İnsanlara ihtiyaç duymadan birbirleriyle haberleşebilen cihazlar, birlik olup sizin mutluluğunuz için çalışıyor.
Hayatımızın kolaylaşması için üretilmiş akıllı cihazların ve uygulamaların sayısı arttıkça artıyor. Peki bunların hepsi nasıl birbiriyle bağlanacak? Hepsi tek tek akıllı cihazlar olup, kontrol etmemiz gereken milyonlarca nesneye mi dönüşecek? Etrafımız bizim müdahalemize gerek kalmadan ihtiyaçlarımızı otomatik olarak karşılayacak nesnelerle mi dolacak? Ve belki de en merak ettiğimiz soru; bütün bunlar olacaksa ne zaman olacak?
“Nesnelerin İnterneti” tam olarak ne demek? Nesnelerin İnterneti “adreslenebilir nesnelerin kendi aralarında bir ağ oluşturması ve bu ağdaki nesnelerin birbirleriyle iletişim içinde olmaları” olarak tanımlanabilir. Birbirleriyle genellikle Radyo Frekansı ile Tanımlama (RFID) teknolojisi ve kablosuz internet yoluyla haberleşen nesneler, ek olarak NFC etiketlerinden, QR kodlardan ya da barkodlardan da yardım alıyor.
Nesnelerin İnterneti’ni daha insancıl yapan MEMS (mikro elektro mekanik sistemler) teknolojisi diyebiliriz. Bu teknoloji, sensörlerde olduğu gibi, bilgisayarları küçük mekanik cihazlarla bağlıyor. Nesnelerde bulunan sıcaklık, ışık, basınç, ses veya hareketleri gözlemleyebilen sensörler böylece insanların alışkanlıklarını da takip edebiliyor. Nesneler, takip ettikleri uyuma düzenlerini, tercih edilen sıcaklıklığı, vücut istatistiklerini sadece kendilerine bilgi olarak saklamayıp, çevresindeki nesnelere de aktarıyor.
Senaryo aslında basit; evinize doğru yaklaştığınızda, arabanız, telefonunuz, ya da herhangi bir nesne kapınıza sinyal gönderiyor, kilit sisteminiz sizin için kapınızı açıyor. Kapınızın gönderdiği mesaj ile giriş holünüzde ışığa ihtiyaç varsa ışıklar açılıyor. Termostatınız siz evi terkettiğinizde ısısını belirli ölçüde düşürmüştü, şimdi siz evinize yeteri kadar yaklaştığınızda hemen ideal sıcaklığınıza göre evi ayarlamış bile… Peki her nesne birbiriyle konuşabiliyor mu? Samsung marka buzdolabınız, sırf markası Sony diye televizyonunuzla konuşmak istese de konuşamayabilir çünkü her firma kendilerine özel teknolojiyi kullanmak istiyor. Samsung, Dell ve Intel gibi bir kaç firmanın, üretilen cihazların birbirleriyle sorunsuz konuşabilmesi adına bir standart yaratmak için güçlerini birleştirmesi, ileride her nesnenin sorunsuz iletişime geçebileceğini vadediyor.
Nesnelerin İnterneti’ni bu kadar özel yapan ise özel olarak adreslenen nesnelerin, herhangi bir insan-insan ya da insan-bilgisayar arasında etkileşim gerektirmeden birbirleriyle iletişim içinde olabilmesi. Ama Nesnelerin İnterneti çevremizdeki nesnelerin akıllanmasından daha fazla şey ifade ediyor. “Internet of Things” (Nesnelerin İnterneti) kavramını ilk kez 1999’da dile getiren Kevin Ashton, 2009 yılında “Bugünün bilgisayarları, bilgisayarlarla beraber internet de, bilgiye ulaşmak için neredeyse tamamen insanlara bağımlı. İnsanların yazarak, ses cihazının başlat butonuna basarak ya da fotoğraf çekerek kaydettiği, yarattığı bilgiler dolu. Problem ise, insanların zamanları, ilgileri kısıtlı ve hassas değiller, yani insanlar gerçek hayat hakkında bilgiyi kaydetmede iyi değiller.. Yine de günümüz bilişim teknolojisi insanlar tarafından üretilmiş bilgiye bağımlı. Eğer bilgiyi toplarken bize hiç gereksinimi olmayan, bilinmesi gereken her şeyi bilen bilgisayarlarımız olsaydı, her şeyi takip edebilir, yapılan israfları, zararları ya da maliyeti önemli ölçüde düşürebilirdik.” diye belirtmişti.
Nesnelerin internetindeki bir “nesne”, kalbine monitör takılmış bir insan olabileceği gibi, lastik basıncı düştündüğünde sürücüyü uyarmak üzere sensör takılmış bir araba da olabilir. Aslında kendisine IP adresi tanımlanabilen ve bir ağ üzerinden bilgi aktarabilen her hangi bir doğal ya da insan yapımı nesne olabilir.
Herhangi bir nesne “Nesnelerin İnterneti” diye adlandırılmak için internete bağlı olmak zorunda değil, ama diğer nesnelerle konuşabilmesi için bir IP adresine ihtiyacı var. IPv4’ün IPv6’ya dönüştürülmesi Nesnelerin İnterneti’nin gelişmesinde en önemli faktörlerden biri. Peki bu değişim ne? Temel olarak IP adreslerinin 32bit’ten 128bit’e çıkarılmış olması. Bu sayede IP adresleri rakam olarak uzamış oluyor, ve daha çok IP adresi tanımlanabiliyor. Bu dönüşüm, gelecekte beklenen büyümeyi desteklemiş, ağ adreslerinde yaşanacak eksikliği rahatlatmış oluyor ve daha çok cihazın IP adresine sahip olup birbirleriyle konuşmasına imkan veriyor.
İnsanları Nesnelerin İnterneti’nden uzaklaştıran bazı düşünceler de var, bir nesneyi bozulduğunda nasıl tamir edeceklerini bilememek, ya da teknolojiye tam anlamıyla güvenemeyen bir kesim olması gibi. HP Security Research’ün raporuna göre, Nesnelerin İnterneti’ndeki nesnelerin %70’i şifrelenmemiş ağ hizmetleri kullanıyor, %80’i yeterli karmaşıklıkta şifre istemiyor, %90’ı en az 1 kişisel bilgi barındırıyor. Bu bulgular, kişisel bilgilerin kolay ele geçirilmesi anlamına gelirken, tam anlamıyla oluşamayan güveni de desteklemiş oluyor.
Nesnelerin İnterneti’nin önümüzdeki yıllarda hayatımıza git gide daha fazla gireceği kaçınılmaz olarak öngörülüyor. Hatta bir süre sonra vazgeçilmezimiz olacağını bile söyleyebiliriz. Nesnelerin İnterneti kavramının bir sonraki adımı ise “Her Şeyin İnterneti”. Bilginin, nesnelerin, insanların kısaca her şeyin birbirine bağlanması, birbiriyle kusursuz bir şekilde iletişim kurması ile yeni bir dönem başlayacak.