İstanbul Şehir Üniversitesi Cevizli Tekel Fabrikası'na tabelayı astı.
Ve İstanbul Şehir Üniversitesi, İstanbul Anadolu Yakası’nın en değerli arazilerinden birine kazmayı vuruyor. Fabrikasıyla, depolarıyla, sosyal tesisleriyle Tekel’in merkez üssü olan, Maltepe ve Kartal arasında, Dragos’un yanıbaşında, denize komşu koca bir yeşil alana yayılan, endüstriyel miras niteliğinin yanında arkeolojik kazı alanıyla ve bitki çeşitli ligiyle de koruma altında olan Cevizli Tekel Fabrikası, 49 yıllığına üniversiteye kiralanmıştı. Okul mevcut yapıyı koruyacağını iddia etse de, projeler ve uygulama aksini söylüyor. 2008’de Tek Gıda-İş’in göz yummasıyla hızlanan özelleştirme sürecinde kurulan Cevizli Tekel Dayanışması’nı dinliyoruz.
Esin Köymen: 2001’de Tekel’in bütün birimleri özelleştirme kapsamına alındı, parça parça özelleştirildi. Diyarbakır Tekel ve Bomonti Bira Fabrikası gibi özelleştirilen bütün Tekel alanlarında olan her şey Cevizli Tekel’de de aynen gerçekleşti. Önce Özelleştirme İdaresi kapsamına alındı, ardından AKP’nin yandaşlarına verildi. Buradaki daha da komik, çünkü Cevizli Tekel’in Maliye’ye devredildiği yıl olan 2008, aynı zamanda İstanbul Şehir Üniversitesi’nin kuruluş yılı. Şehir Üniversitesi, Cevizli Tekel daha Maliye’ye devredilmeden önce burayı almak için Maliye’ye başvuruyor. Maliye diyor ki, bu alan bende değil, Özelleştirme İdaresi’nde. Aradan kısa bir süre geçiyor ve Tekel’in Maliye’ye borcu olduğu gerekçesiyle, üstelik Tekel Hazine’den alacaklıyken, Cevizli Tekel arazisinin Maliye’ye devri gerçekleşiyor. 450 bin metrekarelik alanın tamamı değil, ama arkeolojik kazıların olduğu 207 numaralı parsel ve şimdi Şehir Üniversitesi’ne tahsis edilen 296 bin metrekarelik, 237 numaralı parsel Hazine’ye devrediliyor. Hazine’ye devredildikten sonra Şehir Üniversitesi tekrar müracaatta bulunuyor ve bu sefer de ihaleye gideceğiz deniyor. 49 yıllığına tahsis için 2.970.000 TL gibi bir rakam belirleniyor ve ihalenin tek katılımcısı olan Şehir Üniversitesi 2.972.000 TL vererek ihaleyi kazanıyor. Böylelikle, alanın Şehir Üniversitesi’ne tahsisi yapılmış oluyor. Bütün bu olan biteni arka arkaya koyup baktığımızda “-Sen nereyi istiyorsun? -Cevizli Tekel’i istiyorum. -Prosedüre uymuyor, ama değiştiririz” gibi bir süreç yaşandığını görüyoruz.
Aysel Durgun: Alanın üniversite tarafından alınabilmesi için Maliye’ye devredilmesi zorunluluğu var. Tek Gıda-İş Sendikası 2008’de “Bu devir usulsüzdür, bizim Maliye’ye borcumuz yok” diyerek dava açtı ve haklı çıktı. Mahkeme yürütmenin durdurulmasına karar verdi. Biz de Mimarlar Odası olarak davaya müdahil olduk. Ama sonra, tahminimizce hükümetle sendika arasında bir pazarlık söz konusu oldu ve sendika davayı geri çekti.
Köymen: 2010’da, Mimarlar Odası olarak Şehir Üniversitesi’nin planının iptali için dava açtık. Kartal Belediyesi de dava açtı. Ayrıca, Büyükşehir Belediyesi’nden CHP’li avukatların açtığı bir dava da vardı. Üç ayrı dava yani. Bizim ve Kartal Belediyesi’nin açtığı davalarda yürütmeyi durdurma taleplerimiz reddedildi, ancak CHP grubunun açtığı davadan yürütmenin durdurulması kararı çıktı. Arkasından mahkeme, yürütmeyi durdurma kararının esası görüşülecekken CHP grubuna, “siz zaten Büyükşehir Belediyesi’nde meclis üyesisiniz, orada bu planlara red oyu vererek yapacağınızı yapmış sayılıyorsunuz, burada dava açma yetkiniz yok” dedi ve ehliyet yönünden davayı reddetti. O davayla ilişkili bilirkişi raporunda alanın halka açılması ve deprem toplanma alanı olması gerektiği, 2003’te yapılan planlarda bu alanın aslında park olarak planlandığı, dolayısıyla yapılaşmaması gerektiği, Tekel’in bütün mirasının burada yok edileceği, bunların endüstri mirası olduğu açıkça belirtilmişti. Ancak, bilirkişi raporunda “burada üniversite yapılmasının üstün kamu yararı vardır” gibi de bir ifade vardı ve işin kilit noktası sanırım buydu. Şu an Şehir Üniversitesi bu ifadeye dayanarak kendini savunuyor.
