Günde bir milyon insanın geçeceği Haliç Metro Geçiş Köprüsü açılmak için gün sayarken Arkitera sordu, eleştirenler ve köprünün mimarı yanıtladı.
İstanbul’daki tartışmalı projelerden Haliç Metro Köprüsü’nde test sürüşleri başladı. Köprünün resmi açılışı ocak ayında yapılacak. Köprünün açılmasına sayılı günler kala “Başka bir köprü mümkün” diyen İstanbul SOS* ile “Mümkün değil” diyen Haliç Metro Köprüsü mimarı Hakan Kıran Arkitera’nın sorularını yanıtladı. İstanbul SOS, köprünün Haliç’in derinliğine perde çektiğini belirterek, “Başka bir köprü mümkündü” dedi. Köprünün mimarı Hakan Kıran ise köprünün yaklaşık sekiz yıllık çalışma sürecinde ulusal ve uluslararası bilim çevreleri ve kişilerle birlikte yapılan çok yönlü ve yoğun çalışmanın ürünü olduğunu belirterek, “Mimari bir proje beğeni ve eleştiriye açıktır, esas olan iyi niyet ve yeterliliktir” diye konuştu.
Daha önce reddedilmiş 11 proje de dahil olmak üzere toplam 25 projeyi inceleyerek tüm alternatifleri değerlendirdiklerini söyleyen Hakan Kıran şunları kaydetti: “Haliç, yalnızca İstanbul ölçeğinde değil uluslararası ölçekte öneme sahip bir bölge. Bunun yanında Haliç, birçok insan için bugün görülen ve kartpostallarda yer alan görünür yüzü yanında, bugün var olmayan veya yeraltında yatan yönüyle daha da büyük derin tarihi bir öneme, anlama sahiptir. Bu önem ve anlamı yaratan binlerce yıllık süre içerisinde Haliç’te yaşamış medeniyetlerin bıraktığı izler, eserler olmuştur. Neredeyse dünyada var olan birçok din ve medeniyetin bu topraklarda yaşanmışlığı, eser üretmişliği vardır. Bu eserlerin tamamı, kendi yüzyıllarını anlatmış ve var olanlarla hem kakafonik bir birliktelik kurmuşlar hem de kendini gösterme çabası içinde olmuşlardır. Ama her şekilde dönemsel ihtiyacı, dönemsel tasarım ve teknolojiler kullanarak eser yaratmak ortak felsefe olmuştur. Bu yönüyle, Haliç’e köprü yapmak benim içinde 21. yüzyılı anlatacak tasarım ve teknolojileri kullanarak, benim dışımda ve çok önceden belirlenmiş bugünün ihtiyacı olan köprüyü şimdiye kadar süregelen felsefe ile tasarlamak ve bu bölgeye bir katkıda sunma amacı ve heyecanı içinde gerçekleşmiştir.”
Köprünün açılması yaklaşırken hissettiklerine de değinen Kıran: “Hissettiklerim yaptığım tasarımın bittiğini gören tüm mimar-tasarımcı arkadaşlarımın hissettikleriyle aynıdır sanırım. Benim inancıma ve felsefeme göre bir tasarımcı mimar nerede ve ne tasarlıyorsa aynı heyecan, iddia ve sorumlulukla tasarımını gerçekleştirme odaklı çalışmalıdır. Bu çalışmaları yaparken çevre, tarih, gelecek ve teknolojik parametreler tabii ki en üst düzeyde dikkate alınmalı ve tabii ki eleştirinin türü duyulmalı ama sonunda da kendi imzanız ve felsefenizle bir eser yaratmak ana hedef olmalıdır. Mesleğimizi yaratıcı kılan da bu değil midir? Konu vicdana gelince bu soru “vicdanım rahat” şeklinde bir yanıt tümcesiyle yanıtlandırılabilir ama sonlandırılamaz. Eğer bu soru, olmayacak imar şartlarını almış hatta zorlayarak onu da rant sevdasına şişirtilmiş ve olmayacak yere, olmayacak bir yapı yapma işine mimarlık diploma ve ismini kullanarak binaya imza atan, bu bina veya binaları da etrafında olan ama kurallara saygısından üç-beş katlı dokunun sessiz parçası olan binalara insanın üstüne, güneşine çöken, en ileriyi ben göreceğim en ileriden de ben görüleceğim, en çok metrekare, en çok para diyen projelere sorulursa anlamlı olabilir” dedi.
