Prof. Dr. Ethem Gönenç’le Kanal İstanbul’u konuştuk. Projenin Marmara’yı bataklığa çevireceğini anlatan Gönenç, İstanbul’un yeni projeleri kaldıramayacağına dikkat çekiyor.
Başbakan Tayyip Erdoğan’ın “Çılgın bir projem var” çıkışının üzerine gündeme gelen ve tartışmalara neden olan Kanal İstanbul projesiyle ilgili çalışmalar devam ediyor. Ancak içeriği müphem bazı haberler dışında, çalışmaların durumuna dair herhangi bir bilgi kamuoyuna yansımış değil.
Bugüne kadar projenin İstanbul’un nüfusuna, ekolojik dengelere ve doğaya dönük pek çok olumsuz etkisi olacağı çeşitli yerlerde gündeme getirildi.
Projenin Marmara Denizi ve İstanbul’un ekolojisine dönük olası etkilerini, İstanbul Teknik Üniversitesi’nden Prof. Dr. Ethem Gönenç’e sorduk.
Kanal İstanbul için bilim insanları yaptıkları değerlendirmelerde bunun bir felaket olacağını söylüyorlar ancak projeyi yapanlar bu uyarılara aldırmadan devam ediyorlar. Bu proje Marmara Denizi’ni nasıl etkileyecek?
İstanbul Boğazı ve Marmara ile ilgili ilk çalışmalar, 1910’lu yıllarda Rus bilim insanları tarafından yapıldı. İlk defa onların yaptığı çalışmalarla öğrendik ki, İstanbul Boğazı boyunca üst üste binmiş iki nehirden bahsediyoruz. Marmara nehri Karadeniz’e alttan giderken ve boşalırken, üstten de Karadeniz nehri Marmara Denizi’ne geliyor. Marmara Denizi bu karışma nedeniyle bir miktar tuzu azalarak gidiyor, Karadeniz üstten Marmara’ya akarken onun da tuzluluğu artıyor.
Boğaz boyunca, bizim yıllardır yaptığımız ölçümler gösteriyor ki üst tabaka, su özellikleri açısından kritik özellikler taşıyor. Çünkü yıllar ve yıllar boyunca Tuna Nehri vasıtasıyla Avrupa’nın aşağı yukarı yarısını, tüm atık sularını toplayan her türlü kirletici madde Karadeniz’de izlediği yolla, olduğu gibi Boğazlar yoluyla Marmara Denizi’ne gidiyor. Ama Boğaz boyunca baktığımız zaman, Karadeniz’in Marmara’ya akmasını zaman zaman kontrol eden mekanizmalar var.
Bunlardan bir tanesi rüzgar ve bu rüzgarın Marmara Denizi’nde yaptığı su yükselmesi. Şöyle söylemek lazım, lodos sonbaharda çok eser ve Marmara Denizi’nin suyunu Boğaz’lara doğru iter. Ne kadar büyük dalgalanmalar oluyor görüyoruz zaten. İşte bu itme nedeniyle bu lodoslu havalarda Karadeniz’in suyu içeriye giremez. Boğazlar büyük ölçüde Marmara suyundan ibaret olur.
Bazı dönemlerde de Karadeniz’deki su seviyesinin düşmesi nedeniyle akış durur. Bir de, gene bu akışları kontrol eden Boğaz’ın altında “eşik” diye tabir ettiğimiz iki tane yükselti var. Bunlardan bir tanesi Kabataş’tan Üsküdar’a gelen hat üzerinde, bir tanesi de Boğaz’ın Karadeniz’e çıkışından hemen sonra. Bu iki tepe de doğal engeller. Her ne kadar Karadeniz’den Marmara’ya doğru besi maddesi sürekli hareket ediyor idiyse de bunları kontrol edici mekanizmalar söz konusu.
Yine Marmara Denizi’ne su boşaltan bütün nehirleri, bu suların kalitesini, kirlilik oranlarını her şeyi biliyoruz. Bunlarla model çalışması yaptığımız zaman görüyoruz ki, gerekli önlemler alınmazsa ve çalışmalar yapılmazsa Marmara Denizi’ni uzun yıllar (100’lü sayılardan bahsediyorum) bu haliyle tutmak mümkün gözükmüyor. Daha İstanbul Kanal projesi yok ortada, bu halinden bahsediyorum.
