YEM Yayın’ın Prof.Dr. Reha Günay’ın, “Sinan neden bir tasarım dehasıdır?” sorusunun peşine düştüğü ve bulduğu yanıtları okuyucularla paylaştığı yeni kitabı çıktı.
Geçmişte yayımlanan Mimar Sinan ve Sinan’ın İstanbul’u kitaplarında Sinan’ı ve yapılarını son derece ayrıntılı olarak incelemiş olan Reha Günay, yeni çalışmasında, Mimar Sinan’ı diğer mimarlardan ayrıştıran niteliklerini başta mimarlık, iç mimarlık, tasarım, sanat, mühendislik, tarih vb. eğitimine yeni başlayanlar olmak üzere Türk ve Osmanlı mimarlığına, kültürüne ilgi duyan herkes için kolay anlaşılır bir dille açıklıyor.
Reha Günay, kitapta, bugüne kadar çeşitli efsaneler ve birçoğu abartılı öykülerle adeta bu dünyaya ait olmayan bir masal kahramanına dönüştürülen Mimar Sinan’ın aslında “gerçek bir kişi” olarak kim ve nasıl bir yaşama sahip olduğunu; hangi koşullarda neler başardığını; bu başarıyı hangi yöntem ve araçlarla elde ettiğini; bu sayede nasıl meslektaşlarından ayrılarak öne çıktığını, “soru-cevap-örnek” yöntemiyle kısa ve net olarak anlatıyor.
Günay Sinan’ın bir de bu yönüyle aktarma ihtiyacı hissettme gerekçesine şu sözlerle açıklık getiriyor:
“Birçoğumuz Osmanlı mimarlarının isimlerini sayamayız ama Sinan’ın adını duymayanımız yoktur. Herkes onu büyük bir mimar olarak tanır; Sinan’la ilgili fazla bir şey bilmese de, en azından birkaç söylentiyi hatırlar; İstanbul Süleymaniye ve Edirne Selimiye camilerinin mimarı olduğunu da söyleyebilir. ‘Ama niçin büyük mimardır? Ne yapmıştır da bu kadar ünlü olmuştur? Öteki mimarlardan ne farkı vardır? Neden Sinan’a bir tasarım dehası diyoruz?’ gibi sorulara tam cevap vermek ise biraz zordur.
Osmanlı Beyliği 1299 yılında kurulmuş ve hızla genişlemiştir. Bu küçük beylik, 1353’te Rumeli yakasına ulaşmış; İstanbul’u alıncaya dek Avrupa’da, Arnavutluk’tan Romanya’ya, Yunanistan’dan Bulgaristan’a kadar birçok yere hâkim olarak küçük bir beylikten bir imparatorluğa dönüşmüştür. 150 yıl içinde ortaya çıkan imparatorluk artık yeni bir dünya görüşüne de sahip olmuştu. İstanbul’da Fatih Sultan Mehmet’in yaptırdığı ilk külliye, işte bu yeni görüşün mimari ürünü; merkezinde caminin bulunduğu ve eksenleri üzerinde gelişen bir kompozisyondur. Ortaya çıkan bu yapı tipi, Doğu Roma’ya yakışan ama İslam öğeleriyle de Osmanlı olan bir kültür merkezidir. Böylece “Osmanlı Klasik Mimarlığı” dönemi başlar. Osmanlı sanatı, sonraki dönemlerde Greko-Romen sanattan daha çok etkilenecektir. Sinan’a gelinceye kadar Eski Fatih Camisi, Beyazıt Camisi ve Sultan Selim Camisi bu etkileri taşıyan başarılı örnekler olarak Osmanlı Klasik Mimarlığı’nı şekillendirmişlerdir.
Sinan işte böyle bir mimarlık ortamında yetişmiş, iyi bir gözlemci ve düşünür olarak kendini geliştirmiş, askerlikten mimarlığa geçiş yapmış biridir. Bilinçli bir analiz ve düşünce sistemiyle, 50 yılda yarattığı yeniliklerle mevcut mimarlık sanatını oldukça yükseklere taşımış ve çevresini kendisine hayran bırakmıştır. Mimarlığa ilişkin ortaya koyduğu yeni ilkeler kendisinden sonra da benimsenmiş ve âdeta Sinan’ı 150 yıl daha yaşatmaya devam etmiştir. O yüzden bizler, günümüzde Sinan’ın mimarlığa olan katkılarını tek tek ayıklamakta zorlanıyoruz.
Ancak Sinan çağında yaşamış olsaydık, mimarlığa getirdiği her bir yenilik karşısında bizler de bugün olduğundan daha fazla şaşırır ve yaptıklarına hayran kalırdık. Bu kitapta biraz bu konulara değinerek, Sinan’ı meslektaşlarından öne çıkaran yönlerinin altını çizmeye çalışacağız.”
Yazar: Reha Günay
Fotoğraflar: Reha Günay