Geçen yıl, temmuz ayının herhangi bir öğleden sonrasıydı sanıyorum. Kahve saati çoktan geçmiş, ofisçe karpuz-peynir yapıyorduk, mutfaktaydık. Kıymetli hocam, o zamanlar ki patronum Hasan Özbay bu güz döneminde Atılım Üniversitesi’nde yürütecekleri bitirme projesi dersi için öğrencilere arazi olarak Sinop’u vermeyi düşündüğünü söyledi ve eğer karar verirlerse ne gibi proje konularının çalışılabileceğini bana danıştı. O an her ne kadar hazırlıksız yakalanmış olsam da, biraz düşününce bu soruya çok da hazırlıksız olmadığımı hatırladım. Güzel memleketim Sinop’un küçük ilçesi Ayancık’da bir zamanlar borusu öten kereste fabrikasının narin çatı makasları geldi gözlerimin önüne. Hemen fotoğraflarını açtım, hikayesini paylaştım.
1929 yılında Zingal A.Ş. tarafından kurulan Belçika sermayeli bu fabrika hayli yorgun bir hikayeye sahip. Önünden her geçişimde bir iç geçirme, “ah!” çekme sebebim olduğundan, fabrikanın bir mimari tasarım stüdyosu dersi vasıtasıyla gündeme getirilme ihtimali keyfimi yerine getirdi. Kendimi bu yüzden “Sinop’ta ne çalışılır?” sorusuna hazırlıklı buldum; cevabı ilçe merkezinde yer alan endüstri mirasının dönüşümü idi.
Fabrikanın tarihine biraz daha inmeye çalıştığımda, bu alanda bir fabrika kurulma hayalinin 17 Şubat 1923’te toplanan ve 4 Mart 1923’e kadar devam eden 1. İzmir İktisat Kongresi’nde alınan kararlar sonucunda gerçeğe dönüştüğü bilgisine ulaştım. Bu kongreden çıkan sonuçlardan biri ulusal burjuvazinin oluşturulabilmesi için yerli ve yabancı sermayeye olanaklar ve kolaylıklar sağlanmasıdır. Kongreyi takip eden yıllarda yabancı ortaklı şirketler ülkemizde yatırımlar yapmaya başlamıştır. Yatırım yapılan alanlardan birisi de orman sanayii olmuştur Fabrikanın belki ruhunun, belki vücudunun, belki de şu an sadece hayaletinin ikamet ettiği nokta da o yıllarda yatırım amaçlı seçilen sanayi bölgelerinden birisi olmuştur.
Arazi ilk başta Kibrit Fabrikası açılmak üzere Türkiye Kibrit Tekeli Anonim Şirketi tarafından satın alınmış; ancak daha sonra bu kibrit fabrikasını Sinop’da kurma kararı verilmiş ve boş kalan bölgenin işletme hakkı da 1926’da Zingal Ticari Anonim Şirketi tarafından alınmış. Ayancık Kereste Fabrikası’nın hikayesi bu şekilde başlamıştır. Proje konusu dersin sorumlu hocaları tarafından onaylandıktan sonra daha çok bilgi sahibi olmak adına soruşturduğum ahali içinde, o zamanlarda fabrikanın dispanserinde de görev almış olan Doktor Muharrem Öncel’in anlattığına göre, Sinop’a kurulan kibrit fabrikası çıkan bir yangın sonucunda yanmış ve işletilememiş.
12 Haziran 1926’da yapılan anlaşma çerçevesinde 1929 yılında Ayancık ilçe merkezinde kurulan, Belçika sermayeli, kısaca Zingal olarak anılan “Zindan ve Çangal Ormanları Anonim Şirketi”; Zingal ve Çangal Ormanları’nı 50 yıl boyunca işletme hakkını almıştır. Fabrikanın kuruluşuyla Avrupa’dan birçok işçi ve uzman Ayancık’da yerli halkla birlikte yaşamaya başlamış; Cumhuriyet’in ilk yıllarında küçük bir köy olan Ayancık hızlı bir biçimde kentleşmiştir. Bunun sonucunda kısa zamanda Ayancık, Türkiye’de modernizmin öncü kentleri arasında yerini almıştır.
