Abdi Güzer’in Twitter mecrasında “taklit ve sahte” kavramlarının birbirine karışmaması gerektiğini izah ettiği paylaşımı üzerine istemsizce düşüncelere giriftar olmuştum. Abdi Güzer, Mimarlık Dergisi’ndeki bir yazısında* “ kimlik değeri oluşturan bazı yapı bileşenlerinin kendi bağlamları dışında yeniden üretimlerini” de taklit olarak olarak değerlendirip “doğrudan taşımayı” sahte olarak değerlendirmişti. Bu tanımları biraz değiştirerek, konunun kendi nezdimde daha iyi anlaşılması için, konuyu “tatbik ve taklit” ayrışmasında detaylandırmaya çalıştım. Abdi Güzer’den kusûrâtımın affını diliyorum.
Çok tartışılan ama her zaman karıştırılan, kesin çizgilerle belirlenmeyen/belirlenemeyen, sorulduğunda doğrudan izah edilemeyen bu ve benzeri konularda kelimelerle tanımlamalı, sınıflandırmalı. Sınırları iyi çizilmeli. Ona atfedilen bir kelimesi olmalı. İsmi verilmeli. İsim ki; onun varlığının emaresi, hatta kanıtı olmalı. Adı konmalı başka bir deyişle.
Birbirine benzer durumlar olduğu için birbirine benzer ama içeriği birbirinden apayrı iki kelime seçildi: “tatbik” ve “taklit”.
Tatbik öğrenmenin bir yöntemi, taklit öğrenmenin engeli. Tatbik yorumlama, taklit yorumlamadan alma. Tatbik farklı alanlarda, farklı değerlerle yeniden düzenleme, taklit olduğu gibi kullanma. Tatbik öznel olanı sübjektif olarak kullanma, taklit öznel olanı başka bir özneye yapıştırma. Tatbik konsept ışığında örmek projeyi, taklit bağlamından koparmak. Tatbik tipolojileri örnek alıp yerine uygun olacak şekilde uygulamak, taklit tipolojileri ilahlaştırıp olduğu gibi kullanmak. Tatbik “mukteza-yı hale mutabık” olmak, taklit ortamı karıştırmak…
Bir projeyi, konsepti, detayı, konuyu tatbik ediyorsanız yerine uygun şekilde, projenizin bağlamı çerçevesinde tasarlarsınız. Ama taklit ediyorsanız proje yerine uymaz, bağlamı karıştırır, duvara yanaştırılamayan dolap gibi sallantıda olur. Oturaklı bir proje olmaz. Sırıtır taklit edilen, başka bir yere ait olduğunu haykırır bakan göze, bakmayı bilen göze. Çünkü her projenin bağlamı farklıdır. Bazen yerleri farklıdır. Bazen çevresi, bazen sosyal etkisi, bazen etkileme alanı… Deniz kıyısındaki taşların her birinin farklı olması gibi. Her biri aynı bölgede bile olsa her birine gelen güneş, rüzgar, dalga farklı farklıdır. Haddizatında taşların her birinin kendi yapısı, maddesi farklıdır. O yüzden her bir taş farklıdır. Hiçbiri birbirinin taklidi olmaz. Tatbik edilenler benzer olsa da…
Duvar ören kişi ustasından öğrenir duvar örmenin inceliklerini. Onun gibi yapar işini. Taşları üst üste denk getirmesi, bağlantı harcı… Devamında bir köşe dönüşü geldiğinde ustasından öğrendiği teknikle dönüşü yapar. Ustasından öğrendiğinden farklı “yeni” bir açıda dönüş olması gerektiğinde öğrendiğini yerine uygun olarak tatbik etmesi gerekir. Eğer taklit ise yaptığı, duvarı olması gerektiği gibi değil ustasının gösterdiği şekilde yapacaksa düz bir duvar çıkmaz ortaya. Eğri büğrü, yerine uygun olmayan bir duvar olur. Tatbik ediyorsa dönüşe uygun açıya getirir, açıya uygun taşı bulur ve geçişleri tam o açıya uygun yapar.
Taklit konusu düşünüldüğünde ister istemez “yeni” kavramı akla düşer. Abdi Güzer’in paylaşımında belirttiği gibi mimaride “yeni icat edilmiş” bir şey yoktur. Başka bir deyişle “sadece yeni” yoktur. “Yeni kullanım” vardır, “yeni tasarım kurguları” vardır, “yeni malzeme” vardır, “yeni imkanlar” vardır. Her şey bir öncekilerin geliştirilmiş halidir.
