Son 40 yıldır iktidara gelen tüm sağ partilerin ajandalarının bir kenarında, TMMOB'nin hukuki zemininin sınırlandırılması ve örgütsel gücünün parçalanmasına yönelik çabalar olmuştur.
1970’li yılların başında Süleyman Demirel başkanlığındaki Adalet Partisiyle başlayan bu saldırgan tutum, 1980’li yıllarda Turgut Özal’ın Anavatan Partisi ve nihayet günümüzde de Recep Tayyip Erdoğan önderliğindeki AKP ile devam ediyor. 2009 yılında yayınlanan Devlet Denetleme Kurulu Raporu’yla emareleri ortaya çıkan iktidar tehdidi, geçtiğimiz yıl çıkartılan Kanun Hükmünde Kararnamelerle açık bir saldırganlığa dönüştü. TMMOB bünyesindeki meslek odalarının kamusal çıkarları gözeterek yürüttükleri faaliyetleri siyasal iktidarın kontrolü altına alma yolundaki bu girişimlerin bir sonraki adımı ise TMMOB’nin örgütsel yapısını tümden değiştirerek, merkezi yapısını dağıtmaya yönelik yasal düzenleme girişimleri olacak gibi görünüyor. TMMOB ise kamusal çıkarları savunuyor olmanın meşruiyeti ve üyelerinden aldığı güçle, AKP Hükümetinin bu saldırganlığına karşı geniş bir direniş cephesi oluşturmaya çalışıyor. Hiç kuşkusuz, bu uzun erimli mücadele sürecinde TMMOB örgütlülüğünün en büyük dayanaklarından birisi de özellikle 1970’li yılların başından itibaren yükselmeye başlayan ve ülke çapındaki başta mühendis, mimar ve şehir plancıları olmak üzere tüm teknik elemanları seferber etmeyi başaran toplumsal mücadele geleneği olacaktır.
1950’li yıllar, Türkiye’deki kapitalizmin yepyeni bir dinamikle yeniden yapılandırılmaya başlandığı dönem olmuştur. İkinci Dünya Savaşı sonrasında uluslararası kapitalist sistemin yeni yönelimlerine paralel olarak gelişen bu süreçte, mühendislerin sistem içerisindeki rolünün de değişmeye başlamasıyla birlikte, o yıllara kadar çeşitli dernekler altında kendini ifade etme şansı bulan mühendisler, yasal bir örgütlülüğe kavuşma imkânı bulmuşlardır. Bu örgütlenme hem, “kendisinden giderek ayrılan mühendisleri denetleyebilme” amacındaki devletin, hem de “haklarını ve mesleki çıkarlarını savunma” amacındaki mühendislerin ihtiyacını karşılayan bir araç olmuştur. Bu ikili doğa, TMMOB ve ona bağlı Odaların bugüne kadar daima “hükümetler” ve “mühendisler” arasında önemli bir mücadele zemini olmasına neden olmuştur.
1960’lı yılların sonlarına kadar o dönemde devlet bürokrasisinin üst kademelerinde, iktidara yakın seçkin kadroların yönetimleri elinde şekillenen TMMOB, 1960’lı yıllarında sonundan itibaren hem niceliksel hem de niteliksel olarak önemli bir dönüşüm yaşamaya başlamıştır. Bu dönemde birlikte toplumsal mücadelede yaşanan bu hızlı siyasallaşma, farklı mücadele alanlarının birbirleriyle sıkı bir ilişkiye girmesini sağlamıştır. Antiemperyalist, bağımsızlık ve demokrasi yanlısı, ilerici ve devrimci iddialar zemininde oluşturulan siyasal hat, toplumun tüm örgütlü yapılarını boydan boya kesen bir örgütsel yeniden yapılanmanın da hazırlayıcısı olmuştur. Bu örgütsel dönüşümün etkileri kısa zaman içinde TMMOB örgütlülüğü içinde hissedilmiştir. İlerici ve devrimci değerlere bağlı, toplumun geniş kesimleriyle örgütlü mücadele deneyimine sahip, gelecekten umutlu bu genç kuşağın mühendis ve mimar odalarına üye olması, TMMOB örgütlülüğünün kaderini baştan aşağı değiştirmiştir.
