Son dönemlerde, İBB’nin İstanbul için kamuoyunun ilgisini çekecek bazı "kültür" projeleri geliştirdiğini basından izliyorum.
Bu kadim kentin geçmişinde kamuoyu tarafından benimsenmiş projelerin çok kıt olması bu projelere de kuşkuyla bakmama neden oluyor. Burada geçmişteki deneyimlerin verdiği ilhamla basına yansıyan projelerin hazırlanma biçimiyle ilgili bazı düşüncelerim iletmek istiyorum. İstanbul’u yıllardır izleyen, kentsel gerilim ve zorunlu göçlerle ilgili araştırmalar yapmış bir sosyal bilimci olarak, hazırlanan yeni projelerin kentteki gerilimlere katkıda bulunmaktan çok azaltılmasına vesile olmasını diliyorum.
İstanbul’un çalkantılı, çatışmalı ve çekişmeli tarihi, kentte çok farklı grupların, farklı duyarlılıklarına neden olan izleri bırakmış ve sembolleri biriktirmişti. Bunu hepimiz yaşayarak biliyoruz. Bu nedenle, geçmişinde acıların yaşandığı bu kentte “kültür” adına atılacak her adımın, kentteki tarihi alanda yapılacak her projenin çok yönlü olarak düşünülerek tasarlanması gerekir.
Bu bağlamda, özellikle, Beyazıt Meydanı, Taksim Meydanı, Galataport ya da İstanbul Büyük Şehir Belediyesi’nin gençlik kütüphanesine dönüştürülmesi gibi iddialı ve tartışmalı projeleri örnek olarak ele alabiliriz. Geçmişinde de üzerinde uzlaşılmadan yapılan uygulamaların sorunlarla dolu bu alanlar için geliştirecek yeni projelerin yeni çatışma ve gerilimlere neden olmadan tamamlanabilmesi gerekir. Bunun için öncelikle bu alanlarla ilgili tasarılar hakkında farklı düşünceye ve duyarlıklara sahip olanların düşüncelerinin ne olduğunun anlaşılması gerekir. Yine aynı şekilde bu alanlarla ilgili farklı uzmanlık alanlarına mensup olanların birikimlerinden yararlanılması gerekir. Özellikle farklı politik grupların sembolü haline gelmiş tartışmalı projeler için farklı anılara sahip hafıza gruplarının onayının alınmasında da yarar olabilir. Bu görüş alışverişi bu alanlarda birikmiş olan gerilimlerin hafifletilmesine katkıda bulunabilir.
Türkiye’deki ve kentteki kutuplaşmanın ve gerilimlerin arka-planında geçmişteki, savaşların, çatışmaların ve otoriter yönetimlerin neden olduğu zorbalıkların rolü büyüktür. Bu şehrin herhangi bir yerinde, herhangi bir grup, kendi kaybıyla, ya da galibiyeti ile ilgili bir ize rastlayabilir. Bu bağlamda, İstanbul, Bizans’tan kalan geçmişiyle, Batı’nın ve Ortodoks dünyasının; Osmanlı geçmişiyle kentte yaşamış olan Rum, Ermeni, Yahudi, Bulgar, Çingene ve Levanten dünyasının ve farklı tariklere mensup Müslümanların; Cumhuriyet dönemi geçmişiyle laiklerin, Kemalistlerin birbiriyle çatışan anılarıyla dolu. Son yirmi yıldır da burada küreselleşen İslamcı siyasetin hayalindeki yeni Osmanlı başkenti inşa edilmeye çalışılıyor. Bu yoğun inşaat faaliyeti, kentin zaten tahrip olmuş geçmişinde yeni yaralar açtı, eski İstanbullular için yeni kayıplar üretti. Kentin doğasının tahrip edilmesi ise çok daha geniş bir kesimde kayıp duygusu yarattı.
Bu kadar çok gerilimin yaşandığı, hemen her mekanın “geçmişle hesaplaşma” zorunluluğu taşıdığı böyle bir kentsel ortamda yeni “kültür” yatırımı için tasarım yapmak çok zor ve çok da heyecan verici bir hedef. Bunun için her şeyden önce evrensel değerlerin yaşama geçirebileceği bilgi birikiminden yararlanmak ve bunu dikkate alacak yaratıcılığı teşvik etmek gerekir. Bu bağlamda, İstanbul Büyük Şehir Belediyesi’nin bu tür “iddialı” projelerin geliştirilme sürecinde önce evrensel değerlere saygılı ve üzerinde uzlaşmanın sağlanabileceği ilkeleri saptaması ve sonra açıklama yapmasında büyük yarar vardır.