Konu hakkında birkaç örnek üzerinden değerlendirmek daha iyi olacaktır. İlk başta Nevzat Sayın’dan nahif bir örnek: Doğan Holding Genel Müdürlük Yapısı. Projeye başlandığında işveren “bu yapıdan bir tane de oraya yapar mısın” diyerek eski projelerinin aynısını ister. Taklidini başka bir deyişle. Nevzat Sayın’ın bu konudaki düşüncesi oldukça öğreticidir. Onun deyimiyle; “bunca zaman, biz de yeni bir şeyler öğrendik, belki daha iyisini yaparız” der. Yeni bir tasarım ortaya koyar sonuçta. Cephesi ile iç mekanı ile güncel bir proje. Yapıyı tarif edişi de o kadar naiftir Nevzat Sayın’ın; “alışkanlıkların içinden, tanıdık bir yeni.”
Kapak görselinde kullanılan projelerle taklit ve tatbik ile ilgili iki önemli örnekte sıra. Öncelikle Rize Pazar Hükümet Konağı örneği. Tam bir taklit etme örneği. Projenin bağlamından ve birbirinden kopuk birçok öğe kötü bir taklit ile bir araya getirilmiş. Tam bir “sahte eklektisizm” timsali. Karadeniz evlerinin ahşap cephe elemanlarının Hükümet Konağı yapısının belli yerlerinde betonarme yapıya kaplanan ahşap çıtalarla taklidi. Cephede orantısız çıkma denemeleri. Roma dönemini anımsatan sütunlar. Ve tüm bunların giydirme cam cephe ile mecz edilmesi…
Alman Parlamento Binası ise tatbik adına yer alıyor bu yazıda. Açıkça Norman Foster’ın en sevdiğim tasarımı. Almanya’nın ilk parlamento yapısı olma özelliği taşıyan tarihi taş binaya cam ve çelikten bir kısım eklenir. Mimar kendi diliyle yeniden yorumlayarak var olan bir formu yeni bir ek olarak sunar. Tasarımı ve kullanımıyla yeni ama eklemlenmesi ile “sanki her zaman oradaymışçasına.”
Tatbik ve taklit olmaları arasında en önemli farklardan biri de kullanılan öğenin biçiminden ziyade anlamıdır. Abdi Güzer aynı yazısında “Referans verilenin doğrudan işaretleşmiş biçiminden çok, arka planında barındırılan anlama yoğunlaşır, bunu içine taşıdığı bağlamın ortamında yeniden değerlendirir, dönüşümünü sağlar. Salt naif aktarmacılıkla sınırlı olan referanslar tasarımın asli unsurlarından bağımsız olarak eklenen, yapının tektonik varoluşu ile süreklilik kuramayan yapıştırma ögelerdir. Bu nedenle sadece sahte anlam oluşturmakla kalmaz, yapının kendi anlamının ve değerlerinin de bulanıklaşarak yok olmasına neden olurlar.” der. Hatta bu eleştiri Rize Pazar Hükümet Konağı’nı tarifler, yıllar öncesinden.
Benzer “anlam” kaygısı Şevki Vanlı’nın aynı Mimarlık Dergisi’ndeki yazısında** da vardır: “Mimarlık tarihine olabildiğince geniş bakıldığında, onu öğrenmek için görüntüleri ezberlemek yerine, o görüntüleri oluşturan unsurların nedenleri ve anlamlarıyla ilgilenildiğinde, durum çok farklıdır: Onlarla, bugün ve gelecek için üretilmiş düşünceler, tarihi bir deneyim ve bilgi birikimi olarak bellek yoluyla mimara hizmet verecek; bellek, öğelerin görüntüleri ile tasarımcıya dayatmayacaktır.”
Tatbik konusunda en çok tekrarlanan örneklerden biri de Türk Evleridir. Tarihi ahşap konut yapıları. Bu yapılar belli unsur ve malzemelerin farklı coğrafyalarda bir araya getirilmesi ile yinelenir, zenginleşir. Anadolu’dan Trakya’ya her bir köşesinde taş ve ahşap ana yapı malzemeleriyle bağdadi üzerine kerpiç veya horasan harcıyla tekrarlanır Türk Evleri. Çıkma, cumba kullanımları, balkonları, pencere oranları, cihannümaları, merdivenleri, plan tipolojileri, bahçeleri, füruşları – eli böğründeleri – payandaları… farklı coğrafyalarda, farklı ikim özelliklerinde, farklı manzaralarda, farklı sokaklarda, farklı kullanıcılarda alternatifli uygulamalarıyla zenginlik kazanır. Aynı sokakta yan yana olan ahşap yapılarda da farklı kombinasyon oluşturulmuştur. En basit örnekleriyle kırsal bölgelerde, köylerde pencereler çok daha küçük olurken zengin bir aileye ait konak yapısında pencereler normal oranlarından çok daha büyük kullanılır. Deniz kıyısı olan şehirlerde cihannüma fazlaca kullanılır ve çeşitlenir. Dar sokaklarda cumbalar özelleşir. Parsele ve kullanıcı ihtiyaçlarına göre plan tipolojileri gelişmişken aynı plan tipolojisi daha küçük parsellerde küçük oranlarda, daha büyük parsellerde büyük oranlarda ve daha farklı kullanım alanları çıkartacak şekilde tatbik edilir. Kısacası “Türk Evi” tatbik konusunda güzel bir örnektir.
