Kent Kültürü ve Kamusallık

Bir işi yapmak isteyen yolunu, istemeyen nedenini bulur!” (Arap atasözü)

(Bu hafta 13 Haziran 2010 tarihinde yine bu köşede yazdığım “Açık Alanlar ve Görsel İletişim” başlıklı yazımdan alıntı yaptım. Kamu ve Kamusallıkla ilgili olan bu yazım Gezi direnişlerinin doğmasına yol açan adaletsizliğin ve hukuksuzluğun bir yönünü anlatmaktaydı. Günün önemine binaen önemli bölümlerini bir kez daha paylaşıyorum.)

…Dışarıya çıktığınızda çevrenize biraz dikkatle bakın. Kentleşme modernleşme adına bir çok yaratıcı çalışmalarla görsel iletişimin tüm kanallarının zorlanmış durumda olduğunu göreceksiniz. Hareketli, renk renk LCD veya LED monitörlerden yayınlar-reklamlar, Binaların çatılarından, bodrumlarına kadar devasa birçok görseller. Caddeler, sokaklar parklar bahçeler ayaklı panolarla ışıl ışıl reklamlar, Her duvar dibi yollar ve duraklar ışıklı ve ışıksız Billboardlarla dolup taşmakta. Bunları uzatmak mümkün. Biçimsel olarak temel kullanılan öge fotoğraf. İçerik olarak ise reklam, reklam yani para para para… Unutmayalım arada sanat ve kültüre katkı ilanları ve sponsorlu -sanatı seviyoruz – yollu reklamlar da yok değil. Malum belediyelerin sanat ve kültüre katkıda bulunma sorumluluğu var (!) Peki siz bu karmaşa içinde Avrupa Başkenti 2010, Modern Müzede bilmem ne sergisinin olduğunun dışında Sabancı Müzesi’nde bilmem ne sergisinin olduğu, Hangi bira şirketinin hangi müzikal ve tiyatroyu seyirci ile buluşturmasından başka hangi sanat ve kültür tanıtımlarını gördünüz?..

Eşitlik ve özgürlüğün parayla endekslendiği, Sanatın , kültürün harcanan parayla değerlendirildiği bir sistem yerleştirilmiş durumda. Maske de hazır Kent Kültürü(!) Çarpık kentleşme ve Görsel kirliliğe karşı düzenli ve kontrol edilebilir bir düzen getirme(!) Özellikle ’90’lardan sonra hızla bu günlere geldik. Bazı masum vatandaşlar; ne güzel belediyeler ve devlet para kazanıyor. Diye düşünüyor. Peki ulaşımdan, suya, elektrikten doğal gaza kentte yaşayanlardan çıkan para ne oluyor? Metrobüs bilet fiyatları ne oluyor? Ayrıca çöp vergisinden tutun otopark ücretlerine kadar her daim neden söğüşleniyoruz?

Kısaca; Kent kültürü diyerek kamusal alanlar parası olanlara ve onların her alanda ideolojik saldırılarına cephe oluyor. Daha daha çok kazansınlar diye reklamı sanatla süslüyorlar. Kentliyi hem beyninden, hem cebinden vuruyorlar. Oysa ki kentli nufus analiz edildiğinde yüzde 70 hatta 80 üreten ve değer kazandıran insanlar ve ne yazık ki yoksul ya da yoksulluk sınırının altında yaşayan alt gelir grubuna ait bir çoğunluğa sahiptir. Ama bu grup dış kamusal alanlarda temsil edilemiyor. Kendini ifade edemiyor. Tek taraflı bir temsiliyet de demokrasi olamaz. Paranın hakimiyetin de bir kent kültürü, olsa olsa azınlığın çoğunluk üzerindeki tahakkümü olur. Çoktandır kentsel dönüşüm diyerek merkezden çevreye doğru steril , yoksullardan arındırılmış finans ve sanat merkezli bol AVM’li (alış veriş merkezi) kentleşmeyi gerçekleştiriyorlar. Son örnek olarak AKM ve EMEK Sineması ve binasının yıkılmak istenmesi bunun en bariz örneği olarak belleklerdedir.

