Thorvald Steen’in İstanbul’u

Osmanlı tarihi ve günümüz Türkiyesi hakkında da araştırmalar yapan Thorvald Steen, Norveç'de Türkiye uzmanı olarak da tanınıyor, birçok Norveçli İstanbul ve Türkiye'yi Steen'in gözünden öğreniyor.

Bunca yıldır kendimi kısa süreliğine uğramış bir misafir gibi gördüğüm için, Norveç’in edebî hayatıyla pek ilgilenmedim. İlk Thorvald Steen kitabımı okumam bu sebepten uzun zaman aldı sanırım. Dokuz yıldır yaşadığım Trondheim ile iki yaşından beri ait olduğum İstanbul şehirlerinin tarihte bir bağlantısı olabileceği, Steen ve kitaplarıyla tanışıncaya kadar aklıma gelmemişti. Ayrıca nasıl olur da bir Norveçli İstanbul’u neredeyse benim kadar sever ve birçok gerçeği bir İstanbullu’dan daha iyi bilebilirdi?

Kral Sigurd’un peşinden İstanbul’a

1994 yılında Norveç’in Lillehamar şehrinde düzenlenen kış olimpiyatlarını takip eden Steen,  11. yüzyıl başında yaşamış Viking kralı Sigurd’un Norveç kimliği üzerinde ne kadar büyük bir etkisi olduğunu farketmiş ve kral Sigurd Jorsalfar hakkında araştırma yapmaya başlamış. Bu konuyla ilgili sohbet ettiği Arjantinli gazeteci yazar Maria Esther Varguez sayesinde bu araştırmaya Sigurd’un 1111 yılında İstanbul’a yaptığı seyehatle başlaması gerektiğini farketmiş.

Bu araştırmalarda Steen’i en etkileyen hikaye şöyle: Haçlı orduları komutanı, Norveç kralı Sigurd, 60 gemilik ordusuyla Kudüs’e gidip Hz. İsa’nın haçından koparılan bir parçayı söz verdiği üzere Aziz Olav’ın mezarının bulunduğu Nidaros (bugünkü Trondheim) Katedraline götürmek amacıyla ülkesine dönerken, Haçlı ordusu müttefiki Bizans İmparatorluğu’nun başkenti Konstantinapol’e uğrar. Burada Sigurd’u en çok şaşırtan; devlet dininin hıristiyanlık olmasına karşın, müslüman ve yahudilerin de rahatça ibadet edebiyor olması ve devlet dilinin Yunanca olmasına rağmen Norveççe ve Türkçe de dahil bir çok dilin konuşuluyor olmasıymış. Ayrıca bu şehirde ordu ve saray dahil her yerde farklı renk ve ırktan insanların beraber yaşıyor ve çalışıyor olması da iyice kafasını karıştırmış.

O zamanlar köktendinci Haçlı orduları Hıristiyanlık adına önlerine çıkan başka dine mensup herkesi, din değiştirmek isteyip istemediklerini bile sormadan kılıçtan geçirirken, karşılaştığı bu tablo Sigurd’u inancıyla ilgili şüphelere düşürmüş. Ne uğruna savaşıp adam öldürdüğünü sorgulamaya başlamış ve Norveç’e tek bir gemi ile geri döndüğünde Kral Sigurd artık bambaşka bir insanmış. Öyle ki, söz verdiği halde kutsal emaneti Nidaros’a götürmemiş.

Konstantinapol’de Norveç kralını etkileyen diğer sebepse; kendisine mihmandar olarak verilen Müslüman Türk kızı Emine Arslan’a hissettiği aşk olmuş. Yazar bu hikayeyi Konstantinapol romanı ve Nidaros (2013) isimli tiyatro oyununda anlatıyor.