Ayancık’ın 1930’lu yıllarda sosyal ve kültürel yaşamıyla Türkiye’nin birçok yerleşim merkezinin önüne geçmiş olduğu, Mutlu Kaya’nın “Anadolu’da Bir Sanayi Kenti: Ayancık” başlıklı tezinin ilk satırlarında yerini almıştır. Sineması, hastanesi, hayvan hastanesi, tenis kortu, spor alanları bulunan kasaba; fabrika sayesinde Türkiye’de elektriğe en erken kavuşan yörelerden birisi olmuştur. Ayancık’a fabrikada çalışmak üzere Avrupa’dan getirtilen uzman ve yöneticiler ile aileleri de yerli halkla hızlı bir biçimde kaynaşmıştır. Bu etkileşimin sonucunda Ayancık kılık ve kıyafet devrimine de hızlıca uyum sağlayarak örnek bir modern kent halini almıştır. İstanbul’dan getirtilen terziler fabrikada görevlendirilmiştir. Ayancıklılar Avrupa modasını yakından takip etmiş; terzi ve kunduracı gibi meslek grupları parlamıştır.
Fabrika kurulduğunda yaklaşık 300 haneden oluşan, sınırlı ölçüde kereste ticareti ve balıkçılık yapılan küçük bir kasaba iken; kereste fabrikası ile birlikte hızlı bir gelişim ve değişim gösteren bu kasabanın bugünkü sükunetinin de sebebi yine bu fabrika olmuştur. O yıllarda gündelik yaşama baloların, tiyatroların, spor dallarının, modanın eşlik etmesine varlığıyla sebep olan fabrika, bugün de yokluğuyla herşeyi geri almış sanki kentten. Fabrikanın kapanışının sosyal anlamda kentin nabzını hızla yavaşlatan bir etken olduğu görülebilmektedir. 22.000’lik nüfusuyla bugün Ayancık’da ne bir sinemadan ne de benzer başka bir sosyal donatının varlığından bahsedebilmek mümkün. Fabrikanın bulunduğu arazide yer alan evlerin büyük çoğunluğu da fabrika gibi sessizliğe terkedilmiş durumda.
Fabrika kurulurken Zingal A.Ş.’nin 50 yıllık işletme hakkını da elde etmiş olmasına rağmen orman içi temizlik ve gerekli ağaçlandırma çalışmalarını yapmadığı gerekçesiyle fabrika 1945 yılında devletleştirilmiş; hatta Türkiye’nin anlaşmayı bozması neticesinde Avrupa’ya borçlanılmış, bu borçlarımız da 1954 yılında ancak kapatılabilmiş.
1945 yılında devletleştirildikten sonra “Ayancık Kereste Fabrikası” ismini alan fabrika 1970 yılında Orman Bakanlığı bünyesinde kurulan Orman Ürünleri Sanayi Genel Müdürlüğü (ORÜS)’ne devredilmiştir. Orman Ürünleri Sanayi Genel Müdürlüğü, 1983 yılında bir İktisadi Devlet Teşekkülü haline getirilmiştir. ORÜS’e bağlı fabrikalar 1992 yılında özelleştirme kapsamına alınmış ve 1993 yılında şirketleştirilerek ORÜS Orman Ürünleri Sanayi Anonim şirketi olarak ana sözleşmesi yayımlanmış. Neticede fabrika 1996 yılında özelleştirilmiş, 1997 yılında da kapatılmıştır.