Durgun: TMMOB’un açtığı davada yürütmeyi durdurma kabul edilmedi, ama dava Danıştay’da. Bu kadar hukuk ihlalinin yapıldığı bir süreçte çok da güvenilir bir durum yok. Ama buradaki sahiplenme bile hukukî sürece etki edebilir. Bunu çift taraflı bir mücadele olarak düşünmek lâzım. Şehir Üniversitesi, Bilim ve Sanat Vakfı tarafından kurulmuş özel bir üniversite ve bu vakfın hükümetle olan yakınlığı aşikâr.
Köymen: AKP hükümeti hep kendi ideolojisine yakın sermayenin palazlanmasına uğraştı. Bilim ve Sanat Vakfı da bunlardan biri. Burası Ülker Grubu’na tahsis edileceği için her türlü düzenleme kolaylıkla yapıldı. Ahmet Davutoğlu Dışişleri Bakanı olmadan önce Bilim ve Sanat Vakfı’nın başkanıydı. Murat Ülker de vakfın başındaydı, ancak Tekel arazisinin tahsisinin yapıldığı dönemde çok fazla eleştiri yapıldığı için Murat Ülker kendisini geri çekti. Halen üniversitenin mütevelli heyetinde olan kişilerden biri Ali Ülker. Hukuk onlara işliyor. Yoksa bütün engellerin bu kadar kolay aşılması mümkün mü? “Olmuyorsa yasayı değiştirelim”e kadar gidiyor iş. Bunlar “demokratik” bir ülkede mümkün olabilir mi? Olmaz diyeceksiniz, ama oluyor işte.
Durgun: Bu alan 1999’da üçüncü derece doğal sit alanı olarak tescil edildi. 2003’te Koruma Amaçlı İmar Planı yapıldı. O planda alanın çok büyük bir kısmı park olarak ayrılmıştı. 4200 adet çok çeşitli türde ağaca ev sahipliği yapıyor ve bu ağaçların tamamı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma I Kurulu’na tescil ettirilmiş durumda. Ayrıca, alanın bir bölümünde arkeolojik kazı çalışmaları yapılıyor. Kazıların yapıldığı 207 numaralı alan alan birinci derece arkeolojik sit alanı olarak tescil edildi. 3. yüzyıldan 13. yüzyıla kadar sürekli bir yerleşimden bahsediliyor. Geç Roma döneminden Erken Bizans dönemine kadar uzanıyor. Şu âna kadar bir kilise, bir hamam ve bir saray yapısının kenarı açığa çıkmış durumda. Yapılan yüzey taramasında arkeolojik kalıntıların alanın üst kısımlarına doğru devam ettiği tespit edildi. Ve bu arkeolojik kalıntılar çok büyük bir ihtimalle alanın tamamına yayılıyor. Ancak, bunun tespitini yapamıyoruz. Şehir Üniversitesi kiraladığı alanda yüzey taraması yapılmasına izin vermediği için kalıntıların devamı tespit edilemiyor. Köymen: Alanda ayrıca bir Tekel gerçekliği var. Fabrika 1969’da kurulmuş, ancak 1931’den itibaren burada Dramalı göçmenler tütün ekip biçermiş. O yıllarda enstitü binası yapıyorlar, tohum ıslah çalışmaları yapıyorlar. En kaliteli tütün nasıl yetiştirilebilir diye çalışıyorlar. Aynı zamanda, akademisi olan bir yerden bahsediyoruz. Bu çevrede oturanlar da burada işçi olduğu için gelmiş yerleşmiş insanlar. Kampusun içindeki bütün yapılar endüstri mirasıdır. Yaprak tütün depoları ve buhar kazanını da Koruma Kurulu’na başvurup İstanbul Şehir Üniversitesi’nin kurucusu, bir dönem Ahmet Davutoğlu’nun başkanlığını yaptığı Bilim ve Sanat Vakfı. Halihazırda YÖK başkanı olan Gökhan Çetinsaya ise uzun süre üniversitenin rektörlüğünü yürütmüştü. Ülker Grubu’nun tam desteğini alan üniversite, “Müslüman demokrat” siyasetin müstakbel elitini yetiştirme iddiasında. Üniversitenin akademik kadrosunda Ümit Cizre, Mesut Yeğen, Ferhat Kentel, Kemal Karpat, Ergun Özbudun, Derviş Zaim, Cem Behar gibi isimler bulunuyor. Bunlar korunmazsa buranın bütün mirası, hafızası silinecek.