Şu an bile bu durum aynen böyle sürdüğü müddetçe, önlem alınmaz ise Marmara’nın kalıcılığı çok şüpheli.
Bunu, Marmara Denizi’nde yaptığımız binlerce ölçümün sonucundan çıkartıyoruz. Biz biliyoruz ki; 100-150 metre civarına indiğimiz zaman oksijen miktarı sıfıra yaklaşıyor. Oksijensiz su demek, aynen Karadeniz’de gördüğünüz gibi, ekolojik yaşamın olmadığı, hiç bir canlının üremediği, çeşitli koku verici gazların çıktığı, istikbali bataklık olan bir yer demektir. Dolayısıyla Marmara Denizi için mevcut haliyle bile şimdiki durumu koruyabilmek mümkün gözükmüyor.
Son yıllarda Tuna Nehri’nde kirlenmenin bir miktar azaldığını biliyoruz. Fakat yine de yılların birikimiyle Tuna’dan gelen, Karadeniz’den dönen suyun azot ve fosfor açısından zengin bol miktarda besi maddesi taşıdığını biliyoruz. Bu maddeler sayesinde yaşayan ve üreyen plankton dediğimiz organizmalar var. Bu planktonlar Marmara Denizi’ne girdiği zaman, görece hareketsiz bir ortamla karşılaşıyor ve aşağı çöküyorlar. Böylece başka organizmalar için besin maddesine dönüşüyorlar. Ancak bunu yaparken sürekli oksijenin tüketiyorlar ve Marmara Denizi’nin alt tabakalarına doğru oksijen azalmasına sebep oluyorlar.
İşte biz zaten Karadeniz’in gelen suların etkilerinden rahatsızken buna bir de Kanal İstanbul gibi bir proje ile saniyede binlerce metreküp suyun Marmara’ya boşalması eklenecek. Yani, çok daha fazla besi maddesinin bu kanal üzerinden girmesine neden olunacak.
Yani tamamen oksijensiz mi kalacak?
Mevcut miktarın iki katından fazla besi maddesinin Marmara’ya girmesi demek, oksijensiz ortam derinliğinin çok daha yukarılara çıkması demek olacaktır. Oksijensiz, havasız, kokan, rengi siyahlaşmış, bataklık suyu gibi bir suyu çok daha yukarılarda göreceğiz. Marmara kısa süre içinde havasızlıktan boğulan bir deniz haline gelecek.
Projeyle ilgili bilimsel çalışma yok
Kanal projesinin detaylarını çok bilmiyoruz ama etrafında çok büyük yerleşimlerin olacağını biliyoruz, tahmin edebiliyoruz. Bunlar da kirlenme açısından büyük bir yük demek ve bu yükü Marmara Denizi asla ve asla taşıyamaz. Bir de buna iklim değişikliklerini ve önümüzdeki yıllarda görülmesin beklenen yağış azalmaları ve sıcaklık artışlarını ekleyin.
Buna özetle “Marmara Denizi bataklık olacak” diyoruz. Daha bilimsel açıklama yapabilmek için en önemli iş, bizim daha önce yaptığımız üç boyutlu matematik modellerle, İstanbul Kanalı’nın etkilerinin ne olduğunu mutlaka ve mutlaka araştırılmasıdır. Ama maalesef proje ile alakalı hiçbir yerde bilimsel araştırma bulamıyoruz. Projenin ayrıntılarını bilmiyoruz. Bize yansıtılan, yaklaşık 25 metre derinlikte bir kanal yapılacağı, genişliklerin yer yer 500 metre ulaşacağı, yer yer 100 metrede kalacağı yönünde. Buna göre kaba hesap yaptığımızda az önce söylediğim sonuçlar gayet açık şekilde ortaya çıkıyor
Su havzaları da zarar görecek
Projenin bir diğer olumsuz etkisi kara ekosistemine dönük olacak. Kanalın bir ucu Istıranca ve Terkos Havzalarına uzanıyor. Bir su havzasını ortadan bölerseniz havza bundan fevkalade etkilenir. Gerek Istıranca’nın gerek Terkos’un beslenme suyu miktarlarında müthiş değişimler olur. Sonuç olarak proje İstanbul’un en önemli su kaynaklarını etkileyecek. Bu etkiler çok iyi araştırılmadan, karada bilimsel araştırma yapmadan asla böyle bir projeye başlamamak gerekir. Proje, İstanbul’da önümüzdeki on yıllar için su açığına sebep olacak.
