Miras Listesine Girdik ama Koruyor muyuz?

UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi'ne 2 önemli kültürel alanımız daha girmeyi başardı. Efes Antik kenti ve Diyarbakır Hevsel Bahçeleri. Ülkemiz tanıtımı, turizmi açısından çok önemli bir gelişme. Fakat daha da önemlisi bu miras listesini koruyabilmek.

Peki koruyor muyuz?

İstanbul 1985 yılında miras listesine alındı. 30 yıldır Tarihi Yarımada’nın geldiği nokta ortada. Ayvansaray, Balat, Sultanahmet, Süleymaniye’de tescilli binaları birer birer yıkmadık mı? İstanbul’un tarihi siluetine hançer gibi saplanan 16/9 Kuleleri mahkemenin yıkım kararına rağmen hâlâ durmuyor mu?

Türkiye 1954 yılında Lahey’de başlayan, 1970 yılında Kültür Varlıklarının Kanunsuz İthal, İhraç ve Mülkiyet Transferinin Önlenmesi ve Yasaklanması İçin Alınacak Tedbirlerle İlgili sözleşme ile devam eden süreçte, 17 Aralık 1975 yılında UNESCO Dünya Doğal ve Kültürel Mirasın Korunması sözleşmesi ile taraf olduk. Bu sözleşmelerde ülkedeki somut ve somut olmayan kültürel mirasın korunması için mücadele edileceğinin sözünü verdik.

Uluslararası önem taşıyan ve bu nedenle takdire ve korunmaya değer doğal oluşumlara, anıtlara ve sitlere “Dünya Mirası” statüsü tanınıyor. Sözleşmeyi kabul eden üye devletlerin UNESCO’ya başvurusuyla başlayan ve Uluslararası Anıtlar ve Sitler Konseyi (ICOMOS) ve Uluslararası Doğayı ve Doğal Kaynakları Koruma Birliği (IUCN) uzmanlarının başvuruları değerlendirmesi sonunda tamamlanan bir işlem dizisinden sonra aday varlıklar Dünya Miras Komitesinin kararı doğrultusunda bu statüyü kazanıyor. 2014 yılı itibariyle Dünya genelinde UNESCO Dünya Miras Listesi’ne kayıtlı 1007 kültürel ve doğal varlık bulunmakta olup bunların 779 tanesi kültürel, 197 tanesi doğal, 31 tanesi ise karma (kültürel/doğal) varlıktır. UNESCO Dünya Miras Listesi’ne Efes ve Diyarbakır ile birlikte 13 adet kültürel varlığımız dahil edildi. Hatırlayacak olursak o liste şöyle oluşuyor; İstanbul’un Tarihi Alanları [1985], Divriği Ulu Camii ve Darüşşifası (Sivas) [1985], Hattuşa (Boğazköy) – Hitit Başkenti (Çorum) [1986] Nemrut Dağı (Adıyaman – Kahta) [1987], Xanthos-Letoon (Antalya – Muğla) [1988], Safranbolu Şehri (Karabük) [1994], Troya Antik Kenti (Çanakkale) [1998], Edirne Selimiye Camii ve Külliyesi (Edirne) [2011], Çatalhöyük Neolitik Kenti (Konya) [2012], Bergama Çok Katmanlı Kültürel Peyzaj Alanı (İzmir) [2014], Bursa ve Cumalıkızık: Osmanlı İmparatorluğunun Doğuşu (Bursa) [2014],Diyarbakır Kalesi ve Surları (2015), Efes Antik kenti (2015). Hem kültürel hem doğal olarak ise Göreme Milli Parkı ve Kapadokya (1985), Pamukkale-Hierapolis (1988) listeye girdi.

