Ekonomist Mustafa Sönmez'in 3. Havalimanı'na dair incelemesi.
Hangisi Yüce Divanlık değil ki? diye önüme uzun bir liste ile çıkabilirsiniz. Ama bunlardan biri, çok çok gözlere sokulurcasına yapılmak isteniyor. Çok cüretkâr, çok üstten ve çok hesapsız… Üçüncü havalimanından söz ediyorum. Hem İstanbul’un akciğerlerine kastediyor hem devamında Kuzey ormanlarını, su havzalarını tehdit ediyor, Karadeniz’in, Marmara’nın florasına bile kastedecek bir dehşet. Çevresel felaket potansiyeli kadar kamusal kaynakları yağmalamanın da zirve yaptığı bir proje bu.
Kılıfı, “Kamu-Özel İşbirliği (KOİ)”. Dünya Bankası marifeti Public-Private Investment (PPI) modelinin Türkiye uyarlamalarından biri de bu 3. havalimanı. Nedir KÖİ ? IMF-Dünya Bankası ikilisinin neoliberal düsturlarından biri malum; devlet yatırımcı, işletmeci olmasın. Elindekileri özelleştirsin, bundan sonra üretilmesi zorunlu kamusal mal ve hizmetleri, altyapıyı da kendisi yapmasın, özel sektöre gerekli şeyleri versin, ondan alsın. Nedir gerekli şeyler? Arsa versin, alım garantisi versin, kredi temininde yardımcı olsun vb. İşte böyle böyle birçok Türkiye benzeri ülkede PPI’lar milyarlarca doları buluyor. Dünya Bankası verilerine göre, Brezilya’nın bu kapsamda 402 milyar dolar ile başı çektiği, Hindistan’ın 306 milyar dolarlık kontrat yaptığı, Rusya’nın 127, Çin’in 119, Meksika’nın 115, Arjantin’in 91 milyar dolarlık PPP proje demetine sahip oldukları anlaşılıyor. Ya Türkiye’de? Bizde bu işin tam koordinasyonu sağlanmış değil. 140’a yakın projeden söz ediliyor. Bunun 42’sinin uygulama projesi imzalanmış. 42 projenin 29’u işletmede ve kalan 13’ünün yapımına devam ediliyor. Uygulama sözleşmesi imzalanan projeler içerisinde sayı bakımından yat limanları ilk sırada. Havaalanları ve gümrük tesisleri de var. Son 3 yıllık süreç içerisinde ise 19 projeyle entegre sağlık kampüsleri en çok dikkat çekeni. Peki tutarı ne bu projelerin? Cevap sadece Dünya Bankası’nda var. 2012 sonu itibariyle 86 milyar dolarlık bir proje demeti diyor DB. Ama bunların arasında en büyüğü, 3. Havalimanı yok. O proje tek başına 35 milyar dolarlık!…
Bu projenin öncelikle, yeri sorunlu. İstanbul’un Anayasası sayılan Çevre Düzeni Planı’nda, üçüncü köprü yer almaz, üçüncü havaalanı için öngörülen bölge Silivri-Gazitepe’dir. Çevre Düzeni Planı, Kuzey ormanlarının yer aldığı bölgeye hiçbir yatırım yapılmamasını öngördüğü halde, bu bölgeye 3. Köprü, 3. havalimanı ve ne idüğü belirsiz kanal projesini imal etmiştir RTE. 7 Eylül’de kararı verilecek olan Olimpiyat 2020 için tercih İstanbul olursa, Kuzey ormanlarının iyice canına okunacaktır. Dönelim 3. Havalimanına…