Projenin hiçbir rant unsuru içermediğini de vurgulayan Kıran şöyle devam etti: “Köprünün yapılması kararının 1985 yılında ihtiyaç münasebeti ile karar verilmiş hiçbir rant unsuru olmayan bir yapı. Mimari tasarım tabi ki her görüşe beğeniye veya eleştiriye açıktır. Ancak esas olan yeterlilik ve iyi niyettir. 1989 yılından bu yana mimarlık ofisine sahip mimarlık yapan ve restorasyon ihtisası sonrası uzun yıllar pratik çalışmasını yapmış ve sonrasında “Gelenekten geleceğe cesur adımlar” sloganını 1995’te felsefe olarak benimseyerek geleneksel referanslarla modern tasarımlar yapan ofisimize köprü projesi çalışmasına da bütün birikim ve tasarım gücü ile iyi niyetini sonuna kadar ortaya koymuştur. Ancak benim Haliç’te yaptığım köprü tasarım çalışması hiçbir rant içermediği gibi, yapılmasına yıllar önce mutabakatla karar verilmiş bir ihtiyacın yaklaşık yirmi yıllık sürecinin son halkasında tasarımcı olarak yer almak olmuştur. Bu çalışmada tüm parametreler yaklaşık sekiz yıllık çalışma sürecinde ulusal ve uluslararası bilim çevreleriyle, kişilerle birlikte yapılan çok yönlü ve yoğun çalışmanın ürünüdür.”
İstanbul SOS ise kötü yapılaşma nedeniyle şehrin bir çok noktasında ciddi siluet sorunları olduğunu belirterek şöyle devam etti: “2005 yılında yürürlüğe giren 5366 sayılı kanunla birlikte kent hakkına yönelik ihlaller giderek artmaya başladı, bir anlamda kent talanına yasal zemin hazırlandı. Bu yasa ile birlikte birer birer gündeme gelen Tarlabaşı ve Sulukule başta olmak üzere dönüşüm projelerine yönelik artan bir kamuoyu tepkisi oldu. Bu yüzden Haliç Metro Köprüsü’ne yönelik oluşan tepki yeni bir durum değil ama belki biraz farklı olduğu söylenebilir. İstanbul’daki kötü yapılaşma nedeniyle şehrin birçok noktasında ciddi siluet sorunları var. Ancak bu köprü İstanbul’un bir nevi sembolü haline gelmiş, Tarihi Yarımada’nın Süleymaniye’den başlayıp Sarayburnu’na kadar uzanan siluetini bozacağı için çok tepki çekti. Daha az konuşulan bir boyut olarak, Haliç’in derinliğine de perde çekiyor. İstanbullular, Prof. Dr. Cemal Kafadar’ın “İstanbul’un en önemli silueti, Süleymaniye’den başlayarak Topkapı Sarayı’na kadar eğilerek giden yamaçlarda, üç boyutlu, adeta bir yontu lezzeti veren, birbiri ile tenasüp adabı içinde sohbet eden Osmanlı yapılarıdır. Siluet budur, sadece tepe çizgisi de değildir” diye tanımladığı bu eşsiz siluetin bozulmamasını istediler. Köprüye yönelik itirazla ilgili önemli bir konu da, kimse “köprü yapılmasın”, “metro Şişhane’de kalsın, Haliç’i geçmesin” demedi. İstanbul için metro önemlidir, bu yüzden “Köprü de yapılmalıdır ama bu mimariyle ve teknolojiyle yapılmamalıdır” dendi ısrarla. Ayrıca, köprüler konusunda uzman gerek Türkiyeli gerek yabancı mühendisler bu genişlikte açıklık için ayaklı bir köprüye gerek olmadığını ısrarla vurguladılar. UNESCO adına rapor hazırlamış olan mühendis Jörg Schlaich köprünün teknoloji seçimi konusunda raporunda şunları yazdı: “Verilmiş açıklık bilgileri ışığında değişik köprü alternatifleri üzerinde çalışılmış ve eğik kablolu köprü alternatifinin diğer birçok alternatiften sadece biri olduğu Hakan Kıran Mimarlık ile müzakere edilmiştir”. Köprünün üstünde yer alan bir durak ise mühendislerin sıkça eleştirdiği başka bir konu. Üzerinde durak olan ilk metro köprüsü olacak bu yapı. Bütün bu itiraz ve muhalefet toplum nezdinde ciddi bir bilinçlenme yarattı. Ama maalesef köprünün yapılmasına engel olunamadı.”
