Reha Günay’ın İstanbul’un Kaybolan Ahşap Konutları’nı okurken, gördüğüm evler, tanık olduğum aileler gözümde birer birer canlandı.
Bu yazıyı okuyanlardan biri umarım ahşap bir evde oturmuştur ya da ahşap bir evde yaşayan yakınından o evlerin bulunduğu mahallelerin öyküsünü dinlemiştir. Reha Günay’ın İstanbul’un Kaybolan Ahşap Konutları’nı okurken, gördüğüm evler, tanık olduğum aileler gözümde birer birer canlandı.
Kitapların ithaflarına özellikle dikkat ettiğimi, okurlarım bilirler, Günay’ın da birinci sayfadaki ithafını okuyalım: “Sedad Hakkı Eldem’in anısına…”
Bilgi ile hayat bir araya geldiğinde etkileyici metinler çıkıyor ortaya. Reha Günay’ın kitabının başındaki “Anılarımda Ahşap Evler” yazısı, bir mimarlık kitabının başındaki bilimsel yazıdan çok, yazarın kendi yaşamının içinden gelen bir deneme gibi okunmalı.
Fotoğraflarını gördüğünüz şanslıysanız kimi belgesellerde hakkında bilgiler öğrendiğiniz, belki merak edip kendiniz araştırdığınız birçok ahşap evin yerinde yeller esiyor bugün. Çoğu yıkıldı, çoğu yangında haraboldu. Hiç kuşkusuz böyle evlerde artık yaşam da mümkün değil. Çünkü her türlü konfordan uzak birer nostaljik mekân olarak bakıyoruz buna. Kalanlar da ya butik otel oluyorlar ya da dizi mekânı…
Sadece bu yargı yıkılmaları, kaybolmaları için yeterli açıklama mı? Elbette değil… Onlar mimarlık, kültür ve sosyal yaşantı tarihimizin canlı tanıklarıydı. Akla gelen ilk soru şu oluyor ahşap ev bahsinde, taşın dayanıklığı varken neden ahşap seçildi? Önce bu sorunun yanıtını aradım, Günay’ın kitabında.
Sistemin çadır geleneğinden gelen Türkler için cazip gelmesi kadar malzemenin ekonomikliği ve bilhassa deprem bölgeleri için en uygun yapı tarzı olması, taş yerine ahşabın tercih edilmesinde temel sebepler… Önsözde Reha Günay, kitaptaki fotoğrafları nasıl çektiğini, teknik zorlukların nasıl üstesinden geldiğini, gördüğü, geçtiği sokakların, kaybolan ahşap evlerin hepsini zamanında çekemediği için nasıl hayıflandığını yazmış.
Fotoğraflarda verilen tarihin fotoğrafın çekildiği tarih olduğunu belirttikten sonra, ikinci kitaba “Kaybolan İstanbul” adlı bir bölüm ekleyeceğini de okurlara iletiyor. Önemli sözler söylüyor Reha Günay önsözünde: “Burada gördüğünüz fotoğraflar 55 yıl içinde çok çeşitli kameralarla çekildi… Bütün evleri bir kitaba toplamak olası değil. Onun için yalılar ve ada evlerinin çoğu eğer basılırsa ikinci kitaba kaldı.”
Günay, sadece mimari açıdan ahşap evi anlatmıyor, o evin bulunduğu mahalle içindeki yerini de saptıyor. Kültürel, sosyal ve tarihsel açıdan bütün unsurlarıyla birlikte anlatıyor.
Evin içi nasıldı? Nasıl bir yaşama düzeni vardı? Büyükler ne yapırdı, çocuklar nasıl ve neler oynardı? Çizdiği portreler ahşap konutlarda büyük bir ailenin düzeni. Oda düzeni egemen olduğundan kalabalık ailenin fertleri, geniş topluluktan ayrılır odalarına çekilebilirlerdi. Zaten, Günay’a göre ahşap evlerde, oda yaşamı geçerliydi, bireysel yaşamayı mümkün kılan da bu odalardı.
Çünkü ahşap konutlara, ihtiyaç hasıl olduğunda yeni oda ilave etmek (tıpkı en başta belirttiği çadır pratikliğinde olduğu gibi) çok kolaydı.
Bu özellik bana Alvin Toffler’in Şok (Future Shock) kitabındaki görüşünü anamsıttı. Örneğin gecekondu mahallelerinde evlerin üstünde demir filizlerine rastlamışsınızdır, bunlar olası yeni katların habercisidir, evin oğlu, kızı evlendiğinde yukarıya bir kat daha yapılır.
Toffler’e göre, bu umudun göstergesiydi. Anılardan hareketle, tarihsel bilgiyle beraber bir ahşap evin içindeki gerekli eşya, elektrik tesisatından su ihtiyacına kadar bütün ayrıntılar yazılmış.