Yaşım gereği her ne kadar fabrikanın çalıştığı yıllara denk gelememiş olsam da, kent belleğindeki yerine birebir şahit oldum. Küçük bir çocukken yıllarca kent merkezinden geçen dekovil hattının izlerini takip ettim, 10 Kasım’larda öttürülen borusunun sesi eşliğinde 1 dakikalık saygı duruşlarında bulundum. Birkaç sene öncesine kadar korunmakta olan, fabrikanın işletildiği zamanlarda deniz yoluyla ürünlerin yurtdışına ihracını sağlayan çelik iskelenin uzandığı plajda yüzmüşlüğüm; zamanında fabrikadan ekmek yiyen ailelerle komşuluk etmişliğim var. Mimarlık eğitimi almaya başladığımdan beri şehre geri geldiğim her yaz ziyaret ettim, fotoğraflarını çektim, kalbimden birçok proje yakıştırdım. Şimdi ise 21 akran arkadaşım daha hayalleriyle fabrikaya hayat verecekti. 28 Eylül 2018’de yaptıkları teknik geziyle Ayancık şimdiye kadar bir arada göremediği sayıda mimar ve mimar adayını bir arada görecekti.
Teknik gezi esnasında bizlere Ayancık Belediyesi’nde Kültür Müdürü olarak görev yapan Hasan Yıldız ve 2013 yılında başladığım Ayancık Atatürk Anadolu Lisesi’nden değerli tarih öğretmenim Namık Şükrü Karahan eşlik etti, bilgileriyle ışık tuttular. Öğrencilere ve hocalara Sinop Üniversitesi’ne bağlı Ayancık Meslek Yüksekokulu’nda kısa bir sunum yaptıktan sonra hep beraber fabrika kütlesinin ve işletmeye bağlı başka birimlerin olduğu kampüse yürüyerek geçtik. Yürürken yine varlığını fabrikaya borçlu olan, Avrupai bir tarzda inşa edilmiş koloni evlerini de görmüş olduk. Bu evler yine o yıllarda fabrikada görevlendirilmiş yönetici gruplarının ikamet edebilmesi amacıyla inşa edilmiş; tek katlı, dik çatılı, bitişik nizamda sıralanmış evlerdi. Bildiğim kadarıyla herhangi bir yenileme veya restorasyon çalışması geliştirilmemesine karşın hala yaşam vadediyorlar. Böyle önemli bir fabrikanın ardından, ne yazık ki kayda değer pek belge kalamadığı için konumundan tam emin olamadığımız, fabrika sayesinde inşa edilmiş halkevinin ve dispanserin de yürüdüğümüz yol üzerinde olduğu bilgisine, ahaliye sorduğumda ulaştım. Şu an o yolda Orman İşletme ve ona bağlı lojmanlarla birlikte onlardan bağımsız birkaç apartman bulunuyor.
Bir zamanlar Çangal ve Zindan ormanlarından gelen kütüklerin taşınmasında da kullanılmış Ayancık Çayı üzerindeki köprüden geçerek fabrika alanına ilerledik. Fabrika özelleştirildikten sonra içindeki makinalar önce yağmalanmış, daha sonra kalanlar da mal sahiplerince hurda olarak satılmış. Bu yüzden zamanın ileri teknolojisine sahip olduğu belirtilen makinelerin sadece ruhlarını hissedebildik. Şu an geriye kalan kütleler ise çatısı çökük sunta fabrikası, hemen onun yakınında yer alan ve bir süredir ötmeyen borusu, betonarme olarak inşa edilmiş tek katlı yemekhane birimi, patika yoldan yürüyerek ulaştığımız ancak içine kilitli olduğundan giremediğimiz, pembe rengi ve giyotin pencereleriyle döneminin özelliklerini hala koruyan iki katlı müdüriyet binası, ona yönlendiren brütal ve yalın formdaki Atatürk büstü , deniz kıyısına konumlandırılmış, pencereleri kapıları dökük misafirhane ve eğitim birimleriyle birlikte fabrikada çalışanlar için inşa edilmiş müstakil ve bahçeli, ahşap kaplamalı eski konutlardı. Teknik geziden yaklaşık 2 ay sonra trekking amacıyla yeniden Çangal ormanlarına gittim ve tesadüfen tesisin buradaki birimlerine rastladım. Çangal Dağı eteklerinde ormanın derinliklerinde koskoca bir tarih kendi kendine yaşamaya devam ettiğine şahit oldum. “Keşke yaşatılmaya da devam etse.” diyerek tekrar hüzünlendiğimi gizleyemeyeceğim.