Divriği ve Ulucami’ye yapılan müdahaleler eserin hem statik yapısını hem de pek çok tarihi özelliğini yitirmesine neden oldu. Etrafındaki gece kondu yapılaşmaları hâlâ kamulaştırılamadı. Taş işlemeciliğinin en harika örneği ‘Çarşı Kapı’ yıllar önce yapılan yanlış müdahaleler neticesinde çökme tehlikesi yaşıyor. Yıllardır koordinasyon eksikliği nedeniyle bir türlü bilimsel restorasyona başlanılamadı. Pamukkale’nin durumu ortada. Travertenler yıllarca çevredeki otellerin suyu çekmesi sonucunda karardı. Turizmde gözden düştü. Şimdi eski günlerine kavuşması için yıllardır projeler üretiliyor. Kapadokya bölgesi ona keza hala koruma amaçlı imar planı bile yok. Her kurumun ayrı yönetimi bu bölgeyi de her geçen gün yok ediyor. Miras listesinde yer alan en korkunç tahribatın yaşandığı yer ise tartışmasız İstanbul.
İstanbul 1985 yılında miras listesine girmeyi başardı. Hipodrom, Ayasofya, Aya İrini, Küçük Ayasofya Camisi ve Topkapı Sarayı’nı içine alan Arkeolojik Park; Süleymaniye Camisi ve çevresini içine alan Süleymaniye Koruma Alanı; Zeyrek Camisi ve çevresini içine alan Zeyrek Koruma Alanı ve Tarihi Surlar Koruma Alanı olarak 4 ana bölümde dahil edildi. 30 yıl önceki fotoğrafları ile karşılaştırmaya kalkalım bu alanların tamamı eskisini aratır noktaya geldi. Restorasyon ile harabe haldeki kültürel varlıkların ayağa kaldırılmasını bırakın mevcut günümüze kalmayı başaran taşınmaz kültür varlıkları bile yok edildi. Yıllarca Koruma Amaçlı Nazım İmar planları yapılamadı. UNESCO ve Koruma ilke kararlarına uyulmadı. Tarihi Yarımada’da hiçbir hafriyat iş makinası ile yapılmayacak karalarına rağmen bugün hali hazırda tarihi yarımada da çalışan onlarca iş makinası bulabilirsiniz. Ayvansaray, Yedikule hatta Sultanahmet’in ortasında iş makinaları Fatih Belediyesi’nin izniyle çalışıyor, çalışmaya devam ediyor. Sadece son 5 yıldır takip edebildiğim onlarca örnek sıralayabilirim. Süleymaniye’de neredeyse tarihi sivil mimarlık örneği bırakılmadı. Kentsel dönüşüm adı altında kültürel miras yok edildi. Ayvansaray’da tescilli onlarca sivil mimari örneği ahşap evler yok edildi. Tarihi surların dibinde Yedikule’de ve Balat’ta yeni konutlar inşa edildi.

UNESCO Dünya Miras Listesi’ne dahil olmak elbette çok önemli. Lakin bunları korumayıp gelecek kuşaklara aktaramadıktan sonra önemi her geçen yıl kaybolup gider. UNESCO kararlarının yaptırım gücü olmasa da tavsiye kararları kültürel değerlerimizin korunması için uyulması gereken kurallardır. Onlar istediği için değil biz gelecek kuşaklara saygı için bu koruma bilincini geliştirmeli ve uygulamalıyız.