Projenin bir diğer yönü, etrafında yaratacağı yeni yerleşim alanları ile İstanbul’un nüfusunu artırması. Ben İstanbul’un bütün altyapı master planını yapan bir insan olarak söylüyorum, bizim 2040’lı yıllar için İstanbul’la ilgili nüfus tahminimiz yaklaşık 20 milyondur. Yani önümüzdeki 40 yıl için tüm su ve atık su miktarları buna göre planlandı ve buna göre yatırımlar önerildi. İSKİ, yatırımlarını bu tahmine göre yapıyor ve sürdürüyor.
Yeni projelerle İstanbul’un nüfusunun 20 milyona çok daha erken ulaşması söz konusu olacak. Ne su kaynakları ne de arazi bunu kaldırmaya uygun. Zaten 3. Köprü ve bağlantılı yollar ile İstanbul’un ciğeri olan ormanları yok ediyoruz. Zaten havaalanı projesi ile Terkos Havzası’nı ve çevresini etkiliyoruz, bir de İstanbul Kanal Projesi eklendiği zaman 50 yıl sonraki İstanbul’u düşünmek istemiyorum.
Projeye dair Panama ve Süveyş benzetmeleri yapılıyor, bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Asla aynı şey değil. İstanbul Boğazı’nın ve Boğazlar sisteminin dünyada bir benzeri daha yok.
Bu karşılaştırmalar yanlış. Bunların deniz özellikleri Karadeniz ve Marmara’nın deniz özelliklerine hiçbir şekilde uyum sağlamaz. Bu ancak basit seviyede, düşük seviyede konuşanların yaptıkları karşılaştırma. Bunu bütün dünyaya sorabilirsiniz, aralarında karşılaştırma yapılamaz.
“Kanal İstanbul projesi ile ilgili bir takım görsel malzeme dışında hiç bir yerde doğru dürüst bilgi bulamıyoruz. Konuyla ilgili iletişim çabalarımız da yanıtsız kalıyor. Oysa biz, uluslararası açık ve geniş katılımlı bir konferansı organize etmeye hazırız. Bunu açıkçası hem ODTÜ hem de İstanbul Üniversitesi’nin ilgili birimleri adına söylüyorum. Ama böyle bir toplantının gerçekten yararlı olabilmesi için kamu kuruluşlarının, bakanlıklarımızın bu toplantılara katılıp, önderlik edip önce projeyi tam anlamıyla anlatmaları lazım. Bilimsel çalışmaları bize göstermeleri lazım ki, bu toplantıya katılan diğer bilim adamları proje hakkında fikir sahibi olup eleştiri yapabilsinler. Ancak ne yazık ki biz hiç böyle bir tutum görmüyoruz.”
“Büyükşehir Belediyesi’nde çalışan yüzlerce insanın, aylarca ve yıllarca çalışarak yaptıkları İstanbul’un geleceği ile ilgili imar planlarında ne bu nüfuslar öngörülmüştür ne de projeler mevcuttur. O zaman insana sorarlar: İstanbul Büyükşehir Belediyesi neden yaptı bu planlamaları? Neden buna göre nüfus planlaması yaptı? Buna göre neresi yerleşim yeri olacak, neresi ticaret yeri olacak?
“İmar planlarına baktığımızda, İstanbul’un kuzey kesiminin tamamen yerleşimlerden uzak bir yer halinde muhafaza edilmesi, korunması gerekir. Oysa bir bakıyoruz aylarca, yıllarca hazırlanmış planın dışında üç tane proje çıkıyor karşımıza. Bu tamamen imar planlarına aykırıdır. Yıllarca üzerinde çalışılmış, onaylanmış çalışmalar çöpe atılmış durumdadır.
“Maalesef halkın temsilcisi olarak seçilmiş İBB Başkanımız buna halk adına itiraz etmiyor. Halbuki o halkın seçilmiş insanı. Sorulması gereken, karar vermesi gereken kişilerden en önemlisi.”