Köymen: Birkaç plan var, ama alanın mevcut haliyle karşılaştırdığımızda ağaçları kesmeden o binaları yapmaları imkânsız görünüyor. Alanın içinde bulunan yaprak tütün depolarını ve buhar kazanım koruma kuruluna başvurup tescil ettirmiştik. O yüzden o yapılara dokunamamaları gerekiyor, en fazla restore edebilirler. Ancak, duyduğumuz kadarıyla, yıkıp aslına uygun olarak tekrar inşa etmeyi planlıyorlarmış. Özelleştirme İdaresi’ne devredilirken bu alandaki bütün binaların metrajları çıkarıldı. Biz bunların hepsini topladık, yaklaşık 114 bin metrekarelik bir yapı var kampusun içinde. Onların önerdiği emsal alan 300 bin metrekare. Bu şu demektir: Bütün binaları korusa bile neredeyse iki katı kadar daha bina yapacak. O kadar binayı ağaçlara zarar vermeden nasıl yapacağının cevabı yok.
Köymen: 2008’de, Tek Gıda-tş Sendikası’nın açtığı davaya müdahil olduk. O süreçte mücadeleye başladık ve bir duyarlılık sağlamaya çalıştık. Kartal-Maltepe bölgesinden birçok siyasî partinin, derneğin, bireyin birarada olduğu bir dayanışma oluştu. Ve o dayanışmayla birlikte bilgilendirmeler yapıldı, süreç anlatıldı. Bir taraftan da davalar devam etti. Şimdi Ülker Grubu süreci hızlandırınca ve davalar artık Danıştay’a kadar gelince, tekrar bir farkındalık yaratılması gerektiğini düşündük. Alanın hem yukarıdaki hem de aşağıdaki giriş kapılarına İstanbul Şehir Üniversitesi İnşaatı diye tabelalar asılınca biz de ânında tepki koyduk. Her hafta alanın önünde eylemler ve basın açıklamaları yapıyoruz.
Durgun: Bütün bu alan korunsun ve halka açılsın istiyoruz. Tekel’e ait her şey korunsun, sergilensin. Aşağısı da arkeolojik park olsun, kazılar genişletilsin istiyoruz. Burayı inanılmaz bir zenginlik olarak görüyoruz. En başından beri bu çevrede yaşayan insanlar “Bırakın üniversite gelsin, yoksa TOKİ alır burayı, koca koca bloklar diker” diye neredeyse tehdit edildi. Şöyle bir alternatif akıllara getirilmiyor. Biz burada hiçbir yapı istemiyoruz, üniversite de istemiyoruz. Burası halkın kullanımına açık olsun, herkes elini kollunu sallayarak dolaşsın içerde. Herhangi bir deprem ânında, afet ânında toplanabileceğimiz bir yer olsun. Etrafındaki bütün duvarlar yıkılsın.
Köymen: Bir kısım insan burada bir üniversite olursa hareketlilik olur, esnaf için iyi olur diye düşünüyor. Tabii ne yazık ki, Gezi Parkı’nda olduğu gibi, buradaki mücadelede de “üç-beş ağaç için kıyameti kopartıyorlar” diyenler var. Cevizli Tekel Kampusu koskocaman bir park alanı, ama özel üniversite yapılıyor. Bunlar olurken Maltepe sahilinde bir milyon metrekarelik bir alanı doldurup, üzerine çim ekip “dünyanın en büyük parkını yapıyoruz” diye övünüyorlar. Ama büyük bir kesim, ki bence Gezi Parkı direnişinden sonra bu bilinç insanlarda oturmaya başladı, olan biteni sorguluyor. İçindeki bütün zenginliklerle birlikte sahip çıkabilecekleri ve bedava kullanabilecekleri böyle bir doğal park alanını sermayeye bırakmak istemiyorlar. Özellikle eski Tekel çalışanları ve onların çocukları daha duyarlı. Bu zenginliğin yok olmasını istemiyorlar.
