Ahşabın Dile Gelmiş Hali: Kündekari

Duyguyla aklın birleştiği Kündekari, usta ellerde sabırla işlenen ahşabın dile gelmiş hali… İlhamını Anadolu’dan alan sanat, yüzyıllardır mimarimize zenginlik katıyor.

Ata yadigarı Kündekari sanatı, yüzlerce parçanın hiçbir bağ olmadan harikulade uyumla bir araya gelmesinden oluşuyor. Özgürce dolaşan parçalar, adeta hür tefekkürün sembolü. Anadolu’daki birçok eserde Kündekari tekniğiyle yüzlerce eser yapılmış. Tahribattan ya da bakımsızlıktan birçoğu günümüze ulaşamasa da halihazırda ayakta kalan eserler mevcut. Buram buram Anadolu kokan sanata, günümüzde makineleşmenin çoğalması ve Kündekari ustasının azlığı nedeniyle ilgi fazla olmasa da sanatın kıymetini bilenler yok değil.

Kündekari (kakmacılık) sanatı sekizgen, beşgen, yıldız gibi geometrik şekillerde kesilmiş küçük ahşap parçalarının tutkal ve çivi kullanmadan seren ve kayıtların zıvanalara geçirilip sıkıştırılmasıyla düz yüzeyler oluşturmayı amaçlayan bir teknik. (Bezeme kompozisyonu geometrik bir şemadır.) Böylece nem ve ısı değişikliği sebebiyle yekpare ağaç levhalarda görülen eğrilme ve çarpılmalar önlenir. Tekniğin temeli küçük ağaç parçalarının damarları, dolayısıyla eğrilme yönleri birbirine zıt gelecek şekilde yivler ve girinti-çıkıntılarla birleştirilmesi esasına dayanır. Yani zıvanalar deliklere ve tablalar kiriş sitemiyle birbirine oturur, binlerce parçayı sadece iki dış seren ayakta tutar, üzerine Ebced hesabıyla tarih ve isim bile düşülebilir. İşte böyle derin manalar verilebilen, yüce bir sabır gerektiren bir el maharetidir Kündekari. Genellikle parçaları çerçeveye alan çıtalarla kenar tahtaları ve göbekler oyma-kabartma arabesk motiflerle, bazen de sedef kakmalarla süslenmiştir. Kündekarlık sanatıyla uğraşan ustaya ise Kündekar denir.

Selçuklu’dan miras

Farsçadan dilimize geçen Kündekari kelimesi, aslı Farsça “kendekari” olup heykeltraşlık, kalemkarlık gibi plastik sanatlara verilen addır (kendi – oymak, kesmek ve kari: iş, çalışma kelimelerinin birleşmesinden). Osmanlıcada “kendekari”ye daha çok “kalemkari” anlamı verilirken yine Farsça “künde” (- tomruk, masif ağaç) kelimesinden etkilenilerek “kündekari” kelimesi ortaya çıkmış ve ince marangozluk kapsamına giren ahşap sanatlarına verilen isim olmuştur. Ayrıca Osmanlıcada tutma, kavrama, yakalama manalarına da gelir.

Kündekari yapımında kullanılan malzemeler: Kündekari yapımında kullanılan malzemeler iç mekan ve dış mekanda kullanılmak üzere ikiye ayrılıyor. İç mekanda genellikle ceviz, şimşir, armut, kiraz, sapelli (maun) gibi ağaçlar kullanılıp bezemelerde abanoz, tik, yılan ağacı, wenğe, peleseng, altın varak, bağa (kaplumbağa dış kabuğu, deniz kaplumbağası), gümüş, fildişi, sedef, yakut ve zümrüt gibi değerli malzemeler kullanılır. Dış mekanda ise meşe, sapelli (maun), ireko, tik, dişbudak, kayın, karaağaç gibi sert hava şartlarına dayanıklı ağaçlar kullanılır.