Düzenledikleri imza kampanyasına vurgu yapan İstanbul SOS sözlerini şöyle sürdürdü: “Kampanya sonunda ulaşılan imzacı sayısından ziyade katılımcı kitlesinin profili çok önemli idi. Sadece İstanbul ve Türkiye’den değil, bütün dünyadan katılım oldu. İstanbul’un kelimenin tam anlamıyla bir “dünya mirası” olduğunu kanıtlar nitelikte idi katılım. İmzacılar görüşlerini de yazabildiler siteye ve birbirinden değerli görüşler ortaya çıktı. İmzalar Cumhurbaşkanlığı’na, Başbakanlık’a, Kültür ve Turizm Bakanlığı’na ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne verildi ancak bu kurumların hiçbirinden bir cevap gelmedi.”
Köprünün üzerindeki durak seçiminin de yanlış olduğunu belirten İstanbul SOS “Bu köprüyü kullananlar, üstündeki durakta indiklerinde, Haliç’in herhangi bir tarafına ulaşmak için en az 200 metre civarında yürümek zorunda kalacaklar. Havaların soğuk olduğu, yağmur veya kar yağdığı günlerde bu durumun nasıl bir eziyete dönüşeceğini tahmin etmek zor değil. Sanırız bu köprü, siluete olan kötü etkisi, niteliksiz mimarisi, yanlış teknoloji seçimi kadar, üzerindeki işlevsiz duraktan dolayı da hayırla anılmayacak. Köprü ile ilgili birçok yorum duyduk, okuduk ancak Kadir Topbaş ve Hakan Kıran haricinde kimse bu köprünün nitelikli bir mimarlık örneği olduğunu söylemedi. Bunu söylemek zaten pek mümkün değil. Bu köprüye taraftar olanlar aslında metroya olan katkısı sebebiyle taraftar oldular. Köprünün tarihi çevre ile uyumlu olduğunu veya nitelikli bir mimarlık ve mühendislik eseri olduğunu söyleyenin bir avuç insan olduğunu gayet iyi biliyoruz”dedi.
* Bir Sivil Toplum Kuruluşu olan İstanbul SOS sorularımızı 20 kadar üyesi ile birlikte yanıtlamıştır.
12 yorum
köprünün mimarı kıran değil. siviero. bunu venedik ü. konferansta açıkça söyledi, “müellifi benim” dedi.
kıran ilk yapılan tasarımın müellifi ve daha sonra proje yöneticisi. örneğin ilk tasarımda boynuzlar tek taraflı, gergiler çift yönlü idi.
kıran “rant yoktur” diyor, proje yönetimi işini acaba nasıl almış?
bu söyleşide bir dolu eksik bilgi var, bu müelliflik konusu onların yanında önemsiz kalır.
itirazlar uzun bir süre bunlar köprüye karşılar diye anlaşıldı. gürtuna zamanında tünel meydanını kurtarmak için mücadele ederken, az kalsın genel sekreterden dayak yiyorduk. “sizin niyetiniz başka, tünel değil metroyu durdurmak için bunu yapıyorsunuz” diye üzerimize saldırdı. çünkü o sırada muhalefetin söyledikleri “köprüye karşı” bir pozisyon diye anlaşılıyordu.
çünkü o sırada hatırlarsanız kimse “başka bir köprü mümkün” falan demiyordu, yalnızca itiraz ediyordu. Topbaş da böyle algıladı ve kendince çözüm üretmeye çalıştı.
peki süleymaniye’nin altına çıkan tüneller kimse görmeden mi kazıldı?