Tekrarlamak gerek, Reha Günay eğer ahşap bir evde yaşamış olmasaydı, bu kadar ayrıntıyı yazabilmesi mümkün olmazdı.
Nasıl ısınılırdı? Mahallede mangal kömürü, odun satanlar vardı.
Biz de bir zamanlar evimizi çini sobalarda yanan odunla ısıtırdık.
Ahşap taşla mukayese edildiğinde deprem için daha uygun ve dayanıklı bir malzeme olsa da ne yazık ki yangın açısından sicili bozuktur… Bilhassa İstanbul’daki karakteristik, önemli, tarihi ahşap konutların birçoğunun yok oluşu da büyük İstanbul yangınları yüzündendir. Bilimsel olmasa da, büyük yangınların çıkışının hep “patlıcan mevsiminde” olduğu söylenir. Rivayete göre, tavada patlıcan kızartmaları bir semti yok eden yangınlara sebep olurmuş. Tabii buna rüzgâr, yetersiz altyapı gibi etkenleri de dahil etmek gerek.
İstanbul’daki önemli yangınları, bu yangınlarda yok olan binaları öğrenmek için kitaptaki listeye mutlaka bakmanızı tavsiye ederim.
Ahşap konutların temel özelliklerinden birisi ise “basit” bir yaşam tarzına ihtiyaç duymasıydı. Fazla eşyayı gerektirmez, farklı bir mülkiyet kültürü yaratırdı… Yazarın belirttiğine göre, çok az telefonlu ev olduğundan, telefonu olan ev sahibinin adı ile anılırdı, o mahallelerde radyo da bir ayrıcalıktı.
Teknik soruları da bütün yalınlığı ve detaylarıyla anlatıyor Günay.
Ahşap konutların, diğer deyişle “Türk evi”nin mimarisi nasıldı? Batı’dan nasıl etkilenildi?
Onlara dair bilgileri, fotoğrafları gördüğünüzde mimari tarihimizi de aydınlatıcı bilgiler eşliğinde öğrenmiş olacaksınız.
Tabii ahşap konutların sağlık açısından değerlendirmesi yapıldığında, nefes alıp vermesi de ileri sürülür. Taşın böyle bir özelliği elbette yoktur. Ancak başka birtakım sorunları barındırdığı da bir gerçek… Günay’a göre bugün bu mimarıyı taklit etmek, bire bir örnek almak düşünülemez, ancak kavramsal olarak yararlanılması düşünülebilinir.
Reha Günay kitabı neden Sedad Hakkı Eldem’e ithaf etmiş? Çünkü öyle veya böyle, ahşap ev, Türk evi bahsinde, mimarlık tarihimizin bu önemli ismini anmak bir zorunluluk… Eldem, yazısında 1926-28 yılları arası İstanbul Evleri’ni bakın nasıl anlatıyor: “Türk evlerinin en tipik ve en güzel örnekleri kuşkusuz İstanbul’da idi,” diye söze girdikten sonar o dönemin evlerinin bulunduğu semtleri sıralıyor Eldem. Çok az kalanları gören biri olarak, yazı bana birçok anımsatmada bulundu.
Sedad Hakkı Eldem’in sözlerini aktardıktan sonar, Türk Evi Geleneği yazısında önemli soruların yanıtını veriyor Günay.
Önce “Türk Evi nedir?” bölümünü okuyun, tarih içindeki değişimini öğrenin.
Hangi öğeleri içeriyor Türk evi?
Özgün oda düzeni, çok katlılık, çatı biçimi, yapım konularında bütün detayları aktarıyor.
Ahşap evin tarih boyunca gelişimi, Türk ahşap evlerinin özelliğini irdeliyor.
İstanbul Evleri Bölümü, bu şehrin yalnız mimarlık tarihine ışık tutmuyor, insan/mekân ilişkisini de inceliyor.
Çeşitli dönemlerde ahşap konutların mimari çeşitlilik içinde, yüzyıllara yayılan özelliklerini ele alıyor.
Osmanlı’nın başkentlerindeki ev anlayışının gelişim sürecini nasıl etkilediğini de ayrıca değerlendiriyor.
Kitaptaki fotoğraflarda yer alan bazı yapıları tanıdım, onları dışından da, içeriden de görme şansına eriştim… Nelerin yok olduğunu bilenlerdenim…
Bir şehrih mimarisi sadece mimarlığı ilgilendirmez, onun içindeki yaşama biçmlerini de yansıtır, hatta siyasi ve toplumsal dönemeçlerini de ilan eder. Bu kitap biraz da bu yönüyle önemli…
O ahşap evler nasıl korunabilirdi? Bugün ayakta kalanlar için neler yapılabilir?
Sanırım bu soruların cevabını uzmanlar verecek. Ancak bu şehirde yaşayan herkesi ilgilendirir bu cevaplar!