Karşımızda 90 yıllık bir tarih vardı, ne var ki söze gerek kalmadan misafirlerimize tarihini yansıtamıyorduk. Özelleştirildiğinden bu yana fabrika ile ilgili tek bir projenin varlığından bile söz edilemezken şimdi 21 tane proje üretilecekti.
Teknik gezinin ardından Ankara’da gerçekleştirilen ara jürilerde ve final jürisinde de yer alma şansım oldu. Özelleştirilirken yapılan anlaşmaya göre herhangi bir projenin yapılması durumunda oranın sanayi bölgesi olarak korunması gerektiği gözardı edilemezdi, ancak okulda bu konuda öğrencilerin biraz daha esnek tutulması tercih edildi. Çalışılan konular ise denizcilik okulu, fizik tedavi ve rehabilitasyon merkezi, aktif yaşam merkezi, sporcu kamp merkezi, ekoköy, gastronomi bölümü ve ziraat fakültesi, radyo sinema ve televizyon bölümü ve film platosu, tekne araştırma ve uygulama merkezi ile moda ve tekstil merkezi oldu. Çıkan projeler ışığında jüri tarafından “90 yıllık önemli bir tarihe ve kent belleğinde önemli bir yere sahip olan böyle bir yerin ruhu nasıl korunmalıdır?” ve de “Neden bu projeler gibi kendi içinde, bir kamusallıktan ziyade daha şeffaf bir yaşama dönüşen bir proje önerisi geliştirilmedi?” gibi alt başlıklar tartışmaya değer bulundu. Bir Ayancıklı ve çiçeği burnunda bir mimar olarak, açıkçası gözlerim hep kentsel kullanımı destekleyen bir proje aradı. Ancak Ayancık’ın görkemli tarihiyle beraber düşünülmesi gereken mevcut durumu, projedeki senaryolarda ikincil bir tasarım problemi olarak karşımıza çıktı.
Ayancık şu an eskiye nazaran oldukça sessiz ve yalnız bir kasaba, ağırlıklı olarak yaşlılar ikamet etmekte. Kente çevre illerden ulaşım da herhangi bir kent merkezine göre zor olarak tanımlanabilir. Bir Karadeniz ilçesi olarak tarımda ve balıkçılıkta umulan gelişime sahip olamamış ve kendi içine kapanık kalmıştır. İlçe arazisinin %71.86’lık kısmının tarım dışı arazi olarak belirlenmiş olması bu durumun başlıca nedenidir. Tarım arazisi olarak tanımlanan %28’lik alan da eğimli arazidir, bununla birlikte Cevizli Mahallesi gibi tarıma elverişli bölgeler de yapılaşmaya açılmıştır. Falezli kıyı yapısından ötürü balıkçılık da çok gelişme imkanı bulamamıştır. Bu durumun ender olumlu yanlarından biri ise şudur: Tarımın gelişmemesi aynı zamanda kimyasal ilaç kullanılmaması anlamına geldiği için ilçede arıcılık gelişmiştir. Bu yöre özellikle kestane balı ile meşhurdur. Fabrika kapandığından beri yeni ve güçlü bir gelir kapısı olabilecek potansiyelde gelişmiş bir tesis açılmadığı için, bir zamanlar göçle insan toplayan ilçe şimdi de işsizlik sebebiyle dışa göç vermektedir. İlçe sahip olduğu plajlarla ve doğal güzelliklerle yüksek bir turizm potansiyeli taşımasına rağmen çalışan nüfusun azlığı ve ulaşımdaki güçlüklerden ötürü henüz bu yönde bir atılım gerçekleştirilememiştir.