Tamamlandığında dünyanın en büyük havalimanlarından biri olması hedeflenen yeni İstanbul havalimanı ihalesi 3 Mayıs 2013 tarihinde yapıldı. Limak-Kolin-Cengiz-Mapa-Kalyon Ortak Girişim Grubu İstanbul’un üçüncü havalimanını inşa etme ve 25 yıl boyunca işletme hakkını KDV hariç 22 milyar 152 milyon Avroluk bir teklifle aldı. Bu ihale ile ilgili olarak Bahçeşehir Üniversitesi araştırma kuruluşu Betam bir araştırma notu hazırladı ve şöyle bir giriş yer aldı notta; ” Bu ihale Cumhuriyet tarihinin en yüksek meblağlı ihalesi olarak kayıtlara geçerken beraberinde bu kadar büyük havalimanına gerek olup olmadığı ve aynı zamanda havalimanının özel işletme olarak kârlı olup olamayacağı tartışmasını da gündeme getirdi.” Prof. Dr. Seyfettin Gürsel’in yönettiği Betam, Konsorsiyumun altına girdiği bedeli karşılayacak kadar bir kârlılığa ulaşmasının, istikrarlı yüksek bir büyümeye bağlı olduğunu , bunun da şüphe götürdüğünü belirtiyordu. Bir o kadar önemlisi, yeni havalimanı için kiralanan 7400 hektarlık alanın aşırılığı sorgulanıyordu. Betam, Atatürk Havalimanı’nın 45 milyonluk yolcu trafiği ile 1178 hektarlık bir alanda faaliyet gösterdiğini hatırlatıyordu. Yüksek ekonomik büyümeye dayalı olarak yüksek yolcu artışı 150 milyonluk kapasiteye ulaşsa bile, ihtiyaç duyulacak alan en çok 3500 hektar olur, peki artı 3900 hektar neden tahsis edildi, sorusunu soruyordu Betam. Neden neredeyse 4 bin hektarlık fazladan arsa tahsisi? BETAM’ın sorusuna cevap geldi mi? BETAM’a sordum. Araştırmanın diğer müellifi Tuba Toru Delibaşı şu yanıtı gönderdi; “Akademisyenlerden ve çeşitli araştırma merkezlerinden araştırma notumuzla ilgili soru ve yorumlar aldık. Fakat resmi kuruluşlardan ve konsorsiyumdan herhangi bir yorum tarafımıza ulaşmadı.” Ulaşmaz. İşlerine gelmez açıklama yapmak.
AKP rejimi gibi, işi alan Konsorsiyum da kendisini “dokunulmaz” sanmaktadır. Rejimin “himayeye en mazhar” şirketlerinden oluşan Limak-Kolin-Cengiz üçlüsü, elektrik özelleştirmelerinden de büyük paylar aldılar, unutulmasın. Konsorsiyum, 10 milyona yakın tüketiciye elektrik satacak işlere girip 4 büyük bölgeyi kapatmış bulunuyor. Bunlardan en büyüğü BEDAŞ, yani İstanbul Avrupa Yakası Boğaziçi Dağıtım Şirketi ihalesi mayıs ayında yaklaşık 2 milyar dolara alındı. Aynı ay Akdeniz Elektrik işi de 550 milyon dolara alındı. Bursa ve havalisinin Uludağ Elektrik işine de 2010’da yaklaşık 1 milyar dolar vermişti aynı grup. Üçlünün Çamlı Enerji şirketine de 2010’da 260 milyon dolar karşılığı Sıvas-Tokat –Yozgat bölgesinin elektrik satış işleri verilmişti. Böylece grup, elektrik dağıtım işinde 4 bölgeyi yaklaşık 4 milyar dolara ele geçirmiş görünüyor.
Bu isimleri daha birçok devlet ihalesinde, özelleştirme bahsinde görebilirsiniz. Bu kadar nasiplenmeye karşılık RTE’ye yaptıkları son jest ise TMSF’den Çukurova’nın Akşam, Skytürk, Âlem FM medyalarını satın alarak haşmetmaapın emrine sunmaları oldu.
Demokrasilerde böyle şeyler olmaz. Böyle hesapsız kitapsız milyarlarca dolarlık alım-satımlardan hesap verilebilirlik beklenir. Bir üniversite soru soruyorsa cevap verilir. Emre amade medya alınmaz. Unutulmasın, işin ucunda Yüce Divan’a kadar gitmek var.