Geçen yazımda, haftasonu İstanbul’da Yeşil Düşünce Derneği, Yunanistan Yeşil Enstitü ile Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi’nin ortaklaşa gerçekleştirdiği Çılgın Projeler Konferansı’nın uluslararası boyutuyla ilgili birkaç anekdot paylaşmıştım.
Konferansta konuşulan ana temalar üzerinden yine önemli olduğunu düşündüğüm bazı bilgiler vermek istiyorum. Konferansın ana teması, Türkiye’de ve Avrupa’da halkın karar alma süreçlerine dâhil edilmediği, çevre etki analizlerinin yapılmadığı, dolayısıyla orta vadede yaratacağı sosyal, kültürel, ekonomik ve ekolojik olumsuzlukların hesaplanmadığı tepeden empoze edilmiş mega projeler ve bunlarla mücadele yöntemleriydi.Türkiye, Bulgaristan, İtalya, Romanya ve Yunanistan’dan lüzumsuz projelerle mücadele örneklerinin yanında pek çok yeni tartışma yapıldı, bilgi paylaşımı oldu.
Konferansın başlığı “Çılgın Projeler”di ancak gerek konuşmacılar gerek katılımcılar, “çılgınlığın” bir yanıyla sempatik ya da farklı işlere işaret ettiğini, aslında olumsuzluk içermediğini aktardı ki, bu çok haksız değil. Zira, Avrupa’da bu tür projeler için, “Unneccessary imposed mega projects” yani “Empoze edilmiş lüzumsuz dev projeler” tanımı kullanılıyor. Dolayısıyla, bu projeleri eleştirirken jargona dair olarak belki de bu nitelendirmeyi yapmak meramı anlatmak noktasında daha etkili olabilir. Algıyı değiştirmekle başlayabiliriz.
Tabii, iktidar mensupları ve onların etrafında odaklanmış rant çemberlerini oluşturan kitlenin iştahlandığı bu projelerden sadece Türkiye’de yok. Özellikle Avrupa’da Fransa, İtalya, Almanya,İngiltere, Romanya ve İspanya gibi ülkelerde planlanan bu şuursuz projelere yönelik itiraz oluşumları giderek artarken, bu oluşumlar güçlerini birleştirmek için de biraraya geliyor. Bu hareketlerin temel prensibi, inşa edilecek tamamen işlevsiz ve gereksiz projelerin tek amacının çeşitli çıkar gruplarına gelir kapısı yaratmak olduğunu anlatmak.
Empoze edilen lüzumsuz mega projelere karşı geçen temmuzda üçüncü kez toplanan Avrupa Forumu, bir sonraki toplantısını Mayıs 2014’te Romanya’da altın madeni ihtilafı yaşanan Rosia Montana’da yapmayı planlıyor. Ancak, Romanya’da bu konferansı gerçekleştirmek üzere gereken finansmanın bulunmasında zorluk yaşandığı ve Türkiye’de yapılabileceği konuşuluyor. Yani, haftasonu yapılan konferans Türkiye’de bir ilk ancak burada kalmayıp devamı gelecek gibi görünüyor.
Bu konuda bir diğer önemli görülen mesele ise şeffaflık ilkesinin çiğneniyor oluşu. Yine gereksiz mega projelerin nasıl finanse edildiğinin şeffaf şekilde ortaya konması yönünde çalışmalar yapanBankwatch Ağı da, dev projeler, onların alternatifleri ve saha araştırmaları olmak üzere üç ayaklı bir sistemle hareket ediyor. Bankwatch, projeleri sadece eleştirmenin yeterli olmadığını, bunların yerine ne istendiğini de anlatmak gerektiğini vurguluyor. Bankwatch, genel olarak bu projeleri “kötü projeler” olarak tanımlamayı tercih ediyor, çünkü kötü projelerin ekolojiyi tahrip etmesinin yanı sıra megalomaniyi besleyen bir yanı da var.
Bu noktada, Avrupa Vatandaş Girişimi’nden (European Citizens Initiative) bahsetmek istiyorum. Avrupa’nın ilk yurttaş girişimi olan ECI kapsamında başlatılan “suyun ticarileştirilmesi ve özelleştirilmesine karşı” girişimin ilk etabı başarıyla sonuçlanmıştı. Lizbon Antlaşması’nın öngördüğü ECI ile vatandaş olarak AB’de bir şeyleri değiştirmek için asgari yedi AB üyesinde en az bir milyon imza toplamak gerekiyor. Avrupa Kamu Sendikaları Federasyonu’nun desteklediği, bir milyon 850 bin imzanın toplandığı kampanyanın imza dökümleri 10 Aralık İnsan Hakları Günü’nde açıklanacak. Bu, hem ulusötesi olması hem de fonlama konusunda şeffaflığın sorgulanması açısından Avrupa’nın elinde önemli bir araç.
Katılımcı demokrasiyi sağlamak, mega projelere karşı farkındalığı artırmak ve adaletsizliklere karşı çıkmak için toplumların elinde yeterince mekanizma var, yeter ki birlikte kullanmak isteyelim…