Kalebodur'un düzenlediği "Kalebodur'la Mimarlar Konuşuyor" serisinin konuğu David Chipperfield'ın dün akşam İstanbul Kongre Merkezi'nde verdiği konferans büyük bir ilgiyle izlendi.
Yaklaşık 2000 kişinin izlemeye geldiği konferansın açılış konuşmasını Celal Abdi Güzer yaptı. “Kalebodurla Mimarlar Konuşuyor” başlığı altında David Chipperfield ile söyleşi de yapan Güzer, Chipperfield’ı klasik İngiliz ekolünün çağdaş mimarları arasından sıyrılmayı başaran, belli bir stile takılmaksızın 40’tan fazla ülkede proje üreten, 100’ün üzerinde ödül sahibi bir mimar olarak tanıttı. Uluslararası mimarlık kültürünün devamını sağlamaya yönelik “Common Ground” temasıyla küratörlüğünü yaptığı 2012 Venedik Mimarlık Bienali’ni de hatırlattı.
Celal Abdi Güzer’in kısa konuşmasının ardından sunumu için sahneye gelen David Chipperfield öncelikle böyle büyük bir izleyici kitlesi karşısında olmaktan dolayı çok mutlu olduğunu söyledi. Mimarlık – kent ilişkisi üzerinden çalışmalarını değerlendiren mimar, bu bağlamda en önemli sorunun yatırım / gelişme ve koruma / muhafaza arasındaki ilişkide yattığını vurguladı. Nasıl korumalı; hangi bina korunmalı; yatırım, gelişme nasıl olmalı gibi çok önemli soruların cevaplanması gerektiğini söyledi.
Şehirlerin birkaç güzel binadan ibaret olmadığını dile getiren Chipperfield, kentlerin sahip olduğu karakterlerin bahsettiği sorulara verilen cevaplarla, kendimizle dünya arasına yerleştirdiğimiz mimarlık ile yaratılabileceğini öne sürdü. “Şehirlerimiz nasıl gözükmeli?” sorusuna yanıt arayan Chipperfield, sunumuna çeşitli şehirlerden fotoğraflar göstererek devam etti. Londra gibi planlanmış şehirlerden örnek veren mimar, aslında yatırımın tek başına bir problem olmadığını, aksine yatırımla şehirlerin geliştiğini ve böylelikle yeni evlerin, mekanların hatta meydanların yapıldığını; burada binaların kalitesinden değil kentsel mekanın, meydanların kalitesinden söz edilmesinin önemli olduğunu vurguladı.
İnsanların oluşturduğu kentler ile mimarlığın oluşturduğu kentler arasındaki uçuruma değinen Chipperfield verdiği Doha, Katar örneğinde farklı imzalar taşıyan bu yapıların, uzaktan hangisinin daha güzel olduğuna karar verilebilecek nesneler gibi durduğunu; şehrin içine girdiğinizde ise kentsel mekandan değil, sadece nesneler arasındaki boşluklardan söz edilebileceğini söyledi. Bu yapılaşmanın kullanıcıyla hiçbir ilişki kuramamasının mimarlığın kentteki rolünün yanlış kullanılmasından ileri geldiğini sözlerine ekledi.
David Chipperfield sunumuna 14 yıldır çeşitli projeler ürettiği Berlin’le devam etti. 2. Dünya Savaşı’nda harabeye dönüşen kentin, savaş sonrası ikiye bölünmesi, doğu ve batının farklı ele alınması, 1989’de birleşmesi ve sonrasında yeniden inşa edilmesi gibi ciddi süreçlerden geçen bir kentte yatırım – koruma ikileminin nasıl ele alındığını projeleri üzerinden anlattı.
Anıtların zaten bir şekilde korunduğundan bahseden mimar; aslında 2.,3. seviye mimarlığın, yerel mimarlığın korunması, kentin asıl karakterinin yaratıcısı olan bu fiziksel öğelerin sosyal yaşamla birlikte ele alınması gerekliliğine vurgu yaptı. Kentte kaybedilenin tekrar kazanılamayacağını dile getiren Chipperfield soylulaştırma projelerine karşı olduğunu, İstanbul örenğini vererek sosyal – ekonomik çeşitliliğin kenti güzel yapan faktörlerden biri olduğunu söyledi.
Berlin’deki yaptığı tüm projelerini detaylı olarak anlatan Chipperfield, 2011 Mies van der Rohe ödüllü Neues Museum projesini sona bıraktı. 2. Dünya Savaşı’nda bombalanan ve 50 sene harabe şeklinde kalan yapıyı 10 sene gibi bir sürede restore eden Chipperfield, bir kısmı artık yerinde olmayan tarihi bir binanın nasıl restore edileceğine dair verilen kararların ve teknik bilgilerin yanı sıra Berlinliler’in sürece nasıl dahil olduğundan da bahsetti.
Proje ile ilgili yapılan gösteriler, hazırlanan posterlerle halkın sürece dahil olmasının mimarlar açısından öneminden bahseden Chipperfield, böylelikle mimarların halka gerekçelerini sunabilecekleri bir ortamın yaratıldığını söyledi. “Eski bir yapıdan yeni bina yapmak” olarak nitelendirdiği projesinde, eski ile yeninin bir aradalığını “özgün haliyle bırakma, yenileme ve yeniden yapma” başlıklarında 3 farklı tutumla sağladığını anlattı.
Sunumunun ardından kendisine yöneltilen sorulara verdiği cevaplarda kariyerinden bahseden Chipperfield, “Mimarlığın ve tasarımın dünyayı değiştireceği bir dönemden sisteme hizmet ettiği bir döneme geçtik” dedi. Mimarlığın kentteki rolünün tekrar tanımlanması gerektiğini söyleyen mimara göre kentlerdeki görünmez müşteriler, yani o binaların kullanıcıları asla unutulmamalı.
Günümüz star mimarlarından farklı bir yerde konumlanan David Chipperfield ile ilgili diğer haberlere ve projelere buradan ulaşabilirsiniz.
1 Yorum
Konferans’ın kayıtı var mı ?