UNESCO Dünya Miras Listesi’ne girişinin 30. Yılında İstanbul’un Tarihi Alanları’nın durumu
Nezih Başgelen Arkeolog- Editör
İstanbul Tarihi Yarımadası ancak 2005 yılında bir koruma planına sahip olabilmiş, buna paralel yerel idareler bünyesinde Kültür Varlıkları Projeler Müdürlüğü, Koruma, Uygulama ve Denetim Müdürlüğü (KUDEB) 2005’te Alan Başkanlığı 2006’da oluşturulabilmiştir. Öte yandan İl Özel İdaresi bünyesinde emlak vergisiyle oluşturulan fonla, kültürel mirasın restorasyonu amacıyla özellikle Tarihi Yarımada’daki yerel idarelere aktarılan çok büyük kaynakların yönlendirildiği buna karşılık hızlı ve denetimsiz restorasyon projelerinin Unesco yetkililerinin de uyardığı gibi ” tarihi yapılarda yapıyı korumak yerine yeniden inşasına varan ciddi problemler ” yarattığı İstanbul’un pek çok güzide tarihi eserinin “parayla tahribatına” yok açtığı üzülerek izlenmiştir. Unesco raporlarına yansıdığı gibi Tekfur Sarayı bunun tipik bir örneğidir.
Bu 30 yıllık süreç içinde uygulanan büyük projeler de Tarihi Yarımada’nın geleceğini ciddi riskler altına sokulmuştur. Marmaray –Metro Projelerinin olumsuz etkileri yaşanmaya başlarken diğer bir risk de Avrasya Tüneli projesidir. Lastik tekerlekli taşıtlar için tasarlanan tünel Göztepe’den dalmakta, Sur önünde Çatladıkapı’da yüzeye çıkmakta, 4 şerit gidiş, 4 şerit dönüş olmak üzere sahili izleyen bir otoyolla Sur dışına yönelmektedir. Sözkonusu Otoyolun, İstanbul Tarihi Yarımadası’nın denizle olan ilişkisini tümüyle ortadan kaldırması ciddi bir sorun oluşturacaktır. Öte yandan Yenikapı’da çok geniş bir miting alanı düzenlemek için doldurulan alan, Tarihi Yarımada’nın binlerce yıllık morfolojisini büyük ölçüde bozmuştur.

UNESCO Dünya Miras Alanı olan Kara Surları’nın önünde ve arkasındaki koruma zonundaki Büyükşehir Belediyesi’nin yapılaşma girişimleri ise kaygı vericidir. Fatih Belediye Başkanlığı tarafından yürütülen “Yedikule Restorasyon Uygulama Projesi” bağlamında Karasurları Bostan Alanı Projesi yurt içinde ve dışında büyük tepki almıştır. Uluslararası ilgili kurumlar İstanbul yönetiminin Karasurları’nı korumada gerekli özeni göstermediğini açıkça belirtmektedir. Karasurları Bostan Alanı’nda ve Kentsel Dönüşüm gerekçesiyle Sulukule ile Ayvansaray’da yapılanlar ilgili hukuk açısından da kabul edilemez uygulamalara dönüşmüştür.

Hipodrom, Ayasofya, Aya İrini, Küçük Ayasofya Camisi ve Topkapı Sarayı’nın yer aldığı Arkeolojik Park’ta (Sultanahmet semtinde) yapılan yeni inşaatlar ve temel kazılarında etkilenen arkeolojik değerler kaygı vericidir.

Galata Kulesi’nden Eyüp’e, tepelerini selatin camilerinin taçlandırdığı, şehrin büyüleyici Altın Boynuz Haliç peyzajı yeni yapılan “Haliç Metro Geçiş Köprüsü’ nün askı çubuklarıyla büyük ölçüde örselenmiş, köprü bu haliyle tüm dünyanın tepkisini çekmiştir. İstanbul’un tarihi peyzajının en karakteristik parçası olan Tarihi Yarımada’nın silueti de gene son yıllarda pek çok yönde yeni yapılan gökdelenlerce büyük ölçüde zarar görmüştür.

İstanbul 8500 yıllık kültürel birikimiyle, hiçbir yerde olmayan çeşitliliğiyle kültürel ve doğal çevrenin en güzel örneklerine sahip bir yerdir. Unesco tarafından da Dünya Mirası olarak tescil edilmiş bu değerler aynı zamanda İstanbul ‘u yönetenlere de vazgeçilemez yükümlülükler ve sorumluluklar getirmektedir. Binlerce yılın birikiminden gelen, Dünya Kültür Miras’ının da bir parçası olan İstanbul’un Tarihi Yarımadası’nın akılcı artı değerler katılarak gelecek kuşaklara aktarılması üzerimizdeki önemli bir sorumluluktur.

Etiketler

Bir yanıt yazın