Bu konuda kentin sahip olduğu en önemli avantaj, hemen her konuda yetişmiş uzmanların varlığıdır. Yine aynı şekilde, neyse ki kentte her konuda duyarlılıklarını ifade edebilen muhalif sivil toplum örgütlenmeler, sosyal medyanın ve küresel desteğin varlığıyla canlılığını koruyor. Bu tür yatırımların başarıya ulaşması, benimsenmesi ve çatışmanın değil uzlaşmanın sembolü haline gelebilmesi için bu gruplarla ilişki kurulması da çok önemli. Aralarında uzlaşmazlık olan grupların ortak bir platformda buluşabilmesi için çatışma çözümleme uzmanlarının da yardımı alınabilir.
Bu projelerin nihai tasarımcılarının mimar, plancılar ya da peyzaj mimarları olacağını biliyoruz. Ancak burada çok önemli bir noktaya dikkati çekmek isterim. Genel olarak, mimarlar, özellikle başarılı ve ünlü mimarlar, daha çok güncel değerlere bağlı olarak estetik kaygılarla, başarılı plancılar ise güncel gereksinmelerin getirdiği kaygılarla proje üretme yatkınlığına sahiptirler. “Geçmişle uzlaşma” onlar için öncelikli bir konu olmayabilir. Bunun örneklerine geçmişte yaşadık halen de yaşıyoruz. Bu nedenle, bu tür politik çatışma olasılığı yüksek olan projelerde farklı tasarım ilkeleri geliştirmek gerekebilir. Bu konuda yapılacak ön hazırlığın geniş bir uzman grubu tarafından yapılmasında yarar vardır. Bu bağlamda “şartname” hazırlığı öncesinde projenin niteliğine göre – konunun uzmanı olmak kaydıyla- tarihçi, sanat tarihçisi, mimarlık tarihçisi, arkeolog, koruma uzmanları gibi uzmanlara danışılması önemlidir. İstanbul bu uzmanlar varlığı açısından da şanslı bir kenttir. İstanbul, kentle ilgili kaygıları olan UNESCO, ICCROM, ICOMOS gibi örgütlerde deneyim sahibi olmuş uzmanlara da sahiptir.
Bu bağlamda, örneğin, İBB’nin Saraçhane’deki binasının, 1950’lerde Menderes operasyonu çerçevesinde Bizans ve Osmanlı kültürel mirasının tam merkezine çevresini tahrip ederek yapıldığını ve bu nedenle bu binanın o dönemden bu yana tartışılmakta olduğunu hatırlamamız gerekir. Bu proje, sadece bir binada fonksiyon değişikliği olarak ele alındığı takdirde yeni tartışmalar yaratır. Aksine bu binayla ilgili proje, sözünü ettiğim gibi bir uzman grubu tarafından hazırlanmış bir şartnameyle, çevresindeki Bizans ve Osmanlı yerleşmeleriyle ilişkisi kurularak daha kapsamlı bir biçimde ulusal ya da uluslararası bir yarışma açılarak ele alınabilir. Belki de böylece bu proje “yerel demokrasi”yi evrensel değerleriyle ele alan yeni bir uzlaşma sembolü haline dönüşerek uluslararası ilginin de odağı olabilir. Bu noktada, bu yaratıcı fikri Ocak 2019’daki toplantıda İmamoğlu ekibine sunan Prof. Dr. Haydar Karabey’in de hatırlanması da, belki vefanın da önemli bir uzlaşma yolu olduğunu hatırlatır.
Aynı şekilde, Beyazıt Meydanı için tasarlanmış Cansever projesi de, onun öncesinde yapılmış olan yıkımlar da, dönemin saygın mimarları tarafından yapılmasına karşın güzelim eski Osmanlı meydanına verdiği zarardan dolayı, sadece İstanbullular değil aynı zamanda birçok sanat tarihçisi ve geçmişe saygı duyan mimar tarafından benimsenmemişti. Bu nedenle de bu meydanın başına gelenler hala çok canlı olarak tartışılmaktadır. Bu konuda hazırlanacak projenin de farklı duyarlılığa sahip uzmanlar grubunun hazırlayacağı ilkelerin belirlenmesinden sonra tasarlanmasında yarar olabilir.
Bütün tasarımcılara ve uzlaşma beklentisi umanlara başarılar dilerim…