Şimdi; “Madem ki kentte yaşıyorum o zaman benim de haklarım var” diyerek bu düzene karşı durmamız gerekir. Maalesef bu konuda da işçi sendikaları ve konfederasyonları (sınıfı temsiliyetleri bakımından) bihaber davranıyorlar. Kurumsal olarak Mimarlar Odası ve TMMOB meslek odaları olarak çabalıyorlar. Muhalif dernek ve partiler güçleri oranında destek veriyorlar. Ama yukarıda saydığımız görsellik içinde mitingten mitinge bilboardlara korsan olarak asılan afişlerin dışında bir şey yapamıyorlar. Ya da bazı STK’ler resmi otoritelerce onanmış iş birliklerinin ödülü olarak muhalefetin sesiymiş gibi boy gösteriyorlar. Buna karşılık oluşturulan platformlar bu mücadelede önemli yer tutuyor. Bu platformlarda ne hikmetse kalıcılık sağlayamıyor ve edilgenleşip ya dağılıyor ya da bir başka platformla yeniden var olma mücadelesi veriyorlar. Bu alanda en çok stencil ve Graffiti çalışmaları yapan kişi veya ko-lektifler kararlı görünüyorlar. Bu etkin silahı da ehlileştirme yönünde yerel yönetimler uğraş veriyorlar. Bir çok alanda olduğu gibi bu alanı da muhalefetin elinden alıp kendi propaganda araçları olarak kullanmaktadırlar…

Gelelim fotoğraf cephesine; Sokak etkinlikleri ve sergileri ne yazık ki çok cılız. Yine buralarda bir şeyler yapmak için sponsorlu kültür faaliyetleri yapan STK’ler için de yer almak gerekiyor gibi düşünülüyor. Böyle olursa da ne kadar kendi amacınızı ifade edebileceğiniz zaten şüpheli. Bireysel girişimler için ise başta işin ekonomisi olmak üzere bir çok sorun yaşanıyor. Oysa ki dış kamusal alanları öyle bir hale getirdiler ki onlarla boy ölçüşebilecek teknik ve görsel kullanımı yoğun emeğin yanı sıra para gerektiriyor bu da yetmez belediyenin, polisin ve hukukun karşısında onların kurulu sistemlerine karşı da mücadele etmek gerekiyor. Bunlara örnek olarak İstanbul Bienali günlerinde ortaya çıkan Diren İstanbul , Alternatif Platform çalışmalarını gösterebiliriz. Yani birey olarak değil örgütlenmiş güç olarak mücadele etmek gerekiyor. Özellikle siyasal ve sanatsal etkinliklerde geçici çalışmalar yapılmakta. Örneğin Cumartesi Anneleri oturma eylemlerinde kullanılan fotoğraflar , Tekel’in Sesi Var! adıyla yapılan fotoğraf ve resim görselleriyle yürüyüş ve sergiler, Zaman zaman işlek caddelerde karşımıza çıkan performans yapan arkadaşların çalışmaları, basın açıklamalarında kullanılmaya başlanılan büyük boy fotoğraflı, Karikatürlü ve resimli görseller. Yine ana caddeleri kesen ve ara sokaklara doğru artan undergrand sanat olarak tanımlanan stencil ve grafiti çalışmaları sayılabilir. Bilindiği gibi her yer paralı hale getirilmiş ve yapılan her şey, önce para cezası sonra da güvenlik güçleri marifetiyle engellenmekte. Yani afiş asmak için bir bilboard ya da bir duvar bulduğunuzda ve eylem anında yakalanırsanız zannediyorum 1.500 TL. kişi başına yok yakalanmazsanız astığınız kurum adına 150 TL. para cezası ile karşılaşır üstüne bir de afişiniz yırttırılır.

Her türlü reklam araçlarıyla en çok kullanılan fotoğraftır. Fotoğraf bu anlamda en etkileyici bir güce de sahiptir. Zaten görsel iletişim denince de fotoğraf akla gelir. Hedef kitleye en kısa ve çarpıcı yoldan etki etmek, insanların beyninde bir yer tutmak ve yönlendirerek amaca ulaşmak demektir. Bunu da telif haklarıyla kutsanmış bazen sanat adına ama ille de reklam olarak metrelerce büyüklükte en son gelişmiş araçlarla kullanarak yaparlar. Oysa ki “Biz de bu kentte yaşıyoruz ve bizim de söyleyecek sözümüz var”. Diyerek bu kamusal açık alanları kullanma hakkımız var!

Ek not: Gezi direnişleri kemusal alanlara sahip çıkma, Kentlinin sözünü söylemesi olarak önemli bir karşı çıkış olmuştur.

Etiketler

Bir yanıt yazın