(ayrıca kimler kurumların adını kullanarak danışmanlık yaptı? kurul üyeleri kimlerdi?)
belli ki olayın yalnızca bir ucuna bakmak, yapısal sorunları, hataları, sorumluları gizliyor.
sevgiler, korhan Gümüş
Bütün desteksiz vıdı vıdı ya ve dedikodu mertebesinde takılı kalmış eleştirimsilere rağmen hayırlı uğurlu olsun… Hem görsel olarak hemde işlevsel olarak çok faydası olacak İstanbul’a istanbullulara…
Marmaray ile bu köprünün de üzerinden geçeceği M1 metro hattının kentin önemli iki metro hattı olduğu söylenebilir. Bu hatların birbiriyle bağlanması İstanbul için hayati önem taşıyor. Toplumun büyük kesimi bu ihtiyacı görüyor ve köprünün yapımını destekliyor. İşte sorun tam da bundan sonra başlıyor:
Köprü tasarımının Sayın Başkan Kadir Topbaş’ın olduğu söylendi. Bir belediye başkanı köprü tasarlar mı? Mimarlık diğer görsel sanatlar gibi sadece sanat için yapılabilecek bir iş midir? Kamu yararı tasarımı yapmamayı, mimar egosuna hakim olunmasını gerektirmez mi?
Köprüyü Başkan değil de Hakan Kıran tasarladıysa işin Hakan Kıran’a nasıl verildiği kamuoyu nezdinden büyük bir soru işareti değil mi? Belediye Başkanı’nın arkadaşına iş vermesi en başta arkadaşına yaptığı bir kötülük olmaz mı? Hakan Kıran ağzı ile kuş tutsa yani dünyanın en iyi tasarımını da yapmış olsa bu eleştirilerin önünü alınamazdı. Sayın Başkan ve Sayın Kıran bunu mutlaka işin başında öngörmüşlerdir. O halde bizim düşünemediğimiz nedir!
İstanbul’un Türkiye’nin hatta bence Dünya’nın en önemli köprü tasarımlarından birisi Başkan tarafından ya da Başkan’ın arkadaşı tarafından ya da Siverio tarafından yapılarak kamuoyuna sunulacak kadar basit bir konu mu.
Neden #YarismaylaYap’ılmadı? Neden.
Ömer Yılmaz’ın açtığı perspektif bence köprünün boynuzlarını tartışmaktan çok daha önemli.
Evet, hangi partiden olursa olsun bütün siyasetçiler yıllardır proje işlerini tanıdıklarına, eşlerine dostlarına veriyorlar. Çünkü onların içinde bulundukları ilişkiler sistemi bunu gerektiriyor. Benim bile başıma geldi, bağımsız bir yapı için mücadele ederken bazı mimar arkadaşlar gazetede resmimi görmüşler, kamuda görev aldığımı zannına kapılmışlar. İş ayarlamamı istediler. Üniversite, STK, kurul, meslek odası gibi kurumları temsil edenler, yöneticilerin içinde bile bunu yapanlar var. Bu kuruluşları güya temsil ederken, sahip oldukları bilgileri, ilişkileri kendi kişisel çıkarları için kullanıyorlar, kendilerine, eşlerine iş ayarlamaya çalışıyorlar.
Taksim projesinin mimarı göğsünü gere gere çıktı “benim projem kazandı” dedi, bunu bile sorgulayan olmadı. “Acaba nasıl kazandı, kaybedenler kimdi” diye soran olmadı.
Üstelik her konuda Türkiye’de adam kayırmacılık var. Bu yüzden sürekli çatışıyorlar, işbirliği yapıp kamusal işleyiş üzerinde etkili olamıyorlar. İktidarlar da bu fırsatı kendileri için kullanıyor.
Dikkat ederseniz UNESCO meselesinde neler oldu, neden bu kapsamlı bir şehircilik deneyimi üzerinde tartışılması gereken bir konu bile nereye sıkıştırıldı, kimse bunun üzerinde durmuyor.
Sorun eleştiri zannettiğimiz bir çok tavrın içinde iktidardan pay alma dürtüsünün olması. Bu yüzden hep sonuçları algılar durumdayız, piyasa odaklı bir mimarlık düşüncesi bu tür kamusal sorunları çözebilecek bir zeka üretemiyor.
Bu yüzden iktidarın sembolik şiddetini çözecek bir müzakere ortamı değil, yalnızca kutuplaşma üretiyoruz.
Siyaset elitinin ayrıcalık üretmesi artık bu topluma dar geliyor. Bu işlerin böyle gitmeyeceği artık belli. Bu yüzden eskisinden daha fazla umutluyum.
Korhan Gümüş
Normal bir vatandaş olarak cevabını merak ettiğim sorular var:
1) Sn.Topbaş’ın proje konseptine imza atması ve köprüyle alakalı bütün projelerde ismi bulunması ne kadar etik?
2) Sn.Topbaş ısrarla bu projeye ve Sn.Kıran’a destek olması acaba nasıl bir ilişkiyle alakalıdır?