“Türk Evi”nin betonarme ile tekrar edilmesi ahşap konutlardaki gibi tatbik değil taklit olur. Çünkü betonarmenin farklı şartları ve imkanları vardır. Betonarmenin sağladığı imkanları kullanamayıp döşeme kalınlığı, kiriş yüksekliği gibi zorunlulukları sağlayarak “Türk Evi”ne benzer bir yapı yapmak bağlamından kopuk ve oranları bozulmuş bir sonuç ortaya çıkartır. Ucuz taklitten öte olmaz. Bunların yanında “Türk Evi” formunun tekrarı da kendi içinde problemli bir taklit örneğidir. Abdi Güzer’in dediği gibi “biçiminden çok, arka planında barındırılan anlama yoğunlaş”mak değildir sonuç ürün. Biçimin sorgusuz taklididir. Biçimi oluşturan kültürel ve sosyal çevre ile ilgisi olmaz, ruhunu yansıtmaz.
Taklit yapılmadan tatbik edilmesindeki önemli bir adım da “zaman”dır. Zamanın sürekli hareketi değişimi zorunlu kıldığı, geçmiş zamanın bugüne güncelleştiği gibi mimari de, tasarım da güncelleşir. Geçmiş zamanın mimari ve tasarımlarına bugüne “olduğu gibi” taşımak yerine bugünün dili ile yoğurarak tatbik etmek zamana uymaktır. Zamana ayak uydurmak konusunda bazı markaların güncellenen logoları en iyi örnekler.
Kısacası belki hiçbir tasarım her şeyiyle “yeni” olamaz ama çevre etkisi ile, coğrafya farklılıkları ile, mekanın ruhu ile, malzeme çeşitliliği ile, mimarın kendince yorumlaması ile, zamanın önlenemez değişimi ile “kopya” olamaz, olmamalı.
* Mimarlık Dergisi 333. Sayısında (ocak, şubat 2007) “Mimarlıkta Gerçekle Taklidin Sınırları” yazısı
http://www.mimarlikdergisi.com/index.cfm?sayfa=mimarlik&DergiSayi=51&RecID=1254
** Mimarlık Dergisi 333. Sayısında (ocak, şubat 2007) “Daha İyisi Yapılamaz Saplantısı: Tarihte Kültürel Ortaklık ve Taklit Üzerine Düşünceler” yazısı
http://www.mimarlikdergisi.com/index.cfm?sayfa=mimarlik&DergiSayi=51&RecID=1255
8 yorum
faruk sen nasıl inanıyorsun bu tatbit taklit fiyaskosuna,daha iki kelimenin ayırımını bile yapamamışlar.hiçbir anlamı olmayan zaman kaybı bir makale olmuş sana yakıştıramadım bu insanlara yer vermeni.
Alper, bunlar benim görüşlerim zaten. Kendimce düşüncelerim diyelim daha çok. İlgilenip vakit ayırdığın için sağ ol yine de.
Alper bey rahmet okuttunuz bana, yorumlarınız dehşetli ve çok güzel:)))
Demek ki doğru yoldayız 🙂
azat dehşet verici yorumlarını artık göremiyoruz buraları boş bırakma.artık arkiterayı çöplüğe çeviren aynı ünlü ofislerin kişiliği olmayan tısırımlarından midemiz bulanıyor.inan şu 2 aydır açıklanmaya iztuzunun projesini bekliyorum bidahada arkiteraya gireceğimi sanmıyorum.
Başkan yoruldum valla. Hakkımda sinirli, küfürbaz, deli falan yazdılar. Dün bunu diyenlerin bugün sigortaları patlıyor. Hem de aynı konularda. Hatta benim de tartıştığım oyuncakçıyla bile bulup kavga ettiler. Yarışmalara da artık cinnet geçiriyorlar. Dalga geçip algı yaratacaklarına, yayınlarımı yasaklayacaklarına ve çocuk korkutur gibi tehditler savuracaklarına aylar önce keşke bir kere olsun haklı deselerdi.
faruk sonuna kadar arkandayız devam et.