Ben küçükken annem, balkonumuzun önündeki iki ağacı ‘manzarayı’ görmesine engel olduğu gerekçesiyle mütemadiyen budardı -neredeyse köküne kadar- ve o zavallı ağaçlar hiç bir zaman dallanıp, budaklanamazlardı.
Oysa sahip olduğumuz tek manzara o ağaçlardı.
Ağaçlardan daha iyi niyetli canlılar biliyor musunuz?
Şimdi yaşadığım yerin çok yakınında bir bölgede günde 8-10 bin tane ağaç kesiliyor. Hızla ve hiç ara verilmeden. Her gün!
Bütün bir orman, ağaçlar, ekosistem budanacak, on binlerce canlı yok edilecek ve birileri yerine ‘şahane’ bir manzara koyacak.
Yollar, köprüler, binalar, insanlar, insanlar ve insanlar… Hayal edin!
Kuzey ormanlarının en az üçte biri yok olacak, içme suyu havzalarımız daha da kirlenecek, oksijenimiz giderek azalacak, kentimizin su sorunu ağırlaşacak…
Ama ne gam? Durmak yok, yola devam…
29 Mayıs 2013 sabahı, hiç bir üst ölçekli plan kararına uygun olmayan; İstanbulluların yaşamsal gereksinimleri ile uzaktan yakından ilgisi bulunmayan; gelecekte temiz havaya suya ve toprağa erişmemizi imkânsız kılacak 3. Köprü projesinin temeli, Başbakan tarafından bir fetih havasında atıldı.
Böylece bir dünya, doğa ve kültür mirası olarak ilan ve tescil edilmesi gereken; 1. dereceden doğal sit alanı olan Boğaziçi hızla, büyük bir imar kirliliği ve rant sömürüsünün tehdidi altına girdi.
Hakkında açılmış onlarca itiraz ve yürütmeyi durdurma davası varken ihalesi yapılan ve temeli atılan 3. Köprü projesi, hukuk dışı biçimde yürütülmekte, tüm İstanbul’un yaşam kaynaklarından biri olan kuzey ormanlarına ve su havzalarına yönelik bir katliam gerçekleştirilmekte.
Köprü ayaklarında ve güzergâhında daha şimdiden yüzbinlerce ağaç kesildi ve kesilmeye devam ediyor.
1 Haziran’dan bu yana Belgrad Ormanı’nda en iyimser tahminle her gün en az 8-10 bin ağaç kesiliyor… İki yüz ayrı bölgede ağaç kesimi yapıldığını söylüyor konunun takipçisi STK’lar. “Bu işin yüklenicisi olan taşeron firma ya da firmalar üçer dörder kişilik gruplarla iki yüz ayrı noktada ağaç kesiyorlar. Bunlar ağacı kesiyorlar, buduyor ve kamyonlarla taşıyarak istif bölgesine götürüyorlar… Bir ekibin her gün ortalama 50 ağaç kestiğini hesap edin…” diyorlar.
Bütün bunlar olurken, muhalefet partileri ve projeye şerh koyanlar köprünün adının ne olacağına kafa yoruyor!
Yine bütün bunlar olurken, bir kaç gün önce köprünün ‘yanlış güzergâhta seyrettiği’ haberlerini alıyoruz.
Ardından, Ulaştırma Bakanı “Sonradan fark edilen göç yolları ve su havzaları gibi ufak tefek problemlerden dolayı projede ‘hafif’ sapmaların olduğunu ve bunların ‘projeye işlenmesi’ gerektiğini, bütün sorunun da bundan ibaret olduğunu belirterek yüreğimize su serpiyor.
Yaklaşık iki buçuk milyon ağacın kesilmesinin planlandığını biliyorduk. Bakanın sözünü ettiği ‘hafif’ sapmaları da hesaplarsak eğer 3. Köprü yapılırsa nasıl bir doğa katliamına vesile olacağını siz hesaplayın.
Ama elbette sorun ‘bir kaç ağaç’ meselesi değil.
Sorun ‘bir kaç milyon ağaç’ meselesi de değil. “İki milyon ağaç kesilebilir ama biz onun beş katını dikeriz,” diyen Sayın Bakan; bir ağaç asla ve yalnızca bir ağaç değildir… Bir orman da yalnızca ağaçlardan ibaret değildir.
Ağacı kesiyorsunuz ama ağacın dışında orada yaşayan on binlerce canlı türü var. Bilim insanları diyor ki; bir tane kuru ağacın gövdesinde on bine yakın gözle göremediğimiz canlı türü yaşıyor.
Bunların her biri, diğerine ‘ortak yaşam’ bağlarıyla bağlı; doğru konfigürasyonda bir araya gelmezlerse hayatta kalamaz ve üreyemezler. Bütün bunları tahrip ettiğinizde yeniden oluşmaları yüzlerce yıl alacak.
Ormanda yaşayan karacalar, tavşanlar, kanatlılar, mantarlar, binlerce farklı bitki, hepsi, her şey… Dünyayı döndüren küçük şeyler…
“Orman eviniz gibidir, ona evinize baktığınız gibi bakmanız gerekir,” diyen Sayın Vali (Mutlu) orman sizin ‘eviniz’ değildir!