3) Sn.Topbaş’ın projeye sahiplenmesi sonucu Hakan Kıran’a diğer işlerinde de ne tür kolaylıklar sağlamıştır?
4) Projenin şuanki müşaviri kimdir? Hakan Kıran Mimarlık müşavir olarak gözükmekte midir? Eğer öyleyse hem proje müellifi hem de proje müşaviri aynı firma olması etik midir?
5) Kağıt üzerinde proje müşaviri gözüken Emay firması olayın neresindedir?
6) Rant yok ifadesi gerçekçimidir?
7) Hakan Kıran, Sn.Topbaş’ın arkasına sığınıp her türlü işlerinde kolaylık sağlamış mıdır?
8) Seçimler öncesi AKP’den aday olmak istediğini söyleyen Sn. Topbaş, acaba bu tarz ilişkilerin ortaya çıkma ihtimalinden çekinmektemidir?
9) Unesco kararlarına ne kadar uyulmuştur? Acaba Unesco olayı tamamıyle göz boyama için mi kullanılmıştır?
10) İstanbul’un göbeğinde milletin gözü içine sokarak istedikleri gibi at koşturacağını sanan kişiler acaba hiç mi bu ülkede adalet işliyor düşüncesi akıllarına gelmez
11) Örtbas edilmek istenen yüksek meblağlı rakamlar varmıdır?
12) İhale neticelendikten sonra projede neler değişti? Devlete maliyeti ne oldu?
Merhaba.Köprü bitmek ve açılmak üzere. İstanbul bir köprü ve bir metro hattı bölümüne daha kavuşacak. Öncelikle hayırlı olmasını temenni etmeliyiz. Sonra da tabii ki şehre sahip çıkma daha güzei arama çabalarımızın gereği olarak, her türlü tarafgirlikten uzak, bilim, sanat,kültür ve tabii ki ahlaki bakımlardan konuya değinmeliyiz ki, ileride daha olgun işlerin yapılmasına katkımız olabilsin.Bu açıdan bakıldığında yarışma önerisi uygun bir öneri idi. Özellikle ulusal bir yarışma yerinde olurdu. Mesleki heyecan içinde şehri yeniden anlamaya koyulacak, usta/genç mimar ve mühendisler yeni şeyler öğrenecek ve tasarımlarıyla şehre bakışlarını anlayışlarını ortaya koyabileceklerdi. Bu da hem şehrin bir köprü gereğinden hareketle değerlendirilmesine vesile olacak, hem de böyle bir şehirde inşa sorumluluğunu gündeme taşıyacak idi ki en büyük kazanım da belki bu olacaktı. Çünkü bu şehir sürekli irili ufaklı mimarilere sahne olmaya devam ediyor…Bir köprü, ama nasıl bir köprü? Koca Sinan bugün sadece; nasıl bir cami? sorusuna ‘Süleymaniye gibi’ şeklinde cevap verebildiği için değil, her camisinde daha başka olgun tasarımları gerçekleştirebildiği için de anılıyor ve anılacaktır. Saygılarımla.
“Öncelikle hayırlı olmasını temenni etmeliyiz. Sonra da tabii ki şehre sahip çıkma daha güzei arama çabalarımızın gereği olarak, her türlü tarafgirlikten uzak, bilim, sanat,kültür ve tabii ki ahlaki bakımlardan konuya değinmeliyiz ki…”
Her türlü taraf olmamak en başta “Belediye Başkanı tasarım yapar mı?” sorusunu sormayı zorunlu kılmaz mı.
“Belediye Başkanı tasarım yapar mı?” sorusuna “yapmamalıdır.” cevabı verilebilir. Bu derece aklın ilgi alanına giren, bir dünya medeniyet şehrinin ortak akla, emeğe ve dikkate ihtiyacı göz ardı edilmemeli. Başkanın teklifi var ise belki tartışmaya açılabilir, önerilen ulusal yarışmaya katılımı mümkün olabilir idi…
Yarışma “Başkan da tasarım gönderebilir” denebilecek bir müessese değil ki. (Konuyu dağıtmak istemem ama bu kısa notu düşmesem de olmaz.)