Steen bir çok kitap ve seminerlerinde güçlü ve ihtişamlı Bizans İmparatorluğu’nun başkenti olan Konstantinapol’ün aynı zamanda edebiyat, sanat ve bilimde de dünya lideri olmasına da dikkat çekiyor. Sigurd’un İstanbul’da kaldığı 12. yüzyıl başlarında İstanbul’da  Mısırlı cerrahlar ameliyatlar yapıyor, üniversitelerde Platon, Sokrat ve Aristoteles okutuluyor ve hatta insanlar çatal bıçak kullanarak yemek yiyorlarmış. Norveç kralını da derinden etkileyen bu şehrin Dünya’daki en önemli yerlerden biri olduğunu ve bugünkü Norveç kültürü üzerinde büyük bir etkisi olduğunu söyleyen Steen, Napolyon’un “Eğer Dünya tek bir ülke olsaydı, başkenti İstanbul olurdu” ve Jorge Luis Borges’in “Şüphesiz ki tarihteki büyük bağlantıları kavrayabilmek için İstanbul’u araştırmalıyız” sözlerini bu tezine referans gösteriyor.

Sanırım Steen bugün insan hakları ve hoşgörü kurallarını en iyi şekilde uygulamakta olan Norveç yasaları ve kültürünün Sigurd’dan, dolayısıyla İstanbul’dan etkilendiğini söylüyor. Gerçekten de, İstanbul’un Norveç’le olan tarihsel bağlantıları son zamanlarda ülkede daha çok gündeme gelir oldu. Bu yılki Trondheim Kültür Festivali’nin ana konusu İstanbul idi ve Steen bu festivalde İstanbul hakkında dört seminer verdi.  Ayrıca müze olarak da işlev gören tarihi bir müzik okulu (Ringe Museum) yaz boyunca Norveç milli bayramı 17 Mayıs’ın geleneksel bandosunun Mehter Takımı’yla olan benzerliklerini anlatan bir sergi sunuyor.

Ne var ki 1204 yılında İstanbul’un kütüphaneleri ve tarihi eserlerinin Haçlı ordusu tarafından yağmalanıp yakılması sonucu günümüze bu dönemden çok az bilgi ve belge kalmış. Steen bu yağmalama sonucu yok olan kitap ve eserlerin Dünya tarihi için deçok önemli bir kayıp olduğunu düşünüyor.

Steen ilk defa Norveç Yazarlar Birliği başkanı ve PEN üyesi olarak 1996 yılında geldiği İstanbul’a sonraları da birçok kere daha ziyaretler ve gezilerde bulunmuş, Mehmet Uzun, Ragıp Zarakolu, İshak Alaton, Ahmet Altan, Oral Çalışlar ve Gül Demir gibi birçok arkadaş edinmiş kendisine. İstanbul’un kendisi için çok özel bir yeri olduğunu söyleyen Steen, İstanbul’da olduğu zamanlar Asmalımescit’teki Yakup 2 meyhanesinin müdavimi,  Sultanahmet’deki Oran lokantasında ise kendine ait bir masası var.

Selahaddin Eyyub

Kendini hiçbir dine yakın hissetmediğini ve bütün dinleri aynı değerde gördüğünü söyleyen Steen birçok kitabında dinler arasındaki etkileşimleri ve dialogları işliyor. İslam dinini tarih boyunca kendinden önce hüküm sürmüş Musevilik ve Hıristiyanlık dinlerini bastıran değil, onların mirasçısı olarak algılandığını söyleyen yazarı etkilemiş diğer bir tarihsel karakterse, Müslüman orduları kumandanı barışçı ve bağışlayıcı Selahaddin Eyyubi.

Dante’nin İlahi Komedya’sında cennete girecek tek müslüman diye söz ettiği Eyyubi, Steen’in Aslan Yürek, Tozkoparan ve Çöl Fırtınaları eserlerinin başkahramanı. Yazar, Kudüs’ü Hıristiyanlardan geri alırken hiç bir intikam duygusu gütmeyen ve şehirdeki herkese dinlerini ve kültürlerini özgürce yaşamalarına izin veren Eyyubi’yi Avrupalılar’a tanıtmak istediğini, zira savaşların ve terörün bitmek bilmediği günümüzde Eyyubi’nin hoşgörü anlayışının çağın liderlerine örnek olması gerektiğini düşünüyor

Steen’in gözünden Türkiye

İstanbul’u bu kadar yakından tanıyıp, kendisini Türkiye tarihinden uzak tutması neredeyse imkansız Thorvald Steen’in. İstanbul’un yanında Osmanlı tarihi ve günümüz Türkiyesi hakkında da araştırmalar yapan yazar, Norveç’de Türkiye uzmanı olarak da tanınıyor. Her yıl çeşitli vesilelerle verdiği seminerlerde Norveçlilere İstanbul ve Türkiye’yi anlatıyor ve birçok Norveçli bizi Steen’in gözünden öğreniyor.