Tüm bu gerçekler ışığında proje alanı tekrar düşünüldüğünde büyükşehir olmayan bir yere büyük bir konser salonu, sanat merkezi ya da opera-bale binası gibi kompleks senaryolar önermek zaten gerçekçi olamıyordu. Var olan nüfusun fazlasıyla üzerinde bir kullanıcı kitlesine hitap eden bir mimari öneri, oraya gelecek ek nüfusun taşınma senaryosunu sağlam bir temele dayandırmayı gerektiriyordu. Bir yandan mimari önerinin Ayancık’a olan katkısı da göz ardı edilmemeliydi. Sanırım bu yüzden öğrenciler kendi kendisine yeten mimari senaryoları uygun gördü. Haddim olmayarak yorum yapmam gerekirse, hâlâ kentsel kullanıma daha açık, fabrikanın kent belleğindeki mirasını daha güçlü bir söylemle taşıyan bir projenin yapılabileceği yönünde düşlerim var.
Sonuç olarak, başından sonuna kadar benim için son derece öğretici ve tartışması keyifli bir süreç olduğunu söyleyebilirim. Her şeyden önce, Anadolu’da varlığından bihaber olunan böyle bir değerin de gündeme getirilmesini sağlaması açısından süreci çok önemsediğimi, amacımın da bu değerden başka insanları da bir nebze de olsa bu yazı sayesinde haberdar edebilmek olduğunu belirtebilirim. Fırsat veren aklı ve kalbi güzel mimarlar: Sevgi Lökçe, Aytek İtez, Mehmet Soylu, Ercan Çoban, Hasan Özbay, Nami Hatırlı, Aytaç Özen ve Melike Atıcı’ya bu vesileyle sonsuz sevgi ve teşekkürlerimi sunmak isterim. Umuyorum ki bir gün gerçekten oranın akıbetinde söz sahibi kimseler de aynı hassasiyetle fabrikanın derdine düşer ve güzel hayallerimizi gerçeğe dönüştürecek bir proje ile tekrar bizleri bir araya getirir.
KAYNAKLAR
KAYA, Mutlu, 2011, Türkiye’nin İlk Sanayii Kasabalarından Biri Ayancık, Sinop, Ondokuz Mayıs Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Coğrafya Ana Bilim Dalı, Yayımlanmış Yüksek Lisans Tezi, Samsun
Ayancık Belediyesi Arşivi
Kaynak Kişiler
Dr. Muharrem ÖNCEL – Fabrika Dispanser Doktoru
Hasan YILDIZ – Ayancık Belediyesi Kültür Müdürü
Namık Şükrü Karahan – Ayancık Atatürk Anadolu Lisesi Kurucu Müdürü / Emekli Tarih Öğretmeni
1 Yorum
Merhaba,
Öncelikle yazıyı ilk gördüğümde çok heyecanlandığımı söylemeden geçemeyeceğim. Ayancık benim için de doğduğum, büyüdüğüm, okuduğum, sokaklarında koştuğum, çocukluğumun tüm zamanlarını bir fabrikanın borusuna göre yaşadığım kent idi.
Endüstri miras alanlarının yıkımına şahitlik ediyor olmak; gün geçtikçe yıkılan, kaybolan ve etkilediği kent yaşamını da kurutan bu noksanlık sadece tanık olarak izlenemeyeceği gerçeğini ortaya koydu. Bu nedenle büyüdüğüm kente ve onun belleğine bir sorumlulukla yüksek lisans tezimi Zingal üzerine: “Zingal Kereste Fabrikası””””ndan günümüze ulaşan yapıların kentin toplumsal hafızasındaki yeri ve korunması” başlığı ile çalıştım. Faydalı olmasını dileyerek paylaşıyorum.
Teşekkürler..