1970’li yıllarda yaşanan bu büyük dönüşüm, Türkiye’deki ekonomik ve toplumsal dönüşümden beslenmiştir. Kapitalizmin dünya çapında yaşadığı altın çağın sona ermiş olması, altın çağın gözdeleri olan mühendislerin toplumsal ve ekonomik statülerinin de sonu olmuştur. Mühendis sayısı hızla artarken iş olanaklarının azalması, mühendislerin gelirlerinin azalmasına ve çalışma koşullarının kötüleşmesine neden olmuştur. Çalışma alanındaki ve yaşam koşullarındaki bu hızlı “işçileşme”, fikri ve ideolojik alana da yansımıştır. Mühendisler, her anlamıyla işçi sınıfıyla kader bağı içinde olduklarının farkına varmışlardır. Mühendisler 1960’lı yıllarda taşıdığı “aracılık” rolü yerine, 1970’li yıllardan itibaren “öncülük” rolü içine girmişlerdir.
Teknik elemanların bu büyük kalkışması önce 12 Mart Muhtırasıyla gelen baskıcı dönemde, ardından da bir grup Adalet Partisi milletvekili tarafından meclise getirilen TMMOB yasasının değiştirilmesi yönelik tasarıyla bastırılmak istenmiştir. Ne var ki Adalet Partililerin bu girişimi adeta ters teperek, TMMOB’ye bağlı odaların ve üyelerinin TMMOB Örgütlülüğüne çok daha kuvvetli biçimde sarılmalarına yol açmıştır. Örgütlülüğüne sahip çıkan binlerce mühendis ve mimar, TMMOB Kanunu’nun değiştirilmesine karşı bütünlüklü bir mücadele vermişlerdir. Bu mücadele süreci aynı zamanda TMMOB’nin de yeniden kuruluş dönemi olmuştur. 1954 yılında devlet eliyle kurulan TMMOB, bu kez on binlerce mühendis, mimar ve şehir plancısının örgütlü mücadelesiyle yeniden ayağa kaldırılmıştır.
Teoman Öztürk, TMMOB’nin ikinci kuruluş döneminin ardından izlenen ilerici-devrimci-toplumcu anlayışın sembolü olmuştur. Artık mühendis ve mimarlar çalışanların ve toplumun diğer kesimlerinin üstünde yer alan bir zümre değil, işçi sınıfı mücadelesinin ayrılmaz bir parçası olarak görülmeye başlanmıştır. Teknik elemanların sorunları, ülkenin ve ülkede yaşayan emekçi-yoksul kesimlerin sorunlarından bağımsız olarak ele alınmaz hale gelmiştir. “Ortak mücadele ve ortak örgütlenme” bu dönemde üzerine en çok vurgu yapılan konu olmuştur. Bu anlayış, TMMOB’nin nezdinde yürüyen teknik elemanların mücadelesinin, dönemin toplumsal mücadelesi içerisinde kendine özgü ve saygıdeğer bir konum almasında önemli bir rol oynamıştır. TMMOB, diğer ülkelerdeki muadillerinden farklı olarak “yalnızca bir meslek örgütü olmanın ötesine geçerek, toplumsal dönüşümü hedefleyen bir oluşum” haline dönüşmüştür. Bu anlayış, TMMOB’yi 1970’li yılların iç savaş yıllarında toplumsal muhalefetin en güçlü dinamiklerinden birisi haline getirmiştir. TMMOB’deki devrimci-demokrat kadrolar bu dönemde bir yandan sendikalaşma mücadelesini üst düzeye çıkartarak çalışanların mücadelesini ortaklaştırmaya çalışırken, diğer yandan da antidemokratik uygulamalara ve faşist saldırılara karşı direnişin yaygınlaşması için mücadele örgütlemişlerdir.
Türkiye’deki toplumsal gelişimin yönünü adeta tersine döndüren 12 Eylül Darbesi, TMMOB örgütlülüğüne de büyük hasar vermiştir. TMMOB darbe döneminde kapatılmamış olsa da, mücadelesine omuz veren on binlerce üyesi darbenin kıyımına uğramıştır. 12 Eylül’de örgütlü yapılara vurulan darbe, 1980’li yıllarda uygulamaya konulan neo-liberal politikaların toplumu atomize etmesiyle katmerleşmiştir. Kitlelerin örgütlü yaşama, örgütlü mücadeleye, hak arayışına ve hesap sormaya inancı körelmiştir. 68’den itibaren tüm dünyayı saran “dünyayı değiştirme arzusu”, 80’li yılardan itibaren “boş vermişliğe” ve “sinikliğe” dönüşmüştür.
