Pınar Sipahi: Mimari proje süreçlerine sanatsal üretimlerin dahil edilmesi yeni bir şey değil. Fakat metro istasyonları konusunda sanırım Türkiye’de ilk defa böyle bir çalışma yapıldı. Bize biraz süreci anlatabilir misiniz?
Efe Korkut Kurt: Mimarlık alanında sanatın yeri mimarlık tarihi kadar eski aslında. Fransa’da bulundan Chauvet Mağarası içindeki resimler, ki 32.000 yıl öncesine tarihlenir, buna ilk örnek olarak kabul edilir. Yine Göbeklitepe’de ortaya çıkan kabartma ve çizimler de mimarlık ile sanatın birlikte üretimine iyi bir örnek. Modernizm ile birlikte biz bu iki alanın ayrışarak kendi yollarına gittiklerini, birbirleriyle mesafeli dokunuşlarla bir araya geldiklerini gördük. Bu o dönemin şartları içinde, disiplinlerin kategoriler olarak ayrışmasından ve biraz da bazı mimarlık ekollerinde görsel estetiğe olan yatırımın neredeyse bir suç gibi karşılanmasından kaynaklandı. Bu katı mimarlık ekollerine o dönemlerde de karşı ve alternatif akımlar ortaya çıkmış olsa da, sanatın mimari mekanla yeniden hakkıyla hemhal olması ancak 1960’lardan sonra güçlü bir şekilde gündeme geldi. Burada Dünya ölçeğinde bakarsak, hem sanat alanında mekanlara yayılan enstalasyonların vs. ortaya çıkışı hem de mimarların biçim arayışlarında daha arzulu olmaları ve yaratıcı estetik hamleleri tasarım stratejilerinin parçası haline getirmesinin etkili olduğu söylenebilir.
Türkiye bildiğiniz gibi sanayileşmiş ülkelere göre hem kentsel gelişim hem mimarlık hem de sanat üretimleri açısından bir adım geriden geliyor. Bizler şehirlerimizin metrolar ile ulaşım altyapısını yeni çözüyor iken, bu konuda daha önde giden ülkelerin metro istasyonlarının yenilenme ve restorasyonları yapılıyor peyder pey. Aslında bu projenin ortaya çıkış hikayesi de biraz bu düzlemde gerçekleşti. Bizler bir sanat firması olarak ağırlıklı olarak otel, ofis, AVM gibi özel sektör yatırımlarında yer alıyoruz. Benim yüksek lisans konum bile kamusal sanat – mekan ilişkisi üzerine. Bu açıdan kamusal alanlarda sanat çalışmalarının ne kadar önemli olduğu ve bunun tüm mimari tasarım sürecine önemli bir kalem olarak dahil edilmesi gerektiği fikri profesyonellikten de önce bir sorumluluk ve bilinçlenme meselesi diye düşündük. İstanbul’da (ve Türkiye’de) yapılmış, yapımı süren ve proje aşamasındaki bir çok istasyon için uluslararası nitelikte sanat çalışmalarının yer alabilmesi için ne yapılabilir sorusunu gündemimize aldık. Açık söylemek gerekirse kamu ile çalışmak özel sektörle çalışmaktan farklı olarak önümüze ne gibi değişkenler getirir gibi sorular bizlerde bir çekince yaratmamış değildi.
Bu aşamada kendi sanat üretimlerimizden örneklerin bulunduğu bir dosyayı Metro AŞ’de yapı tasarım şefi olan Yüksek Mimar İlker Erdoğmuş’a gönderdim. Kendisi o dönemde tasarım sürecinde olan bazı hatlar için neler yapılabileceği konusunda vizyoner bir yaklaşım ortaya koyarak bizleri sunum yapmak için projeler müdürlüğüne davet etti. Biz de onlara hem kamusal yapılarda sanatın mekansal ve psikolojik olumlu etkilerini anlatan, hem de Dünya’nın çeşitli şehirlerindeki metro istasyonlarında yapılan yüksek nitelikteki sanat çalışmaların örneklerinin yer aldığı detaylı bir sunum yaptık. Olumlu bir yaklaşım ile devam etmekte olan Seyrantepe-Alibeyköy Cep Otogarı Raylı Sistem Hattı’nın İstasyonları için bizden bir ön çalışma istediler; ve süreç böylece başlamış oldu. Sunumların beğenilmesi üzerine sanatsal tasarım çalışmalarının proje tasarım süreci içerisinde gerçekleştirildiği uzun ve yoğun bir çalışma süreci başladı.
