"Kütüphane"lerin "Süper-kütüphane"lere dönüştüğü, sadece kitapları barındırmaktan öte kültürel bir buluşma merkezi oluşturdukları, dijital çağa karşı direndikleri bir dönemdeyiz.
İnanılmaz boyutlardaki bu kütüphaneler Avrupa’da ve pek çok başka lokasyonda yerini aldı bile. 400.000 kitabı barındıran Birmingham Kütüphanesi’nin ya da 3 milyon kitabı barındıracağı söylenen Bağdat Kütüphanesi’nin tam da dijital yayıncılığın okur-yazar kesimin alışkanlıklarını dönüştürürken yapılması merak uyandırıcı. Ya da, siyasete pelesenk olmuş tabiriyle, zamanlama manidar mı gerçekten?
Dijital yayıncılık ve sosyal medyanın iletişim üzerindeki etkisi toplumun büyük bir kesimi üzerinde etkilerini gösterdi bile. Kütüphanelere giden kişi sayısında azalmaya da yol açmıştır muhakkak. Ama hala kitapların sayfalarını parmaklarıyla çevirmek isteyen, okuma salonlarından ilham alan, kütüphanede çalışma alışkanlığını bırakamayan büyük bir grup var. Yani her ne kadar bir ekran üzerinde gözlerimizi gezdirerek bilgi sahibi olacaksak da, tercih etmeyebiliyoruz. Peki acaba yeni kütüphaneler sadece “kitap romantizmi” olarak tabir edebileceğimiz demode bir varoluş hikayesiyle yetiniyorlar mı? Bilgisayarların, tabletlerin vs. pozitif etkilerini görmezden gelmek haksızlık olur, zaten yeni dönem kütüphanelerin de çağın getirdiği bu bilgi edinme yöntemlerini fonksiyonel planlamasında kullandığı aşikar.
Peki, süper-kütüphanelerin tasarlandığı bu dönemde hala mini-kütüphaneler de yapılmıyor mu? Yapılıyor. Kitap okumanın, araştırmanın, öğrenmenin farklı yöntemleri deneniyor. Bir bakıyorsunuz çimlerin üzerinde kitaplıklar yerleştirilmiş, güneşe karşı uzandığınız çimler bir anda kütüphane oluvermiş. Farklı yöntemlerin varlığı, aslında mekansal olarak kütüphane kavramının da ipliğini pazara çıkarıyor denebilir. Bilgi sahibi olmanın en iyi yolu hangisidir bilinmez ve her kütüphanenin müdavimi farklıdır elbet. Hangi mekanın kütüphane için en iyisi olduğunu tartışmak, modern dönemin en temel yanılgılarından birine düşürebilir.
Bu nedenle, kişisel olmayan bu kamusal yapıların tasarımcılarının nasıl mekanlar yarattıklarını tartışmak daha mühim. Geleceği belirsiz olan bu nesnelerin barınağının temsiliyeti, belki de mimarların kitap ile insan arasındaki ilişkinin kendi düşüncelerindeki bir yansıması çünkü. İkonik formlarını unutmamak belki önemli, ama daha önemlisi o ilişkinin getirdiği işlevsel çözümleri tartışabilmek. Kitaba ulaşana kadarki bölüm mimari bir problem, sonrası ise mimarın kitabi tahayyülleri…
Sizlere 2 ay boyunca her cuma bir kütüphane projesi tanıtacağız. Hatta başladık bile! Diren Kütüphane etiketinden yayınlanan ve yayınlanacak tüm kütüphane projelerine, #direnkutuphane hashtaginden Twitter paylaşımlarına ulaşabilirsiniz.
Kitabın, bilginin değeri nasıl kaybolmayacaksa, kütüphaneler de muhtemelen daha uzun bir süre bizimle olacak gibi. Ya mekansal olarak çağın yeni teknolojilerine direnecek, ya da geçirdiği dönüşümlerle mekansal direniş yerine “bilgi” direnişinde kendine ön saflarda yer edinecek. Mimar olarak farklı bakış açılarına sahip olabiliriz belki ama mekan, varolduğundan beri tartışılagelen fiziki bir kavram. Bol okumalı günler!