Toplumsal muhalefette yaşanan bu geri çekilme döneminde TMMOB, ilerici-devrimci-toplumcu mirasını yepyeni bir anlayışla yoğurarak, neo-liberal saldırganlık karşısında “bilimsel akılla, mesleki duyarlılığın bileşkesiyle” oluşan yeni bir tür öncü tavır geliştirmeyi başarmıştır. Toplumsal zenginliklerin özelleştirilerek yağmalanmasına, kamusal ihtiyaçların piyasanın insafına terkedilmesine, doğal ve tarihi varlıkların tahribatına karşı toplumsal olandan yana geliştirilen bu tavır, başta hukuki yollar olmak üzere yağmacı hükümetlere karşı her düzeyden güçlü bir muhalefetin geliştirilmesine ön ayak olmuştur. AKP Hükümetini TMMOB örgütlülüğe karşı kindar bir saldırganlığa iten de TMMOB’ye bağlı odaların genlerine işlemiş ilerici-devrimci-toplumcu mücadele anlayışıdır. Büyük bedellerle yaratılmış bu anlayış, TMMOB örgütünden ve geleneğinden asla sökülüp atılamayacaktır.
“Tarih” toplumsal bir yaratı olsa da, “tarih yazımı” daima egemen kesimlerin elinde tuttuğu bir ayrıcalık olmuştur. Topluma hükmedenlerle, tarihe hükmedenler aynı kesimlerdir. Bu nedenle, “tarih” diye aktarılanlara şüpheyle yaklaşılmalıdır. Tarihsel anlatıları, kahramanlık hikâyelerinden, komplo teorilerinden ve iktidar güdümünden arındırmadan, gerçek tarihi ve ona yön veren toplumsal ilişkileri kavramak mümkün değildir.
Bir toplumun tarihine ilişkin bilgilerin güvenilirliğini sınamanın en kolay yolu, o toplumun demokrasi geleneğine bakmaktır. Çünkü ezilen sınıfların siyasal ve toplumsal gelişmelere yön verme kapasitesi arttıkça, gündelik deneyimlerini gelecek kuşaklara aktarma gücü de artmaktadır. Gerçeğe sahip çıkma yolundaki bu kitlesel güç, egemenlerin tarih üzerindeki saptırma ve yönlendirme girişimlerini ortadan kaldıramasa bile, sınırlandırmaktadır.
Bu noktadan değerlendirildiğinde, Türkiye’nin yakın tarihine ilişkin bildiklerimizin, ülkemizdeki sınırlı ve çarpık demokrasi geleneğinin gölgesinde kaldığını söylemek zorundayız. Yukardan aşağı bir modernleşme hareketiyle paralel gelişen demokratikleşme sürecinin defalarca kesintiye uğratılması, toplumun kendi dinamikleri üzerinde sağlıklı biçimde gelişim kaydetmesini engellemiştir. Ülkemize damgasını vuran bu demokrasi eksikliği, tarihimize şekil veren olayların gerçek yüzlerini de maskelemiştir.
Türkiye’nin yakın tarihi üzerindeki bu karanlığı dağıtmanın yollarından birisi, bu tarihte izi olan kurumların deneyimlerinden hareketle aşağıdan bir tarih yazımına girişmektir. Bu çaba, iktidarın dayattığı “tek taraflı” ve “tek boyutlu” tarih bilgisi karşısında “çoğul” ve “derinlikli” bir tarih bilgisine ulaşmamızı sağlayacaktır. Böylelikle tarih denilen şeyin, kutsal bir yazgı değil, toplumsal ilişkilerin bir sonucu olduğu gerçeğine ulaşılacaktır.
Ülkemizdeki toplumsal muhalefetin en önemli unsurlarından biri olan TMMOB’ye bağlı İnşaat Mühendisleri Odası’nın kuruluşundan günümüze seyrini ele alan “Yapıcının Türküsü” kitabı, teknik elemanların mücadele tarihine ışık tutan en önemli kaynaklardan birisidir. Tarihi, iktidarların elinde bir silaha dönüştüren şey, toplumların unutkanlığıdır. O nedenle “unutmamak” ve “unutturmamak” önemli birer direniş sanatıdır. Bu kitap, unutkanlığın iktidarına karşı, hatırlamanın direnişidir.