hasarların benzeri yaşanacak gibidir. Örneklemek gerekirse Maçka yöresinde akan ve adını fiziksel özelliklerinden alan ”Coşandere” HES uygulamaları sonucu kimi yerlerde “SUS PUS dere” olmuş durumda. 

Trabzon’daki TOKİ faaliyetlerinden ve özellikle Çömlekçi, Tabakhane gibi liman mahallelerindeki dönüşümden biraz bahseder misiniz?
Trabzon gerçekten de Karadeniz Bölgesi’ndeki en önemli liman kentidir. Tabakhane ve Çömlekçi bölgeleri işlevsel çeşitlilik, mekânsal örüntü, topografik yapıdan kaynaklı güçlü liman arkası silüeti ve kent morfolojisi içindeki konumu ve mimari karakteriyle bir merkez konumundadır. Kentin ticari aktivitelerini barındıran kamusal mekânlar bu bölgeler üzerinde mekânsal olarak varlık bulmuştur. Hanlar, pazar yerleri, konaklama birimleri ve diğer liman kentine özgü mekânlar Çömlekçi ve Tabakhane bölgelerinin siluetlerinde karakteristik olarak izlenebilmektedir. Buna karşın sahil yolu ve Tanjant Yolu yıkımlarından arta kalan tarihi liman arkası yerleşimi Çömlekçi ve Tabakhane mahalleleri bugün kentsel dönüşüm projeleri kapsamında değerlendirilmektedir. Birkaç tescilli yapının korunduğu onun dışında yeniden yapılmak üzere tümüyle yıkılarak tarihsel deniz silüeti ile ilgisi olmayan bir karakter kazandırılmak istenmektedir. Bu anlamda siyah-beyaz resimlerde kalmış kente yabancılaşan ya da kentin farklı bölgelerinde yeniden oluşan kentin mimari karakteri ile uzlaşan bir görüntü sunmaktadır. 

Gerçekte temel sorun yaşayan bir organizma olarak kente yapılacak müdahalelerde kentsel dönüşüm yerine bir tür kentsel onarım projelerinin yaşama geçirileceği modellerin oluşturulması. Ancak yerel yönetimlerin finansman açısından TOKİ çaresizliği yada kolaycılığı rant olgusunu her türlü tarihsel, kültürel, doğal ve sürdürülebilir kamusal kullanımların önüne geçirmektedir.

“Boztepe neredeyse ‘Betontepe’ konumuna geldi.”


Kamunun kamusal mekan üretimi ile toplumun kamusal mekanları kullanımı ne düzeyde?
Trabzon bir kıyı kenti olduğu için en önemli kamusal alanı sahil bandı oluşturmaktadır. Sosyal, kültürel ve rekreasyonel kullanım açısından sahil bandı için 1980’li yıllarda ulusal bir yarışma açılmış ve yarışmayı Selim Velioğlu kazanmıştı. Söz konusu proje uygulanamamış ardından Karadeniz sahil yolu projesi ile tüm sahil bandı kentsel kamusal yaşamdan kopmuştur. Doğudan batıya doğru Kavaklık ve Yüzüncü Yıl Parkı, liman bölgesi, kale park etekleri ve Ganita, Faroz bölgeleri sahil bandının karakteristik ve otantik kültürel kodlara sahip bölgeleridir. Ne var ki bu bölgeler sahil yolu geçişi nedeniyle denizle ve kentli ile olan mekânsal ve yaşamsal ilişkilerini kaybetmiştir. Özellikle Kavaklık bölgesi sahil yolu ve AVM inşaatı ile tümden yok olmuştur. Bugün kent belleğinde güçlü bir yere sahip olan tüm kıyı boyunca uzanan balıkçı barınakları yol ve dolgu alanlarının tanımladığı alanlarda yeniden mekânsal olarak örgütlenmiştir. (Resim 1-2) 


Resim 1 – Hüseyin Avni Aker Stadyunu ve çevresi


Resim 2 – Trabzonspor Akyazı Arena

Sahil Bantı dışında diğer kamusal mekanlar, kentin görsel hafızası konumunda olan Boztepe, Taksim kent meydanı ve kentsel dönüşüm projeleri kapsamında kamusal kullanıma kazandırılan Zağnos Paşa ve Tabakhane vadileridir. Özellikle söz konusu vadilerde gerçekleştirilen projeler kentsel kamusal alanlar olarak kentli için önemli rekreasyon alanı durumuna gelmiştir. Benzer bir yenileme projesi de kent meydanında yaşanmıştır. Belediye binasının taşınmasıyla birlikte kültürel ve rekreasyonel bir alan olarak yeniden düzenlenen kent meydanı kimi yayalaştırma ve tarihsel yapıların yeniden işlevlendirilmesi ile kamusal kullanım açısından süreklilik sunmaktadır. (Resim 3-4)