Evinize girer gibi ormana giremezsin. Girerseniz bozarsınız, bütün bir ekosisteme zarar verirsiniz. Geleceğimize zarar verirsiniz.
Sayın iktidar sahipleri, yetkililer, kanun yapanlar ve uygulayanlar, her konunun uzmanları, en bilenler; bütün bunları kavramaktan ‘acizseniz’ en azından bu trajedinin farkında olan sıradan insanlara bir kulak verin?
Bunu sadece bir iktidar sorunu, bir rant paylaşma, bir yangından mal kaçırma, bir ‘ben yaptım oldu!’ sorunu olarak görmeyin?
Bu kadar büyük projede güzergâh değişikliği yapım sırasında ortaya çıkar mı?
Bütün bunları böyle fütursuzca eyleme yetkisini size kim veriyor? Bu yetkiyi veren kanun nerede yazılı? Bu ‘hukusuzluk destanı’nı kim yazmış?
3. Köprü Projesi -diğer her şeyin yanında- neden bir ‘hukuksuzluk destanı’dır hatırlayalım…
Çünkü:
ÇED raporu (Çevre Değerlendirme Raporu) yok!
ÇED raporu söz konusu olduğunda proje alanının florası, faunası, jeolijisi, iklimi, merkezi, çevresi, yapılması düşünülen projenin tüm bunlara olası olumsuz etkileri hepsi değerlendirilmek zorunda.
Eğer olsaydı şimdi Ulaştırma Bakanı çıkıp “göç yollarına denk geliyordu, su havzaları güzergâhında olduğunu fark ettik, o yüzden değişiklik yapılacak v.s.” diyemeyecekti Çünkü zaten ÇED raporunu içinde bunlar yer alacaktı ve o zaman da yapılma izni zaten çıkmayacaktı.
Eğer olsaydı misal biz “İstanbul, Avrupa’nın üçüncü en önemli kuş göç yollarına ev sahipliği yapıyor. Süzülen kuş türü sayısı 30’un üzerinde ve leylekler hariç bunların tamamı yırtıcı kuş türleri… Her yıl yüzbinlerce kuş bu alandan süzülerek göç ediyor…” bilgisine sahip olacaktık.
Bir şehrin nazım planı en az 5-6 yılda hazırlanıyor ve pek çok uzman kurum ve kişinin bir arada çalışmasını gerektiriyor. İstanbul’un elbette AKP tarafından da hazırlanmış bir ‘Nazım Planı’ var ancak bunun içerisinde son bir kaç yıl içinde hızlıca piyasaya sürülen, 3. Köprü projesi yok, 3. Hava Alanı projesi yok. Kanal İstanbul yok…
Aksini iddia eden varsa çıkartsınlar ‘nazım planı’nı ortaya hep birlikte görelim?
Bu proje ile ilgili ‘Devlet Planlama Teşkilatı Raporu’ yok!
Orman Bakanlığı’ndan herhangi bir izin yok! Hukuki prosedürler -teminat yatırmak gibi- yerine getirilmemiş.
Bütün bunlar yok ise elimizde ne var?
Tüm bunların -eğer bir yerlerde varsa- hukuki dayanağı ne? Ulaştırma Bakanı’nın son açıklamasından ne anlamamız gerekiyor? Nedir bu söz konusu 1/5000 ve 1/1000’lik planlar? derseniz onu da avukat arkadaşım Göksun Gökçe yanıtladı:
“Herhangi bir projede iki tür plan var:
Beşbinlik plan, ‘Nazım imar planı’ dediğimiz şey. Bu plan detaylı değil, ‘anahat planı’ olarak düşünülebilir. Daha yukarıdan bakar, nerenin yeşil alan nerenin yapılaşma alanı olduğunu filan belirler. Nokta atışı yapmaz.
Nazım İmar Planı her zaman ‘uygulama imar planı’ ile birlikte gelir ki bu da ‘binlik plan’ dediğimiz şey. Detayları ve neyin nasıl konumlanacağını bu plan belirler.
Binlik plan, doğrudan o projenin somutlaştığı plandır. Eğer binlik plan yapıyorsanız, zaten göç yollarını ve su havzalarını bilerek konuşuyorsunuz demektir Zaten olması gereken ve sizden beklenen budur.
Madem İstanbul Boğazı’ndan bahsediyoruz, o zaman açıp bakmamız gereken başka kanunlar da var. Örneğin, sadece İstanbul Boğazı’na özel bir kanun var.
2960 sayılı ‘Boğaziçi Kanunu’ aslında 1983’ten beri hayatımızda.
Kanunun amacı, ilk maddede aynen şöyle açıklanıyor:
“Bu kanunun amacı; İstanbul Boğaziçi alanının kültürel ve tarihi değerlerini ve doğal güzelliklerini kamu yararı gözetilerek korumak ve geliştirmek ve bu alandaki nüfus yoğunluğunu artıracak yapılanmayı sınırlamak için uygulanacak imar mevzuatını belirlemek ve düzenlemektir.”