Selçukludan bu yana geleneksel sanatımız olan Kündekari, dini ve sivil mimaride kapı, pencere kanatları, pencere kafesi, dolap kapağı, sütun gövdesi ve başlığı, saçak, tavan, kiriş, konsol, parmaklık, korkuluk gibi birçok yerde kullanılmıştır. Camilerde ise kapı, pencere, dolap kapağı, minber, mihrap, vaiz kürsüsü, Kur’ân mahfazası, çekmece, mezar sandukası, maksure, köşelik, rahle, sehpa, kavukluk vs yapımında kullanılmıştır. Bugünde eski sıklıkla olmasa da hala dini ve sivil yapılarda kullanılıyor. Kündekari sanatına aralarına farklı tür ve renklerde küçük ahşap plakalar konarak bazı örneklerde oyma işçiliği, sedef, bağa, fildişi kakma işçiliği de kompozisyona dahil edilir.

Üç boyutlu bir sanat olan Kündekariye, 12. yüzyılda Halep, Mısır ve Anadolu’da rastlanır. Her üç merkezde de paralel bir gelişme gösterir. Erken örneklerinin başlıcaları arasında Suriye-Mısır’da Sayda Nefise Hatun (1138-1145) ve Rakaya (1155) Camilerinin mihrapları ile Salih Talayî Cami’nin kapısı (1160), Eyyubi dönemine tarihlenen İmam Şafiî’nin sandukası, Melik Salih Türbesi’nin kapısı (1249-1250) ve İbn Tolun Camii’nde Sultan Laçin’in minberi (1296) bulunmaktadır.

Anadolu Selçuklu dönemindeki erken örnekler arasında da Konya Alâeddin Camii (1155-1156), Aksaray Ulucamii (12. yüzyıl), Harput Sâre Hatun Camii (13. yüzyıl), Siirt Ulucamii (13. yüzyıl), Birgi Ulucamii (1322), Malatya Ulucamii (1376-1377), Bursa Ulucamii (1399), Manisa İvaz Paşa Camii (1484) ve Niğde Sungur Bey Camii (16. yüzyıl), Beyşehir Eşrefoğlu Camii’nin, Ürgüp’teki Taşkın Paşa Camii’nin (14. yüzyıl), Birgi Ulu Camii’nin (1312–1313), Manisa Ulu Camii’nin (1374), Balıkesir Zağanos Paşa Camii’nin (1461) minberlerinde; Bursa Yeşil Cami ve Türbesi’nin (1419) kapısında Anadolu’nun eşsiz Kündekari örnekleri bulunur. Ayrıca Osmanlı dönemi Selatin Camilerinin birçoğunda eşsiz örnekleri mevcuttur.

Yıldırım Beyazıt Han tarafından 1402 tarihinde Mimar Ali Neccar’a yaptırılan, Bursa’nın tarihi sembollerinden ve Osmanlı’nın ilk camii kebiri Bursa Ulucami birçok özelliğinin yanında Kündekari minberiyle de essiz bir sanat eseridir. İç cemaat yeri Türkiye’deki en büyük cami olan Bursa Ulucami, Evliya Celebi’nin tabiriyle “Bursa’nın Ayasofyası”dır.

Kainatı ve güneş sistemini simgelediğine inanılan minber

6666 adet abanoz ağacı parçasından meydana gelen minber, Kuran-ı Kerim ayetlerini işaret eder. Minberin doğu cephesinde, biri dar dikdörtgen, diğer alanı daha geniş üçgen biçiminde, bir diğeri en altta şerit halinde uzanan taşıyıcı dolap serisi banko olmak üzere birbirine bitişik üç kompozisyon alanı bulunuyor. Minber, eşsiz Kündekari sanatının yanında, sanatçının astronomi bilgisini de gün yüzüne çıkarır. Minberin bütünüyle kainatı sembolize ettiğine inanılır. 611 yıllık minberin her iki yüzünde de şaşırtıcı şekilde birer evren krokisi vardır. İddiaya göre: Gezegenlerin büyüklük oranları ve yörüngeleri gerçek oranlarla örtüşüyor. Ulucami’nin minberinin Doğu yakasında (Mihraba bakan yüzünde) Güneş Sistemi, Batı yakasında ise 7 Galaksi Sisteminin yer aldığı ve evrenin kül olarak tasvir edildiği ileri sürülüyor. Güneş ve gezegenler arasındaki mesafe büyük olduğu için yıldız gezegenlerden farklı olarak 9 damlacıklı kurs olarak işaretlenmiş.

