Sen kentin olumlu olumsuz her hareketinden etkileniyor, onu hissediyorsun... Peki kent seni hissediyor mu?
Toplumun kendi içerisinde iletişim kurmasının bile zor olduğu bir çağda mekan, bizlerle hiç olmadığı kadar iletişim içerisinde. Bundan 20 yıl önce cevap veren tek arayüzün bilgisayarlar olduğunu düşünen jenerasyonumu, sanal bebeklerden karşılık bulduğunda çok şaşıran ve etkilenen, bugün ise evleri ile konuşurken hiç yadırgamayacak kadar hızlı bir dönüşüm geçiren olarak tanımlayabilirim.
Artık mekan, bir bilgisayar gibi data toplayan, kullanıcısının ne düşündüğünü hisseden ve ona karışılık veren bir arayüz olarak yeniden tasarlanıyor. Dolayısıyla yerleşimler üzerine geliştirilen tüm kuramsal çalışmalar “hissedebilen ve tepki veren” bir tasarım üzerine kuruluyor.
Bireyin mekanın başat aktörü olduğunu bizzat hissetmek istemesinin, tasarımcının yapıda bireyi gözetmesinin, bu karşılıklı duyarlılık temelli ilişkinin tasarıma yansıması; kent ölçeğinde “akıllı kentler” gibi örnekler ile ortaya çıkar iken, yapısal ölçekte “kullanıcısının tercihlerine göre biçimlenen” olarak beliriyor. Dolayısıyla, mimariye yönelik kestirimler bu denli belirgin bir forma bürünüp, olgunlaşamazken, gelecekte tasarım alanında yaşanacak gelişimlerin tepkisel bir yapıya bürünceğine kesin gözüyle bakılıyor.
İnteraktif tasarım bu anlamda teknoloji ile donatılmış evlerden bir anlamda uzaklaşıyor. Katı formlara sıkışmış yapılar bahsedilen etkileşim esnekliğine “henüz” sahip olamadığından, çoğunlukla bu kavramın yansımalarını enstalasyonlarda ve pop up strüktürlerde görebiliyoruz.
2008 EXPO’su için Zaragoza’da kurulan The Digital Water Pavilion kullanıcıya ve çevresel koşullara göre davranmasıyla tepkisel tasarım adına önemli bir örnek.
Dijital kontrol sistemine bağlı olarak çalışan, suyun mimari bir element olarak kullanıldığı pavyon kafe ve danışma olarak tasarlandı.
Kullanıcının hareketine göre duvarların/suyun giriş/çıkış olabildiği mekan, interaktif ve tekrar tekrar şekillenebilen bir tasarım olması ile dikkat çekiyor. Kullanıcı istediğinde suya şekiller çizebiliyor, top atar gibi yapıp duvarda bir boşluk oluşturabiliyor.
Mekanı sınırlandıran ögenin bu denli interaktif ve geçirgen olması ile yapının kamusallığı da keşfedildikçe artıyor.
Taşıyıcı olarak görünen iki kutuya sahip strüktürde su duvarları ve bir çatı bulunuyor.
Ki çatı istendiğinde zemin ile buluşabiliyor ve bambaşka bir mekan algısı oluşturuyor.
Digital Water Wall projesi MIT, Arup, Siemens gibi kurumların ortak çalışması ile gerçekleştirildi. Yapının ve konsept tasarımı ise “Hisseden ve tepki veren mimarlık” konusunda bir çok araştırması bulunan, MIT Sensable LAB’ın kurucusu ve yürütücüsü Carlo Ratti tarafından tasarlandı. Ratti, son dönemde tasarımın tepkisel ürünler ortaya koymasında, mimarlığın kullanıcı ile interaktif ilişkiler kurabilmesi konularında önemli çalışmalar ortaya koyan akademisyenler arasında.
Güzel haber ise Carlo Ratti’nin 19-20 Kasım 2014’te tarihlerinde İstanbul’da olacak olması. ARKIMEET’te özel konuşmacı olacak olan Carlo Ratti’nin ve 60’a yakın ulusal ve uluslararası konuşmacının, geleceğin kentlerine ve mimarlığına dair konuşacakları panelleri dinlemek için hala vakit var. ARKIMEET 2014’e buradan kayıt yaptırabilirsiniz.