Üçüncü maddede de bu alandaki planların genel esaslarına değinilmiş, sadece şu kısmı bile yeterli:
“e) Boğaziçi Alanındaki yapılar bu kanun hükümlerine ve imar planları esaslarına göre yapılır, aykırı olanlar derhal yıkılır veya yıktırılır.”
Boğaz, kendisine has bir kanunla korunduğu gibi Kültür ve Tabiat Varlıkları Kanunu ile de koruma altında. Bu kanunun üçüncü maddesine 2011 yılında yeni bir bent eklendi ve ‘doğal sit’ kavramı tanımlandı. O da şu:
“‘Doğal (tabii) sit’; jeolojik devirlere ait olup, ender bulunmaları nedeniyle olağanüstü özelliklere sahip yer üstünde, yer altında veya su altında bulunan korunması gerekli alanlardır.”
Köprüye ‘kurban edilmesi’ planlanan alanın ise 1995 yılından beri ‘doğal sit’ niteliğinde olduğunu biliyoruz, zira Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu’nun buna ilişkin kararı var.
Bir yerin kültür ve tabiat varlığı -yani sit alanı- olması demek, orada ‘her istediğinizi yapamazsınız’ demek. Ama sadece o kadar da değil:
‘Doğal sit’in tanımını neden 2011’de yapılmış? Çünü aynı tarihte, bu tanımı getirirken, kanuna bir madde eklemiş ve şöyle denmiş:
“Taşınır tabiat varlıkları hariç tabiat varlıkları, doğal sit alanları ve bunlara ilişkin koruma alanları ile ilgili olarak bu Kanunda öngörülen iş, işlem ve kararlar bakımından görevli ve yetkili bakanlık, Çevre ve Şehircilik Bakanlığıdır.”
Kısacası, “Tabiatı senden öğrenecek değiliz!” diyorlar. Koruma kurulu filan hikâye, Bakanlık ne derse o olur…
Ama yine de, elimizin altında -neyse ki- hâlâ altıncı madde var. Korunacaklar arasında şu da sayılmış:
“Korunması gerekli tabiat varlıkları ile 19. yüzyıl sonuna kadar yapılmış taşınmazlar.”
Kafamızın karışmaması için özetle;
Köprü güzergâhı doğal sit alanıdır. O yüzden özellikle korunması gerekir.
Fakat AKP hükümeti 2011 yılında bir değişiklik yaparak bu alanlardaki inisiyatifi tekeline almıştır.
Bu son derece tehlikeli ve rahatsız edici bir durum olmakla birlikte, köprü güzergâhı halen ‘korunacak yerler’ arasında sayıldığı için her şey bitmiş değildir!..
Bakan “Köprü güzergahında bazı mecburi sapmalar oldu,” demiş. İnşaat, gerekli değişikliklerin plana işlenmesi için durdurulmuş. Yani önce inşaatı başlattılar şimdi de planı ona uyduracaklar.
Çünkü, 2 Mayıs 2013 itibariyle “Tabiat Varlıkları ve Doğal Sit Alanları ile Özel Çevre Koruma Bölgelerinde Bulunan Devletin Hüküm ve Tasarrufu Altındaki Yerlerin İdaresi Hakkında Yönetmelik” diye bir yönetmeliğimiz de var.
Ne olduğu birinci maddede açıkça yazıyor. Şuradan bakabilirsiniz: http://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2013/05/20130502-13.htm
O da özetle; “Devletin, elindeki tabiat alanlarından para kazanma yönetmeliği!”
Kiraya verme, işletme, tahsis filan. Zaten artık koruma kurulu filan da yok buralar için, en başında da belirttiğim gibi 2011’de doğrudan bakanlığa geçmiş karar yetkisi…”
Bu arada ‘çevresel ve hukuki değerlendirme’yi TMMOB İstanbul vaktiyle yayımlamış, buyrun 2010 tarihli ‘3. Köprü Değerlendirme Raporu’ da elinizin altında bulunsun: http://www.spoist.org/dokuman/Raporlarimiz/spoist_3.koprurapor.pdf
“…”
‘Kuzey Ormanları Savunması’ Platformu, ‘3. Köprü’ adı altında yapılan bu rant projesine, tüm bu katliama, hukuksuzluğa, usulsüzlüğe -iptal sürecinde durdurulması gereken bir inşaat projesinin hâlâ devam ediyor olmasına- ağaç katliamına karşı dün suç duyurusunda bulundu.
Ondan önceki gün, Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi suç duyurusunda bulunmuştu.
Dün Başbakan Kastamonu’da halka seslenmiş: “Tencere tavacıları yargıya siz taşıyacaksınız,” buyurmuş.
Ben de halk olmanın dayanılmaz hafifliği ile yanıt vereyim:
Önce çocuklarımızı öldürenleri, geleceğimizi karartanları, ağaçlarımızı kesenleri, yaşam alanlarımızı ve haklarımızı yağmalayanları yargıya taşıyacağız Sayın Başbakan.
Öncelik onların. İzninizle…