7 Eylül'de açılan Bienal'in teması "Şablon" olunca "beklenti" beraberinde geldi diyebiliriz. Çünkü şablon herkesin kafasında bazı kavramlar ile özdeşleşiyordu, özellikle "Türkiye'de" bir mimarlık bienaline gidiyorsanız...
IABA Uluslararası Mimarlık Bienali 2013 için Arkitera.com ekibi olarak Antalya’daydık.
7 Eylül’de açılan Bienal’in teması “Şablon” olunca “beklenti” beraberinde geldi diyebiliriz. Çünkü şablon herkesin kafasında bazı kavramlar ile özdeşleşiyordu, özellikle “Türkiye’de” bir mimarlık bienaline gidiyorsanız…
Açılış konuşmasında Onat Öktem’in “TOKİ dışındaki tektipleştirmelere ve şablonlara da bakmak istedik” sözü bize göz kırptı… İşleri görmek için daha da heyecanlanmaya başladık. Katılımcı mimar ve sanatçılar “tesadüfi kent oluşumları” ile form oluşumları üzerinde nasıl yorumlamalarda bulunacaklardı? Şablonsuzluğa vurgu tasarımsızlığa özlem olarak okunuyordu..
Bienali gezeceklerin ilk etapta bir kafa karışıklığı yaşaması mümkün. Çünkü net bir aks üzerinde size içerik okuması sunulmuyor. Özellikle Mimarlığın Şablonu / Şablonun Mimarlığı sergisi ve Kaleiçi’nin çeşitli yerlerinde yerleştirilmiş işlerden oluşan Deneysel Mimarlık İşleri ve 17 adet sergi Bienal’de bütünleşiyor. Siz işleri ararken de kamusal alanda deneyim artıyor, işlerin çoğunun merakı test edilmiş oluyor.
İlk gezdiğimiz sergi Creative Iniative’ın beraber kafa yorduğu Mimarlığın Şablonu / Şablonun Mimarlığı sergisi oldu. Bir konak avlusunda bulunan sergide aralarında ONZ, Onbir41, BirİkiKereBir, Salon2, İkiArtıBir, Gökhan Aksoy, İyi Ofis, KPM, About Blank gibi ünlü mimarlık ofislerinin işlerini görmek mümkün.
Creative Initiative / IABA from creative-initiative on Vimeo.
Serginin, mimarlığı ve kenti şekillendiren şablonları odağına aldığını, bu bağlamda kültürel ortamda doğan yeni şablonları konu edindiğini söylemek mümkün. İşlerin çoğunun farklı ölçeklerde yer aldığı mekanla ilişkisinin kuvvetli olduğunu belirtmekte de fayda var. Fakat dikkat çeken noktalardan biri bu yeni varoluş biçiminde yapılan sorgulamanın benzerliği! İşlerde “mimarsızlığa” vurgu, kullanıcının tasarlanmışa olan tepkisi ve bağıntılı olarak tasarlanmışı tahrip etme dürtüsünü test etme isteği ön plana çıkıyordu. Tasarlanmış şablonda kullanıcının etkisi bienale damgasını vurdu diyebiliriz.
İki Kere Bir’in işi “Şehir Yap” işi kendi yeni bir şey söyleme kaygısı taşımasa da katılımcının şehir için yeni bir şey söylemesini istiyor ve ortaya konan kent modülünü katılımcının kendi beğenisine göre “bozmasını” bekliyor.
Aynı şekilde Gökhan Aksoy’un modelinde de kent katılımcının deneyimlerine açılıyor ve kullanım alanlarının yoğunluğu ve çeşitliliğini şablonlaşmış planlar üzerinden okumaktansa katılımcıların verecekleri cevaplara göre sunabilecek yeni bir harita ortaya çıkıyor. Bu bağlamda katılımcıların yaşanmışlıkları, sosyo kültürel kodları çok daha gerçekçi analizler oluyor.
Belki bu noktada ONZ Architects ve onbir41’in “ROOFTOP” adlı işinin, tasarımın esnekliği noktasında yaptığı eleştiriye vurgudan bahsedilebilir. Diğer işlerden biraz farklı olarak Rooftop, bu sefer kendisine tasarlanmış bir kent bırakılan kullanıcının nasıl bir tahribat yaptığının eleştirisini hem bu esnekliği sağlayamayan mimarlık hem de kullanıcının yarattığı sonuç üzerinden okumaya çalışıyor.
Aynı şekilde Ali Dur’un işi de katılımcılık kavramına günümüz alışıldık kavramlarından farklı bir yorum getirmesiyle dikkat çekiyor. Sınırlı bir esneklikle katılımcının “işi bozarak” bir kamusal alan yaratması dikkat çekici…
Şablonun aslında bir kanıksamanın ardından gelen yadırgamadan çoğaltma eylemi olduğu eleştirisi ise Salon Architects’in Açık Büfe adlı işinde çok net. Antalya’da yer alan otellerin minik maketlerinin sunulduğu açık büfe servisler kabullenişin nasıl bir arz talep ilişkisine döndüğünün güzel bir yansıması.
İki+1’in Dört Duvar çalışması ise şablonun üreticisi olarak tasarımcıyı eleştirinin odağına alan, kalıcılık şablonunu alaşağı eden “müdahele edilemeyecek” işlerdendi. Şablon kavramının kendisini düşünmeye zorlayan Dörtduvar, bir süre sonra zaten sizi kendinizle başbaşa bırakıyor. Formun ve tasarımın nasıl bir zoraki bir şablona dönüştüğü soruları, kendimize “yöneltebileceğimiz kadar” eleştiriyle birlikte buz eriyinceye ve siz Antalyanın sıcağına dayanıncaya kadar aklımızı meşgul ediyor.
Bir diğer dikkat çekici sergi Deneysel Mimarlık İşleri. Kentin bir çok alanına yayılmış olan işler, mekanı yeniden deneyimlemeniz için kurgulanmış 10 işten oluşuyor. İşler açık çağrı ile seçildi.
Serginin kamusal alanı alışılageldik materyaller ile kullanmayışı, kaldırımı esnekletişi, serginin kapısını size sanal olarak açışı Antalyalının ilgisini çekiyor.
Bu anlamda strüktürel, statik çalışmaların herbiri belki de anlamını aşarak daha fazla deneyimlenmek istenen birer obje haline geliyor.
Bienal’in henüz 2. yılı olduğunu bu anlamda üretiminin her yıl katılımcı tasarımcılar ile birlikte yön kazandığını söylemek mümkün. Özellikle kamusal alandaki iddaasıyla öne çıkan IABA Uluslararası Mimarlık Bienali’nin ortaya attığı kavramları da bienalin kendisi içinde tartıştığını görmek mimarlık ve sanat camiası için de umut verici.
Deneysel mimarlık işleri ve aynı şekilde şablon kavramının herbirinin bozumunun bienalin kendi için de bir tartışma konusu olarak ele alınabildiğini görmek beinalin uzun soluklu olacağının göstergesi. Her ne kadar ilk gün bazı işlerin halen kuruluş aşamasında ve bazı aksaklıklar yaşanmış olsa da 7 Ekim 2013’e kadar devam eden bienali kaçırmayın deriz.