Resim 3


Resim 4

Öte yandan kentin kamusal kullanım açısından belki de en çok hırpalanan bölgesi doğal bir kent imgesi olan Boztepe bölgesidir. TOKİ uygulamaları genel anlamda eleştirilirken Boztepe’de yaşananları özel olarak değerlendirmek gerekmektedir. Çünkü hemen her dönem görev almış yerel yöneticilerin yanlış imar politikalarının sonucu olarak Boztepe yüksek katlı bloklarla aşırı yoğun bir şekilde yüklenmiş ve adeta TOKİ uygulamalarına taş çıkartır duruma gelmiştir. Böylece Boztepe neredeyse “Betontepe” konumuna gelmiştir. (Resim 5)


Resim 5

Bununla birlikte ne yazık ki diğer kentlerde olduğu gibi Trabzon’da da kamusal mekânlarda ideolojik bir dönüşümün izleri görülmektedir; kitsch düzeyine varan zoraki tarihsellik arayışı gibi. Bunu 1980’li yıllarda ulusal mimari proje yarışması ile inşa edilen Hükümet konağı ve adliye sarayı binalarında izlemek mümkündür. Mimari Tasarımı Mahmut Tuna’ya ait olan ve modern dönemin en iyi hükümet konağı yapılarından biri olarak Trabzon Hükümet Konağı yerleşkesi güçlü bir kamusal açık alan yorumuna sahiptir. (Resim 6,7,8,9)


Resim 6


Resim 7


Resim 8


Resim 9

Ancak yakın dönemde hükümet konağı ve özellikle adliye sarayı binasının cephelerinde yapılan düzenlemelerde binaların sahip olduğu modern cephelerin yerini sözde tarihsel referanslar içeren düzenlemelerin aldığı görülmektedir. (Resim 10)


Resim 10

Ya da kent belleğinde Ayasofya Müzesi olarak yer etmiş bölgenin çevresi doğru bir kararla açık kamusal mekan kullanımına dönüştürülürken yapının kendisinin camii kullanıma dönüştürülmesi gibi. (Resim 11)


Resim 11

“Keşke Salih Dursun kımızı kartı, kenti vizyoner planlama yaklaşımlarından yoksun günübirlik popülist karar vericilere çıkarmış olsa.”


Trabzon nasıl dönüşüyor? 10 yıl sonra nasıl bir Trabzon göreceğiz?
Trabzon diğer Türkiye kentleri gibi dönüşümün kurtarıcı olarak görüldüğü gerçekte kentsel yok edici olan politikalarla dönüşüyor. Kentten ayrılalı beş sene oluyor. Kısa aralıklarla olmasına karşın her gidişimde kentten bir takım mekânsal izlerin silindiğini görüyorum. Örneğin doğduğunuz ev, oynadığınız sokak, peynirli aldığınız fırın ya da Hacı Kasım olarak bilinen bir bölge yol olmuş. Kısacası yol üzerinden ters yüz olmuş bir kent var karşımızda. Bir tür kentsel şizofreni olarak tanımlanabilecek duygular içinde giderek aidiyet duygusunun yitirilmesi ve sadece Trabzonspor’la teselli bulma düşüncesinin yarattığı ruh haline sahip olma. Keşke Salih Dursun kımızı kartı, kenti vizyoner planlama yaklaşımlarından yoksun günübirlik popülist karar vericilere çıkarmış olsa. Zira kent bunu yüksek sesle talep etmektedir.