Araştırmacı Fevzi Ülgü Alsancak, 1980 yılından bu yana minber üzerinde yaptığı çalışmalarla tarihin derinliklerinde kalan gerçeklere ışık tutuyor. Alsancak, “Alan süsleme motiflerinde simetri yoksa mutlaka bir mesaj vardır” ilkesinden yola çıkarak araştırmalar yapmış. Bilim, teknoloji ve uzay bilimleri araştırma tekniklerine kafa yoran bir öğretmen olduğunu belirten Alsancak, motifleri dikkatlice incelediğinde minberin mihraba bakan yüzünde Güneş Sistemini keşfettiğini söylüyor. Alsancak, yine Kündekari sanatının bir özelliği olan parçaların birleşmesiyle oluşan çukur kanal çizgilerinin de gezegenlerin yörüngesini temsil ettiğini söylüyor. Bu yüzeyde yer alan bir başka gizem ise serpiştirilmiş halde yıldız motifleri yer alması ve bunların içinde kuyruklu yıldızların da bulunması. Alsancak’ın bir diğer iddiası ise minberin her iki yüzünde yer alan 3’lü ve 12’li dolap kapaklarının Türk boylarını temsil ettiği yönünde.

Ayrıca minberin giriş kapısının üzerindeki kitabede altın yaldızla Osmanlıca olarak, ‘Yıldırım Beyazıt Han tarafından hicri 804 (miladı 1402) yılında yaptırılmıştır’ ibaresi yer alıyor. Sarmaşık motifleriyle süslü olan trabzanların sağ çıkış ikinci kolonu üzerinde süsleme motifine uygun sülüs tarzda yazılmış, ‘Devaklı Abdülaziz oğlu Mehmet işi’ ibaresi dikkat çekiyor. Sanatkarın bu imzası son yıllarda fark edilmiştir.

Birçok özelliğiyle göz dolduran Eşrefoğlu Camisi’nin minberi de Kündekari

Eşrefoğlu Camii, Eşrefoğlu Süleyman Bey tarafından Konya’nın Beyşehir’de 1296-1299 yılları arasında yaptırılmıştır. Orta Asya’da Semerkant ve Buhara gibi eski Türkistan şehirlerinde yer alan ağaç direkli camilerin ülkemizdeki bir örneği olan Eşrefoğlu Camii, 46 ahşap sütun üzerinde yükselir. Anadolu’daki ahşap direkli camilerin en büyüğü ve orijinalidir. Sütunlar meşe ağacı odunudur ve inşa edilmeden önce 6 ay Beyşehir Gölü’nün içinde yatırılarak, kimyasal madde kullanılmadan, doğal yollarla koruma özelliği kazandırılmıştır. Cami, Selçuklu Ulu Camilerinde görülen şu özelliklerin tamamını barındıran tek örnektir: Çoğul ahşap sütunlu, tavanı tamamen ahşap ve kalem işçiliği ile süslenmiş, minber tamamen ahşap ve Kündekari tekniğiyle yapılmış, mihrabı çinilidir. Ayrıca zengin taş, tuğla, mermer süslemeleriyle Eşrefoğlu Camii, bu kadar çok süsleme tekniğinin kullanıldığı tek camidir.

Yüzyıllar boyu kış aylarında caminin damındaki kar, bahar geldiğinde ise çevredeki dağlardan kağnılarla kar ve buz taşınıp çatının ortasındaki boşluktan ortadaki kar havuzuna atılmış ve ortamı nemlendirerek yakılan sobalardan ötürü ahşap sütunların çatlayıp kurumasını engellemiş. Camii böylece yüzyıllardır ayakta kalabilmiştir. Minber, caminin en önemli süsleme unsurudur. Caminin minberi tamamen ceviz ağacından üstün bir işçilik ve zengin bir süslemeyle hazırlanmış, Kündekarî teknikle, oymalı, çatmalı ve tutkalsız yapılmıştır. Kündekari tekniğinin en göz alıcı örneğini bu eserde görmek mümkündür.

Etiketler

Bir yanıt yazın