Okuyucuya keyifle birlikte bilgi vermenin ve konuya merak uyandırıp daha fazla araştırılmasını sağlamanın da önemli olduğunu düşünen Steen, tarihi ezberinden ve masalımsı bir dille anlatıyor ve hikayenin Norveç kültürüyle ve günümüzde yaşananlarla olan bağlantılarını öne çıkartıyor. Norveç’te “modern destan anlatıcısı” olarak tanınan Steen, bu sıfatı boşuna almamış. Bin yıl önce kendilerinden 4000 km uzakta yaşananları anlattığı Norveçliler kendisini hiç sıkılmadan ve büyük bir merakla dinliyor ve İstanbul’u daha yakından tanımak için Thorvald Steen’in İstanbul gezilerine katılıyor.

Steen’in İstanbul ve Türkiye’yi Norveçlilere anlatırken öne çıkardığı ya da altını çizdiği bazı noktalar şunlar: Kral Konstantin’in Bizans başkentini Roma’dan İstanbul’a neden ve nasıl taşıdığı, 1500 yıl evvel Ayasofya gibi bir camiinin inşa edilebilmiş olması, Sultanahmet’de birkaç kilometre karelik alanda bu kadar çok önemli ve tarihi yapının birarada bulunması, Atatürk’ün kaşları ve bakışları, Mimar Sinan’ın bir çok eserini Aya Sofya kilisesini model alarak yapması, Haremin aslında entelektüel ve Avrupai bir yer olduğu, Osmanlı kelimesinin Norveççede doğru söylenişinin İngilizceden türetildiği gibi Ottomanske değil, Osmanske olduğu, lale çiçeğinin Hollanda’ya Topkapı Sarayı’nın bahçesinden gitmesi ve yüzyıllar boyunca Afrika, Asya ve Avrupa’nın birleşme noktası, ve edebiyat, tarih ve doğabilimi için tinsel bir merkez olmuş İstanbul’un bu özelliklerinden hala izler taşımakta olduğu.

Steen’in detaylı bir şekilde anlattığı diğer bir konu ise; Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliği konusu: Steen’e göre Türkiye’nin AB’ye üye olamamasına sebep gösterilen, ekonomik, coğrafik ve dinsel nedenler anlamsız çünkü zaten Avrupa Birliği ülkelerinde yaşayan milyonlarca Müslüman var, Kıbrıs Avrupa sınırlarında değil ve Yunanistan gibi ekonomisi bozuk birçok Avrupa ülkesi var. Yalnız, Türkiye’de medya ve ifade özgürlüğünün olmamasının AB üyeliğine büyük bir engel olduğunu vurguluyor.

Ayrıca Steen’e göre Türkiye Osmanlı’dan beri kültürel olarak kendisini hep Avrupa’ya yakın görüyordu. Osmanlı’nın kendine başkent olarak Bursa, Edirne ve İstanbul gibi Avrupa’ya yakın şehirleri seçmesi, padişahların Avrupa kökenli görsel sanatlara düşkünlüğü, danışman ve mimarların Avrupalılardan seçilmesi,  saraydaki Avrupalı kadınlar, denizciliğin gelişmiş olması ve Avrupa teknolojilerinin ülkeye getirilmesini bu fikrine dayanak olarak gösteriyor.

İki söyleşi, beş seminer ve üç kitap Thorvald Steen’i  yeteri kadar tanıyıp anlatmama yeter mi bilmem ama, Norveçli bir İstanbul severin yorumuyla anlatılan hikayelerin tüm  İstanbulluları cezbedeceğine eminim. 

Etiketler

Bir yanıt yazın