Pınar Sipahi: Sanat çalışmaları istasyonlarda mimari proje açısından ne gibi olumlu girdiler sağladılar?
Efe Korkut Kurt: İstasyonların mimari tasarımı kullanıcı güvenliği, dolaşım ve hareket gibi işlevsel öncelikleri var. Buna ek olarak istasyonların bulunduğu bölgenin şehrin su kaynaklarının yer aldığı bir coğrafya olmasına dayanarak su öğesi bağlam olarak ele alınmıştı. Buna uygun malzeme, renk, doku ve endüstriyel elemanlar tasarlanmıştı. Bizler de bu bağlama sadık kaldık. Burada önemli olan nokta sanatsal çalışmaların mekan ile bütünlüklü olarak çözülmesi ve çağdaş bir dilde üretilmeleriydi.
Burada hem güncel bir görsel estetik hem de mekansal deneyimin niteliği öncelik olarak belirlendi. İç mekanlarda ve de peyzaj alanında yer alan işler görsel-duyusal kazanımların yanında mekanlara kimlik kazandırmak, yön bulmak, bellek yaratmak gibi katkılar sağladılar. Sağır duvar yüzeylerinde parametrik çalışmalar ile su damlaları soyutlamaları ve su dalgası hareketlerinin etkilerini çağdaş bir sanatsal dilde yarattık. Soyut ve yarı figüratif etkileri, tekrarlardan oluşan ama harmonik dağılmalar ile bütünleşen bir ritim yaratacak şekilde tasarladık. Böylece hem kullanıcılar üzerindeki stres etkisini azalttık hem de aidiyet hislerini güçlendirecek bir görsel üretim ortaya çıktı. Mimari tasarım ile yarışan değil, onunla bütünleşen ve ona katkı sağlayan eserler olduğunu söyleyebiliriz.
Pınar Sipahi: Kamusal alanların tasarım süreçlerinde nitelikli sanatsal çalışmaların ortaya çıkabilmesi için nasıl bir yol izlenmelidir?
Efe Korkut Kurt: Her şeyden önce konunun bir “öncelik” ve “gereklilik” olarak ele alınması gerekiyor. Konu kamusal alanlar olunca çok katmanlı değişkenler ile hesaplaşmak gerekir. Burada hem işlevsel kazanımlar hem estetik girdiler sağlanır. Fakat ikisi kadar önemli üçüncü bir konu ise simgesel etkidir. Sanatın gücü doğru kullanılırsa hem toplumsal etkileşim açısından önemli girdiler sağlanır hem de kişiler üzerinde mekanların olumlu psikolojik etkileri artabilecektir. Bugün çok hızla dönüşen ve büyük ölçekli üretilen projelerin mekanları maalesef “yer” haline gelemiyorlar. Ciddi bir bellek sorunu bunu takip ediyor. Sanatın doğru kullanımının mimarlık pratiklerine katkısının yüksek olduğu açık. Bunun örneklerini Dünya’da görüyoruz. Bu açıdan projenin ilk aşamasından başlayarak, ön-çalışması proje seviyesinde yapılmış işler; proje aktörlerinin iyi bir diyalog ve sinerji yaratabildiği çalışmalar değerli ürünler olarak hayata katılmaktadır. Bu ürünlerin sayısının hızla arttığını önümüzdeki süreçte görüyor olacağız.