Burada Başkanın şehre olan ilgisi mesleği ile de örtüşüyor ve bir tasarım önerisi de sunmak istiyor ise, bu önerinin bir proje haline getirilerek (herhalde Şehircilik Bakanlığının açtığı) bir yarışmaya sunulması halinde, tamamen adil bir jüri heyetinin tarafsızlık ve bağımsızlığı dikkate alınırsa, diğer önerilerle artıları ve eksileri ile değerlendirilmesi, neden mümkün olamasın. Sadece ürünü değerlendiren, kişi, makam, mevki baskısını hissetmeyen rumuzlu olacağından kime ait olduğu da bilinmediği bir ortamda (yoksa yarışmalarda sır yok mu?), işine sahip, ehil jüri üyeleri bulunamayacak mıdır? Kaldı ki, Başkanın projesi denilen, uygulanıp açılması yaklaşan söz konusu projenin, mevcut durumu, sanırım daha iyi değil. Yine de yasal durumu bilmiyor ve önceki notumu “belki” kaydıyla ilettiğimi de hatırlatıyorum. Saygılarımla.
27 Ekim tarihinde Radikal 2’de yayımlanmış aşağıdaki linkteki yazımın, bu tartışmadaki bazı sorulara cevap olabilir düşüncesindeyim..
http://rktr.co/1hh2pRX
Haliç’teki metro köprüsünün değil yalnızca, bütün metro istasyonlarının yarışma ile yapılması çok daha iyi olurdu.
Ancak mesele yalnızca mimari proje yarışması düzenlemekten ibaret değil. Kamu ile ilişkiler.
İhale piyasa ile kamu arasındaki bir hizmet mübadelesi biçimi. Bilgi üretimi kereste satın alır gibi ihale edilebilir bir şey midir? Değil proje, kereste alabilmek için bile niteliğinin bilinmesi gerekir.
Teknik şartnamelerin bürokratların, siyasetçilerin patronajı altında hazırlanması çok daha kapsamlı bir siyasal soruna işaret ediyor. Otoriter bir siyasal sisteme. Sembolik sınıfın bir sivil toplum kesimi gibi kendi kamu yararını temsil etmesi de bunun bir göstergesi. Bu nedenle bugün bildiğimiz kamu yapısı çökmüş bulunuyor.
Bazı sorular sormak lazım:
Projeler eleştiriliyormuş gibi yapılıyor da neden işleyişte bir değişiklik olmuyor? Neden restorasyon diye yapılan rezaletler güya eleştiriliyor da, kimse kentsel alana yapılan müdahale biçimini tartışmıyor?
Çünkü bu kamu ile ilişki biçiminden eleştiri getirenler de çıkar sağlıyor. Eleştiri getirenlerin bir çok projede müellif, danışman olduğunu görünce şaşırıyorsunuz.
Örneğin meslek kuruluşunun en azından bu ihale sistemine ve Taksim projesinde olduğu gibi Büyükşehir tarafından atanmış bir kişinin gene aynı kurumdan (sayısız) iş almasına ses çıkarması gerekirdi. Defalarca imzalı dilekçelerle başvurduk. Bir cevap bile vermediler. Sözlü olarak sormaya çalıştığımızda ise evelediler, gevelediler, bir türlü ne söylediklerini anlayamadık.
Bize “boşverin, bu işle uğraşmayın” dediler. Sorun ne olabilir? Belki STK’larda, meslek kuruluşu, üniversite falan gibi kamu işlevi yerine getiren kuruluşların yönetiminde olan kişilerin bu kurumları kullanarak kendilerinin de iş almaları. Hem bu kuruluşlarda, kurullarda falan yer alıyorlar, hem de bu pozisyonlardan çıkar sağlıyorlar. Buna da meslek kuruluşunun hiç sesi çıkmıyor. Çünkü kendi yönetim kurulunda bu ilişki biçiminden çıkar sağlayanlar var.
Biraz araştırma yapın, göreceksiniz ki bu kurumların yönetiminde olan insanlar Büyükşehir’den danışmanlık, rapor, proje işleri adı altında para aldıklarını görürsünüz. Bunun yıllık tarifesini bile yapmışlar, kimlere yılda ne kadar para ödeneceği belli. Bu basit bir sorun değil, mesleki alan yolsuzluk sistemine dönüşmüş durumda. Sorgulayanlara da saldırıyorlar, kurumlardan, ilişkilerden dışlıyorlar. Tam bir mafya düzeni… Ama böyle devam edemez. Korkmamak lazım. Bu yolsuzluk sistemi kenti mahvediyor.