Trabzon’da hızla dönüşen alanlardan biri de KTÜ Kanuni Kampüsü’dür. KTÜ kampüsü için 1962 yılında ulusal bir yarışma açılmış – ki bu yarışmada dönemin Sedat Hakkı Eldem gibi en ünlü mimarları jüri üyeliği yapmış – ve yarışmayı Nihat Güner, Mustafa Polatoğlu ekibi kazanmış. Kampüs, kazanan projeye uygun olarak inşa edilmiştir. Zamanla kampüs içindeki farklı bölgeler için yarışmalar açılmış ve Doğan Tekeli, Sami Sisa, Erkut Şahinbaş gibi mimarların dönemin özgün ruhunu yansıtan yapıları inşa edilmiştir. Bu anlamda kampüs mimari tarz olarak modern mimarinin ilkelerini, yerle kurdukları özgün ilişkiler bağlamında yansıtmaktadır. Ne var ki 1980 sonrası süreçte artan mekân gereksinimleri karşılamak üzere kampüs deki kimi yapılara özgün yapısından uzak, keyfi müdahaleler yapılmıştır. Bununla birlikte kampüs içindeki boş alanlara üst ölçekli kararlar geliştirilmeden yeni yapılar eklenmiş ve eklenmeye de devam etmektedir. Gelinen noktayı kampüs giriş kapısı özetlemektedir. (Resim 12)


Resim 12

Söyeşi için teşekkür ederiz.

Etiketler

4 yorum

  • omer-gokce-tumer says:

    Gemlik’te yasamamis olsam da ailem dolayisiyla asinasi oldugum bir tasvir bu. Ancak belki eski gunleri hic yasamadigimdan o bitmemislik halinin sadece negatif yanlari var benim aklimda. Lise caddesi uzerinde bugun kalan tek tuk cumbali evden birinde yasayan babaannemi bu hafta ziyaret ettigimde bir kez daha uzuldum. Gemlikte ulkenin bir cok kasabasinda oldugu gibi yumurta tavuk iliskisine denk dusen sekilde fakirlesen sosyal yasantilar ve sehir plani, mimari iliskisi canimi acitiyor. Su an finlandiya’da yasiyorum ve bitmis ucu pek de acik olmayan bir mimariyi bu duruma yegliyorum. Tabi her stilin oldugu gibi her planin da iyisi kötusu oldugunu unutmadan.

  • huseyin-yanar says:

    Yorumunuz icin tesekkur ederim. Ben de Finlandiya da yasiyorum. Buradaki binalar sanki bin yil kalacak gibi yapilmis, ya da yapilmaya calisiliyor. Tabii zorlu kis sartlarindan baslayarak bir suru nedeni sayilabilir. Ama o Gemlikte sozunu ettigimiz evler ve o kent, o tur kentler, Turkiyedeki bircok digerlerinde oldugu gibi bambaska bir kalicilik ve gecicilige sahipti. Ve elbette buldugumuz, digerleriyle birlikte paylastigimiz kulturel bir mirasti. Bunun sadece anilari kaldi.

    Tabii hayat degisiyor, yeni cozumler uretmek gerekiyor eskinin uzerine, yanina birseyler geliyor gelmeli, gunumuzun yasami eskinin uzerinde, icinde disinda olmali ama nasil hem bina olarak hem de kentler olarak. Bunu Finlandiya daha baska turlu dusunuyor ve basariyor bir anlamda, her seylerini egitime, kitaba, kutuphaneye, sagliga, burslara, halk hizmetlerine vb yerlere cok daha fazla ayirarak ya da ayirmaya calisarak. O inanilmaz mekanlariyla Gemlik yetmislerin ortalari ve seksenlerin ortalari arasinda para adina yok oldu. Onbesbin olan nufus, yuz bini asmis. Simdi yerine diktiklerimiz ise birakin mimarligi her acidan tam bir felaket. Ne depreme dayanikli ne de o sokaklara orantili vs, vs. Hersey artik hem de orada yasayanlar ve yasam adina cok riskli… Ne ekildiyse gercekten o biciliyor cok dramatik bir bicimde…

  • omer-gokce-tumer says:

    Ben de cevabınız için teşekkür ederim. Mesleki olarak mimarlıkla ilişkim olmadığından aslında çekinerek yorum yapıyorum. Belki siyasal bilgiler temelli eğitimim dolayısıyla mimariyi bir estetik, güzellik ihtiyacından ziyade bir araç olarak görme eğilimindeyim. Gerçi o arayışlar olmadan ne kadar araçsallaşabilir tartışmalı olacaktır.