Durgun: AKP bütün ekonomisini kentsel dönüşüme ve inşaat sektörüne bağlamış, bütün yasalarını buna göre dönüştürmüş durumda. Belediyelerden beş gün içinde ruhsat alamıyorsanız, ruhsatı ben doğrudan bakanlıktan veririm diyebiliyor. Bütün ekonomi yapılaşmaya, binalara bağlanmış durumda. Bütün yasalar ona göre hazırlandı. Zaten TMMOB’la ilgili yetkileri budama hamlesi de bunun bir ürünü. Engel olarak görülen bütün kurumlar bertaraf edilmeye çalışılıyor. Her yerde bir Maslaklaşma durumu var. İstanbul’un finans merkezi olması projesini de bundan ayrı düşünemeyiz. Soylulaştırma çabalarıdır bunlar. Orta ve alt gelir düzeyindeki bütün kesimler kentin çeperlerine itilmeye başlandı.
Köymen: Devlet üniversiteleriyle ilgili de projeleri var. Yıldız’ın kampusunu Davutpaşa’ya taşıyacaklar, Marmara Üniversitesi’nin Göztepe Kampüsü’nü Küçükyalıda Kenan Evren kışlasının oraya taşıyorlar. Çünkü bu alanların birilerine satılması gerekiyor. Ticarî işletmeler olan özel üniversiteler ise şehrin göbeğine sokuluyor. AVM’lerin sayısı her gün artıyor. Özel hastaneler şehrin merkezinde. Şehrin ortasında seçkin, elit bir zümrenin okuyacağı, çalışacağı, sağlık hizmetlerinden faydanalabileceği bir alan yaratılıyor. O yüzdendir ki, kentin merkezinde halkın kullanımına açık yeşil bir alana tahammülleri yok. O yüzden Çamlıca sit alanı olduğu halde cami yapılacak orada. Cevizli Tekel Kampusu koskocaman bir park alanı, ama özel üniversite yapılıyor. Bütün bunlar olurken Maltepe sahilinde bir milyon metrekarelik bir alanı doldurup, üzerine çim ekip “dünyanın en büyük parkını yapıyoruz” diye övünüyorlar. Maltepe sahilinde yapılan şey katliamdır. Hiçbir bilimsel dayanağı olmadan, deprem gerir* t çeği ortadayken, sahile ekolojiyi altüst edecek böyle devasa bir dolgunun yapılması deliliktir. Ve yeni yasayla doldurulan alanlarda artık yapı da yapılabiliyor.
Durgun: Taksim, toplumsal mücadelelerin toplanma alanı oldu. Herkes birbirine ses vermeye başladı. Korkular da yenildi. Satırlarla forumlara saldırılıyor, ama insanlar geri adım atmıyor. Bir de farkındalık önemli. Kent suçları tanımlanmaya başlandı. Eskiden bıçak kemiğe dayanınca ya da doğrudan taraf olduklarında tepki veriyorlardı. Şimdi her yerdeki, yoldan geçerken gördükleri kent suçlarını bile farketmeye başladılar. Köymen: 2004-2005’ten itibaren başlayan kentsel dönüşümle birlikte, kentsel dönüşüm mağdurları ve kentsel dönüşümle mücadele eden dernekler bir örgütlenme yapısı kurmuştu. Herkes kentsel dönüşüm projelerine karşı çıkıyordu. O yüzden Gezi Parkı mücadelesi Cevizli’nin yurttaş inisiyatifi Tekel eylemleriyle ses getirmeyi başardı Taksimde başladı, ama akabinde Ankara, Antakya, İzmir ve daha birçok yer mücadele alanı oldu. Ama bu mücadelelerin dışında kalan insanlar da yaşam alanları üzerinde söz söyleme haklan olduğunu fark etti. Hükümet bir yandan kapitalist sistemin dayatmaları, bir yandan da ılımlı islâm politikalarıyla toplumu yeni bir evrim sürecine sokmaya çalıştı ve bence isyan bunaydı. Dönüşümü öyle bir ele aldılar ki, yapılı çevreyi dönüştürürken aynı zamanda insanların evinin içine de girdiler. İnsanlar ne zaman ki içkilerine, kılık kıyafetlerine, kürtajlarına, sokakta el ele dolaşmalarına kadar müdahale edildiğini, yani bıçağın kendilerine dayandığını hissettiler, tepki göstermeye başladılar. Ve sahiplendikleri şey, kendi hayatlarıyla beraber, aslında yaşam alanları oldu.