    Bizim Gemliğimiz şüphesiz üzücü, can sıkıcı bir başarısızlık ama başka türlüsü nasıl olurdu cevabını vermek güç. Kültürel mirasın korunması zorlu bir konu. Siena ortaçağda olduğu gibi, ya da Tallinn şehir merkezi hala çok güzel, diğer yandan bu ve benzeri örnekler yaşayan mekanlar da değil. Turizm için çevrelenmiş koruma altına alınmış alanlar, bir bakıma aslında eğlence parkı durumundalar. Tabi bu da güzel bir şey ve hiç yoktan iyi. Bizde rahmetli Çelik Gülersoy’un ön ayak olduğu Safranbolu’nun korunması da sanırım biraz böyle kabul edilebilir. Rauma da yaşam belli ölçüde devam ediyor ve bu bakımdan belli ölçüde basarılı ama oraya bile yeni aileleri çekmekte zorlanıyorlar bildiğim kadarıyla katlanılması gereken maddi yükler dolayısıyla.

    Gemlik para adına yok oldu ne yazık ki gerçekten, belki Gemlik’İn durumunda sanayi ve ticaretten gelen para her zaman turizmden gelen paradan çok olacaktı ve yukardaki gibi bir çözüm mümkün değildi. (Gemlik’in şanssızlığı biraz her anlamda şanslı olması sanırım tarım, lojistik, tarih vs bakımından )Zaten kaç kasabayı ya da şehri bu şekilde statik koruma alanları olarak devam ettirilebilir ki? Geçen hafta oradaydım farkına vardığım tek şey ailemin okumuş fertlerinin Gemlik’i, Selanik’i bıraktıklarından farklı şekilde bu sefer kendi kararlarıyla geride bıraktıkları için bugün böyle tatsız bir hale geldiği oldu. Burda yine siyasal, sosyal alana dönülüyor sanırım. Nasıl mevsim şartları ya da varolan materyeller daha kalıcı ya da geçici binalar yapmaya zorluyorsa insanları. Farklı tarihler de bir şehirlilik, kasabalılık bilincinin oluşmasına ya da oluşmamasına yol açıyor. Başka bir ülkeden içim acıyarak izleyebiliyorum ancak.

    p.s.Finladiya’da bağımsızlık sonrası mimarlığın işlevleriyle bizdeki cumhuriyetin ilk yıllarındaki mimarlığın amaçlarını ve işlevlerini (yeni bir ülkenin yeni ihtiyaçlarına fonksiyonel cevaplar vermek kadar ulusal kimlik oluşturmak) belli ölçülerde benzetiyorum.

  • huseyin-yanar says:

    Yine tesekkurler… Mesleki olarak mimarlikla baglantili olmamaniz ve bu yorumlari yapmaniz ne guzel. Biz mimarlar, hani derler ya sozum meclisden disari, biraz enteresan bir kulturden geliriz biraz kafalarimiz formatlanmis gibidir estetik acidan, formal acidan. Bu anlayisa bagli bakariz oraya buraya belki. Keske yasamin icinde cok daha fazla olabilsek formal dunyanin otesinde gerisini daha cok anlayabilsek. Ve is kacirilmaz anlayisini bir kenara birakabilsek. Ama yine de birakalim herseyi, hem insan olarak da hem mimar olarak da ornegin o Gemlik”in Balikpazarindaki eski Rumlardan kalan oralarin nefes alinan yeri, bulusulan yeri, kahvehaneler arasindaki yukaridan asagi denize dogru iki yol arasinda uzanan dikdortgen alanda, agaclari kesip oraya dev metal ayaklari ile anlasilmaz cok cirkin bir ortu yapmak, nasil bir mantiktir anlamak mumkun degil. O guzelim asirlik agaclarin serinliginde oturmak yerine birilerine is cikarmak, ceplerini para doldurmak ve o garip ortuyu, o projeyi yapmak, yaptirmak, izin vermek ne tuhaf. Cogu yerde olan da sahilin yok edilmesi de, herkesin sahile ususmesi de boyle bir sey. Tamam insaat, ekonominin cekeri, onemli bir sektor. Ama nereye ne yapilmali, nasil yapilmali hatta yapilmamali onemli kararlar. Proje zaten butunuyle basindan sonunda ne olacaginin karari verilen bir surec. Ama yasam oyle degil. Iste Gemlikte de bircok yerde de olanlar bu garip celiskilerin sonucu. Eski Gemlik yasamin icinde yolunu bulan bir organizmaydi. Bugun ise projerle yok edilen, para adina yok edilen bir yer. Yine de paranin herseyi satin alabilecegi mantigi ile, kose donmelere, cepleri doldurmalara degil, insanin insana, insanin cevreye saygili oldugu ve kendini devamli yenileyen bir egitimin ritminde olan yasamin ve mimarligin ekseninde gitmek lazim galiba.

Bir yanıt yazın